Tasarım ve Koruma İlkeleri Bağlamında Çağdaş Ek
Leyla Elif Sivil, Y. Mimar
Ömer Dabanlı, Dr. Öğr. Üyesi
Kültürün somut ifadeler bulduğu tarihi yapı ve yerleşimleri, tarihi sürekliliği sağlayarak gelecek nesillere aktarmak sosyal ve kültürel kimliği korumak için oldukça önemlidir (Icomos, 2013). Tarihi bina ve çevrelerin sürdürülebilirliği ise sadece fiziki korumanın ötesinde güncel hayata katılma ve çağdaş ihtiyaçlara cevap verebilmeyi gerektirir. İşlevini sürdüren tarihi binalar, bakım yapıldığı için daha kolay yaşatılabilirken, bazı binaların kullanılarak korunabilmesi için yeni işlevlerin yüklenmesi gerekmektedir. Her iki durumda da kullanıcıların yeni ihtiyaçlarını karşılamak adına mevcut dokuya çeşitli eklerin getirilmesi gerekebilirken, aynı zamanda, insanlar çevresinde önceki devirlere ait mimari kültürlerin temsilcileriyle birlikte bazı yeni unsurları da görmek isteyebilmektedir (Şentürer, 1995; Arabacıoğlu ve Aydemir, 2007).
Tarihi yapı ve çevreye getirilen ekler, “çağdaş ek” olarak nitelenmektedir (Ahunbay, 1996; Zeren, 2010). “Çağdaş ek” koruma alanında bina ve kent ölçeği olmak üzere iki şekilde ele alınmaktadır. İlkinde yeni ihtiyaçlar doğrultusunda tarihi bina ölçeğinde getirilen ekler söz konusu iken, ikincisinde kent ölçeğindeki ihtiyaçlara göre ilave edilmesi gereken yeni binalar, mevcut dokuda birer “çağdaş ek”e dönüşmektedir. Her dönemde, önceki medeniyetlerin ürettiği binalara çeşitli yeni ilaveler yapıldığı dikkate alınırsa, ek yapmanın tarihi neredeyse mimarlık tarihinin başlangıcına kadar götürülebilir. Bu konu, Avrupa’da özellikle ikinci dünya savaşının yol açtığı yıkımlar sonrasında tarihi çevrede yapılaşma şeklinde mimarlığın gündemine taşınmıştır (Kurrent, 2001). Mimarlığın önemli konularından olan ek tasarımı, literatürde yapısal, strüktürel, estetik ve teknik boyutları (Dibner ve Dibner-Dunlap, 1985; Zakar ve Eren, 2020), anlamı (Byard, 1998), tasarım bağlamı (Kayan, 2020) ve sürdürülebilirliği (Özcan ve Korkmaz, 2021) açısından irdelenmiş, bazı değerlendirme kriterleri (Yücerer, 2005) ve sınıflandırmalara (Onur, 1991) konu olmuştur.
Çağdaş koruma yaklaşımları açısından ekler, üslubu, yapım tekniği ve malzemesiyle kendi dönemini yansıtmalı, mevcut yapıyı güncel ihtiyaçlara uyarlarken aynı zamanda onun değer ve önemini de vurgulamalıdır. Bununla birlikte, yeniden kullanımın gerektirdiği standartlar yükseltilirken mevcut yapı özgünlük, bütünlük ve anlam açısından saygı görmelidir (Binan, 2014). Venedik Tüzüğü’ne göre çağdaş ek, mevcut mimari kompozisyondan farkı anlaşılabilir olmalı, döneminin damgasını taşımalı ve yapının ilgi çekici bölümlerine, geleneksel konumu, kompozisyonu, dengesi ve çevresiyle bağlantısına zarar vermemelidir. Ancak bir yapıya saygı göstererek zarar vermeden yapılabilecek ekleri kısıtlamak oldukça zor olduğu gibi, ortaya çıkan örneklerin tartışmalara açık olduğu da zamanla görülmüştür (Erder, 1977). Bu çalışmada tarihi doku ve yapılara getirilen çağdaş ekler bağlam, koruma ve tasarım yaklaşımları ile “eski ve yeni”nin kurduğu fiziki ilişkiler açısından örneklerle ele alınmıştır.
Bağlam ve Ek
Çağdaş ek, korumanın temel konularından birisi olmasının ötesinde geniş bir mimari eleştiri alanı olarak da ilgi görmektedir. Bu açıdan tarihi yapıların güncel yaşama uyarlanma süreci titizlikle ele alınması gereken, birçok farklı disiplini bünyesinde barındıran bir konudur. Mimarlık bağlam açısından sanat dalları arasında en hassas olanıdır (Spector, 2013). Diğer bir ifadeyle mimarlık soyut bir sanat olmadığı için bağlamından soyutlanarak ele alınamaz, aksine bağlamına karşı ne kadar hassas olur, onu ne kadar dikkate alır ve yüceltirse o kadar değer ve saygınlık kazanır.
Eski ve yeninin bir bütün olarak benimsenmesi, tarihi çevredeki çağdaş tasarımlar için genel olarak kendi içinde tutarlı bir kuramsal çerçeve oluştursa da uyumdan zıtlığa kadar uzanan bu çerçeveyi, eski ve yeniyi birbirinden ayrıştıran bir yaklaşımla değerlendirmek oldukça zordur (Kuban, 2000). Dolayısıyla eski ve yeni arasındaki ilişki, tasarımın teknik ve yöntemleri gibi fiziki boyutlarıyla birlikte, bağlam açısından da çeşitli yaklaşımlarla ilişkilendirilmelidir. Nihayetinde, çağdaş ek somut ve soyut bileşenleriyle irdelenmesi gerektiğinden, ekin uygulanma biçimiyle meydana getirdiği tavır ve anlam da bir bütün olarak ele alınmalıdır.
Ek Tasarımında Karar Boyutları ve Yaklaşımlar
Mevcut alanın anlam ve kimliğini oluşturan özgün niteliklerle, üslup ve dilin kavranması ve çevre verilerinin ayrıntılı olarak irdelenip çözümlenmesi, ek tasarımını yönlendiren önemli ipuçları sağlar. Elde edilen verilere göre “eski”nin yanına gelecek “yeni”nin tasarımında belirleyici rol oynayan ilişkiler, konum-çevre, kütle-oran ve cephe-malzeme boyutlarıyla özetlenebilir (Tablo 1). Geniş ölçekte, yapılacak ekin konumu ve mevcut çevresiyle olan ilişkisi öne çıkarken, yakın ölçekte eski ile yeni arasındaki kütle ve oran ilişkileri kritik boyutları oluşturmaktadır. Yapı yüzeylerindeki dolu-boş oranı, renk, doku, süsleme ve ritim ise cephe ve malzemeye ilişkin bir diğer karar boyutlarıdır (Velioğlu, 1992).
Mimarlık alanının tartışmalı konularından birisi tarihi çevre ve binalarda yapılacak çağdaş eklerin tasarımında izlenecek yoldur. Çağdaş ek tasarımı, ekin getirildiği mevcut duruma nispetle taklitten yok saymaya kadar uzanan bir yelpazede değerlendirilebilir (Şekil 1). Mevcut dokuyu birebir tekrar etmekten başlayarak karakteristik özelliklerle benzerlikler kurarak uyum arayan tasarımlar söz konusu olsa da uyum kavramının da göreceli boyutları bulunmaktadır.
Zeren (2010) tarihi dokuda yeni yapı tasarım yaklaşımlarını; üslup taklidi, geleneksele öykünme, çağdaş biçimleniş ile aykırı ve saygılı tavır olarak sınıflandırmıştır. Meitinger (1981), sanatın öznelliği sebebiyle tarihi çevrede inşa etmenin tek bir doğrusu olamayacağını, uyum, tekrar veya zıtlık oluşturmak şeklinde birçok çözüm yolu olduğunu belirtir. Brolin’e (1980) göre ise tarihi dokuda uyum; mevcudu olabildiğince benzer bir dille kopyalamak, benzeşen formları yeniden düzenleyerek kullanmak, eskiyle benzer yeni formlar oluşturmak veya orijinal formları soyutlamakla yakalanabilir. Bu durumda, tasarımcının düşünce ve değerler dünyasına göre konuyu ele alış biçiminin yansıması olan üslup bir tarafa konursa, çağdaş eklerin tasarımında genel olarak taklitçi-tekrarcı yaklaşım, zıt-karşıt yaklaşım ve uyum-yorum yaklaşımı olmak üzere üç temel tavırdan bahsetmek mümkündür (Aykal, 2019).
Tekrar-Taklit Yaklaşımı
Mevcut tarihi yapı veya dokunun karakteristik özelliklerini, herhangi bir yorumlama çabası gütmeden tekrar etmek şeklindeki bu yaklaşım, taklitçi veya kopyacı bir tavır olarak da isimlendirilebilir. Ekin tasarımında mevcut yapı ve çevrenin dikkate alınması beklenen bir yaklaşım olmakla birlikte, tekrarcı yaklaşımda mevcut verilerden yararlanma konusu maksadı aşan bir seviyeye ulaşır. Bu yaklaşımda tarihi yapıların biçim, malzeme, cephe ve renk gibi tüm özelliklerinin birebir tekrarı söz konusudur (Karatosun, 2010). Kolaylıkla kopyalamaya dönüşen bu yaklaşımda, tarihi dokudaki cephe ve kütle özelliklerine oldukça benzer veya birebir aynı tasarımlar yapılır (Resim 3). Çok sayıda örneği olan taklitçi tavra yöneltilen en temel eleştiri, “eski” ile “yeni” arasında herhangi bir fark gözetmemesi sebebiyle yanıltıcı bir ürünün ortaya çıkmasıdır.
Zıt -Karşıt Yaklaşım
Çağdaş eklerin tasarımında izlenen bir diğer yaklaşım mevcut tarihi dokudan tamamen bağımsız ve farklı bir üslup öneren zıt-karşıt yaklaşımdır. Yaygın olan bu yaklaşım eski ile yeni arasında bir zıtlık oluşturarak zaman katmanlarındaki sürekliliğin okunabilmesine imkan sağlar (Sönmez, 2017; Şahin, 2011) (Resim 4 ve 6). Karşıt yaklaşım esas alınarak tasarlanan ekler zaman zaman uyumsuz olarak nitelense de uyum kavramına bakış açısına göre farklı anlamlar da yüklenebilmektedir. Bağlamına uygun olduğunda, çağının üslubunu yansıtması, herhangi bir yanılgıya sebebiyet vermemesi, tarihi dokuyu zıtlaşarak vurgulaması ve tasarımcıya geniş bir hareket olanağı sağlaması açısından avantajları olan bir yaklaşımdır (Büyükmıhçı, 2015). Ayrıca zıtlık oluşturma amacıyla tasarlanan ek, eklendiği yapı veya dokuyu odak noktası haline getirebilme potansiyeline sahiptir. Ancak ölçek, gabari, renk ve dokunun, sınırları belli olmayan geniş bir alanda karmaşa oluşturan örneklere dönüştüğü de görülebilmektedir. Bu tür uygulamalarda başarı, tasarlanacak zıtlık için mevcut çevrenin özgün niteliklerini ayrıntılı olarak çözümleyerek değerlendiren uzun bir birikim sürecini gerektirmektedir (Batur ve Akın, 2003).
Uyum-Yorum Yaklaşımı
Mevcut dokudaki mimari biçimlerin ayrıntılı analizi, yorumlanması ile çağdaş malzeme ve teknolojileri kullanarak tasarlanması uyum-yorum yaklaşımı olarak nitelendirilmektedir (Resim 8-14) (Altınöz, 2010). Tarihi dokudan alınan referansların yorumlanarak günümüze taşınması prensibine dayanan ve birçok koruma kuramcısı tarafından kabul gören bu yaklaşım “geleneksele öykünme” olarak da adlandırılmış, başarısı ise yeniyi tarihi olanın üslubuna yaklaştırmaması ve basit bir kopya haline getirmemesiyle ilişkili görülmüştür (Zeren, 2010). Mevcut dokudaki karakteristik unsurların stilize edilerek yeni yapıya uyarlanması sırasında genel doku bütünlüğünün de göz önünde bulundurulması gereklidir (Batur ve Akın, 2003).
Ek ile Mevcut Yapının Fiziki İlişkisi
Çağdaş ekler, yapı ile kurduğu ilişki açısından; iç mekan eki, bitişik ek, ayrık-bağımsız ek, örtülü-gizli ek, bağlantı eki, örtü eki olarak altı farklı grupta ele alınabilir (Şekil 2). Lüzum, işlev ve tasarım yaklaşımlarına göre ekler, kimi zaman eklemlendiği tarihi yapının tamamen içinde yer alan “iç mekan eki” şeklinde olurken, kimi zaman da tarihi yapının cephe, çatı veya saçağına çeşitli şekillerde dokunarak eklemlenen “bitişik ek” şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Mevcut yapıyla herhangi bir fiziki teması olmayan “bağımsız ekler” de eski ile yeni arasındaki bir başka ilişki biçimini tarif eder. Bitişik veya ayrık olsa da çoğu zaman yer altına gömülerek gizlenerek örtülmüş ekler, dış mekanla ilişki açısından ayrı bir sınıf oluşturur. Mevcut iki yapı arasında bağlantı kurmak için tasarlanan ekler de hem işlev hem de birden fazla yapıyla kurduğu fiziki ilişki sebebiyle farklı bir kategoride yer alır.
Binaların içinde ihtiyaç duyulan iç mekan ekleri, dış mekana yansımadığı için göreceli olarak daha kolay çözülebilen, sınırları belirli bir tasarım sorunudur (Resim 15). Ancak binanın iç mekanında oluşturduğu etki itibariyle ekin tasarımında ortaya çıkan zorluklar, dış mekan eklerinden farklı değildir. Dış mekana yansıyan eklerde biçim öne çıkarken, iç mekan eklerinde işlev daha belirleyici bir rol oynamaktadır.
Mevcut yapıya fiziki olarak eklemlenen bitişik ekler, ortaya çıkan yeni ihtiyaçları karşılamak için yapıyı genişleten yeni mekanlar veya yeni katlar ilave etmek veyahut üst örtü şeklinde yapıyı korumak amacındadır (Resim 17-21). Bitişik ekler, mevcut yapının cephe ve çatısıyla doğrudan fiziki temas halinde olması açısından karşılaştırmaya müsait bir ilişki kurduğundan kütle, malzeme ve doku gibi özellikleri önem kazanır. Bitişik ek ile mevcut yapının fiziki temas hattında uygun çözümlerin üretilmesi genellikle zorlu tasarım problemlerine dönüşebildiğinden, mevcut yapıyla temasın asgari seviyede tutulması tercih edilmelidir. Temas hattının sınırlı tutulması, “eski ve yeni” arasındaki farklılığın vurgulanmasına da imkan ve katkı sağlar.
İlave mekan ihtiyacı tarihi binanın yakın çevresinde konumlanan fakat fiziki olarak hiçbir bağlantı kurmayan ayrık-bağımsız eklerle de karşılanabilir. Mevcut yapılara ulaşım ve erişimi kolaylaştırmak, ilave bir işlevi üstlenmek gibi amaçlarla bu tür eklerin yapılması gerekebilmektedir (Resim 22).
Bazı ekler, uzun süreli veya geçici koruma hedefiyle üzerinde konumlandığı kültür varlıklarını örtmek amacıyla yapılmaktadır. Örtü eki olarak nitelenebilecek bu eklere özellikle arkeolojik alanlardaki kazılarla ortaya çıkan kalıntıları korumak için tasarlanan koruma çatıları örnek teşkil etmektedir (Yılmaz ve diğ., 2019) (Resim 24). Bunun yanında binaların yok olan çatılarının yerine yapılan ekler de örtü eki olarak görülebilir (Resim 26).
Ekin tamamen yeraltında gizli, ayrık veya bitişik bir şekilde tasarlanması, mevcut yapıyı görsel ve biçimsel olarak hiçbir müdahale getirmeden korurken, işlevsel olarak güncel ihtiyaçların göze batmadan karşılanmasını sağlamaktadır (Resim 27). Örtülü veya gizli ek olarak isimlendirilen bu tür ekler, ortaya çıkabilecek tasarım sorunlarını baştan bertaraf ederek risk almayan bir tavrın ürünüdür. Ancak tasarımcısını estetik olarak mevcut yapı ile mukayese edilmekten kurtaran gizli ekler, oluşturabileceği teknik sorunlar açısından dikkat gerektirmektedir.
Tarihi yapılarda çağdaş ekler bazen farklı yapıları birbirine bağlayan geçişler, bazen de aynı veya farklı yapıdaki yatay veya düşey noktalar arasındaki bağlantıyı sağlayan ekler şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bağlantı eki olarak nitelenebilecek bu ekler genellikle ortaya çıkan yaya sirkülasyonu ihtiyaçlarını karşılamak ve kolaylaştırmak amacıyla tercih edilmektedir (Resim 29).
Sonuçlar
Bulunduğu çevrenin özgün kimliğini yansıtarak tarihi ve kültürel sürekliliği koruyup geçmişle gelecek arasında köprü vazifesi gören özgün doku ve binaları yaşatmanın yolu, zamanla çeşitli ekonomik, kültürel, sosyal ve teknolojik sebeplerle ortaya çıkan yeni ihtiyaçları yapı, mekan ve eleman gibi farklı ölçeklerdeki çağdaş eklerle çözmekten geçmektedir. Ancak eski ve yeni ilişkisinin yeterince sorgulanmadığı çağdaş ekler zaman zaman tartışmalara neden olmaktadır.
Eski ile yeni ilişkisinde, bir tarafta mevcut dokuya hiçbir yenilik katmadan sadece taklit ederek tekrarlayan, diğer tarafta ise mevcut dokuyu yok sayarak bağlamdan tamamen kopan yaklaşımlar iki zıt noktayı temsil eder. Ek tasarımı, ortası sıfır-nötr olarak kabul edilen bir çizgi olarak düşünülürse, sıfırın solunda uyum arayan, sağında ise farklılaşan yaklaşımlar yer almakta, taklit ve yok sayma da bu iki tarafın zıt nihai uçlarını oluşturmaktadır. Ek tasarımında ilk akla gelen yaklaşım tekrar olmasına rağmen, tarihi nitelikleri yorumlayan veya zıt bir yaklaşım izleyen örneklerin tekrardan daha özgün ve kararlı ürünler oluşturduğu görülmektedir. En az müdahale ilkesiyle, çağın teknolojisinden faydalanarak geri alınabilir malzeme ve strüktürle eklemlendiği yapının değerini ortaya çıkarıp odak haline getiren örnekler başarıyı yakalamaktadır.
Koruma yaklaşımları açısından ek tasarımında dikkate alınması gereken önemli ilkelerden birisi tasarlanan ekin kendi çağını yansıtmasıdır. Çağını yansıtmayan ekler, bilinçli veya bilinçsiz bir tavırla tarihi sürekliliği kesintiye uğratma çabasındadır. Malzeme, yapım tekniği ve biçimiyle üretildiği dönemi yansıtan çağdaş ekler, gerçek ihtiyaçlar için geliştirilen sahici çözümler olarak kültürel sürekliliğin önemli bir bileşeni haline gelmektedir. Bunun yanında geri alınabilir nitelikte olması ve eklendiği bina veya çevreyi önüne geçmeden ortaya çıkarması koruma ilkeleri açısından beklenen yaklaşımlardır. Ancak sadece korumaya odaklanarak nitelikli bir tasarım elde edilemeyeceği düşünülürse, “yeni”ye de en az “eski” kadar değer vermek gerektiği anlaşılmaktadır.
Ülkemizde nitelikli çağdaş ek örneklerinin az olmasının temelinde, koruma ilkeleri ve mevzuatın yorumlanma biçimindeki farklılıklar ve çağdaş koruma düşüncesinin yeterince özümsenmemesi yatmaktadır. Uyumun çoğunlukla taklitle karıştırılması ve mevzuatın özgün uygulamaları olabildiğince kısıtlayıcı yönde kullanılması, nitelikli çağdaş eklerin ortaya çıkmasını zorlaştırmaktadır. Sığ bir şekilde sadece korumayı önceleyen veya tam tersine tarihi dokuyu yok sayan yaklaşımlar, nitelikli tasarımlara ulaşmak açısından yetersiz kaldığından, başarı için mimari tasarım ile koruma birlikte ele alınmalıdır.