Zamanın Ruhu: Bursa Ulu Camii, Üsküdar Meydanı ve Krom Korkuluklar
Ömer Selçuk Baz, Mimar
Zeitgeist, zamanın ruhu mütevazi gibi görünen büyük bir tarif. İnsan düşüncesinin belirli bir zaman dilimi için, davranma, üretme biçimlerini kapsıyor. Toplumsal bir ruh halinin, tek tek bireylere kadar takip edilebilen düşünme ve hareket etme halleri.
Zeitgeist, bir zaman anında durup senden önce yapılan her şeye hayretler içinde bakarak gıpta etmeyi ve sonra önüne dönüp işini aynı eğretilikle yapmayı da kapsar. Geçmişte yapılmış-edilmişleri anlamaya, kavramaya çalışma enerjisinin derinliğini de tarif eder. Bu anlama gayretinin kendisi önemlidir; çünkü, bu anlama seviyesi ne yapıp edeceğinin de belirleyicisidir.
İyi mekanları severim; çok sevdiklerime defalarca gitmek, tekrar tekrar orada iyi olanı anımsamak, zihnimi tazelemek iyi gelir. Öğrencilik yıllarımda sıkılıkla gittiğim Bursa Ulu Camii’nde, bir taş kolon dibine oturmuş derinliğe doğru ufak ufak eskizimi yaparken orta yaşlı bir adam yanaşıyor ”Yahu nasıl yapmışlar bu camiyi?” diyor ve ardından cami ile ilgili birçok söylenceyi sıralıyor. Bu hayret ifadesinden bir zamanın ruhunu kavramakta zorlandığını anlamak istiyorum. Hem kendisi konuşurken hem de gittikten sonra, bunu nasıl yapmışlar sorusu ile hiç ilgilenmemiş olduğumu görüyorum. Camiyi bu şekilde yapabilmenin içinde hayret edilecek bir şey bulamıyorum doğrusu. İyi bir inşaat, ancak dikkatli bakarsak pek çok kusur da buluruz. Pek de önemi yok nasıl yaptıklarının ama mekanın sakinliği, derinliği beni öylesine etkiliyor ki… Zamanın çok daha yavaş olduğu bir düşünce dünyasına ait bu yapı, bunu her şeyiyle hissediyorsun. Nasıl yaptıklarından çok, esasında ne yaptıkları, mekanın sadeliği ve doğrudanlığı beni derinlere bir yerlere sürüklüyor. Burada gördüklerimin ne kadarı tasarlanmış, diye düşünüyorum. Amaç bu sadelik miydi, yoksa bu çok ayaklı plan kendini farklı koşullar altında mı dayattı? Esasında bu da çok önemli değil. Bu yapı kendi zamanının ruhunu bize aktarıyor; bu derinliğin içinde kesişen iyilikler zamanlar üstü bir mekan yaratıyor.
Yakın zamanda ziyaret ettiğim Ulu Camii’nden, Yeşil Camii’ye doğru, Heykel üzerinden
yürüyorum. Teker teker yapıların iyiliğinden söz etmek çok mümkün olmasa da Heykel Setbaşı arasındaki kentsel örüntüye tekrar alıcı gözle bakıyorum. Gerçekten iyi! Atatürk Caddesi boyunca uzanan portikli yol, bitişik nizam iyi ölçeklenmiş yapı, sokak dokusu… Aslında iyi kentsel mekan yaratmak o kadar da zor değil, diyorum kendi kendime. Peki, nedir burayı bu kadar iyi yapan? Sıkılığı, ölçeği, büyüklüğü, yoğunluğu işleyiş şekli ve sürekliliği. Ve tabii çok uzun olmasa da zaman içinde üzerinde biriken şeyler. Doğru kurulmuş mekanın -bu ister kentsel mekan isterse de bir mimarlık nesnesi olsun- üzerinde biriktirebileceği değerin hiçbir şeyle kıyaslanamayacağını tekrar anımsıyorum. Zamanın her şeyi sildiği, mekanın ise biriktirdiği savı tekrar düşünmeye değer bir hal alıyor. Mekan sanki girinti çıkıntıları ile akan bir nehirde tutunmaya çalışan güçlü kayalar gibi… Zayıf olanlar suyun etkisi ile kopuyor ya da biz onları söküyoruz.
Yeşil Camii’ye vardığımda heyecanla içeri girip bir köşeye kıvrılıyorum. “T” planlı bu yapı alıştığımız camilere pek benzemiyor. Yan nişlerdeki sekileri, derin pencere oturma nişleri, önündeki revakları ile oldukça etkileyici bir yapı. Sakince yapının kubbesini yeniden süzerken yan nişlerde değiştirilmiş korkuluklar gözüme takılıyor. Eskiden ahşap olduğunu anımsadığım bu korkuluklar “parlak krom” olanlarla değiştirilmiş. Sormaya, itiraz etmeye mecalim de yok, kendimce kuruyorum: Korkuluk kırıldı, marangoz bunun tamiri 15 gün sürer dedi, caminin imamı ahşapla uğraşmak istemedi, ihtiyacı görmek için iki saate hepsini monte ederim diyen “kromcuya” işi verdi. Krom korkuluk deyip geçmeyiniz; işte o da bu yaşadığımız zamanların ruhudur! Hızlıdır, modülerdir, kolay taşınır, monte edilir ve ekonomiktir.
Bana kalırsa, zamanın ruhunu tarif eden en baskın düşünce bu umarsız hız fikridir. Her şey hızlı olmalıdır; fazla düşünmeye, irdelemeye gerek yoktur. Bu çok hızlı yapabilme kabiliyeti bazı yetilerimizi açıkça yok etti. Bir şeyin olması için gerekli süre, sadece onun üretilmesi için değil, düşünülmesi, tartılması, uygunluğunun zihinlerde onlarca kez döndürülmesi, zanaatın gelişmesi için de gereklidir. Coğrafyamızda neredeyse eski olan, belirli bir yaşı olan her şeye karşı duyduğumuz saygının özünde, üretimlerinde zamanın yerli yerinde kullanımı var. Bu zaman kullanımı çoğunlukla bir tercih değil, kendi döneminin zorunlulukları ile belki de mecburen geçirilmiş bir özümseme süreci. Ama kısıtlı dünyanın ürettiklerinin bir değeri var. Bugün her şeyin sınırsızlaştığı bir üretim havuzu içinde benzer bir derinliğe inemiyor oluşumuzu nasıl açıklayacağız? Demek ki, nitelik sadece imkanların çokluğu ile ilgili değil.
Krom korkuluk, kompozit cepheler, beton parke taşlar ve niceleri bu furyanın görünen yüzleri. Bunların çok ötesinde bir zihinsel atalet konusu var, coğrafyamızda konuşulması gereken. Çok çalışan ya da öyle görünen ama az düşünen. Bana göre inşaat, günümüz koşullarında görüp görebileceğimiz en ilkel işlerden bir tanesi. Bazı açılardan karmaşık olabilir; ancak yeryüzünde teknoloji marifetiyle yapılan pek çok işe nazaran mekan yaratmak, inşaat yapmak, temelde bundan 500 yıl önce yapılan üretimden çok da farklı değil. Buna bağlı olarak bugün yaptığımız her şeyin eskiden daha iyi olduğu fikri de paramparça oluveriyor.
Yeşil Camii’den çıkıp, Bursa’dan ofise, Kuzguncuk’a doğru hareket ediyorum. İşe güce dalmadan önce bir nefes alayım fikri ile Üsküdar Meydanı’nda yürürken her defasında hayret ettiğim Marmaray çıkış yapıları ve teknik birimlerine tekrar dikkat kesiliyorum. Etrafıma bakıp, “Boğaz’ın en etkileyici noktalarından birinde, Mihrimah Sultan, Şemsi Paşa Camii ve Yeni Valide Camii arasındaki bir alan nasıl böyle tasarlanabilir?” diye kendime soruyorum. Belli ki Marmaray çıkışları sadece bir mühendislik projesi olarak görülmüş. Ne çıkış yapıları, ne çıkılan yönler, hatta çıkış yapılan yapıların kotları dahi doğru çözülememiş. Etraftaki havalandırma bacalarını, olur olmaz noktalardan fışkıran teknik yapıları söylemiyorum bile. İnşaatın ilkel bir iş olduğunu anımsatayım tekrar ama tasarlamak, öngörmek, yaptığın şeyleri çevrene bakarak incelikler üzerinden biçimlendirmek ilkel bir iş değil; ancak gelişmiş zihinlerin yapabileceği şeyler. Niyetim bir nostalji demeti sunmak, “ecdat nasıl yapmış ama” vurgusu yapmak değil. Yanı başında Mihrimah Sultan Camii varken Marmaray’dan çıkış yapılarını nasıl böyle yapabilirsin, diye sormak istiyorum safça ”zamanın ilgili ruhuna”.
Aynı gün içinde art arda gördüğüm; İstanbul’un kalbinde bir ulaşım meydanı, Bursa’da bir 14. yüzyıl camisi korkulukları ve aralarında yaşanan, burada yazdığım ve yazamadığım, sizlerin her gün deneyimlediği pek çok şey, yaşadığımız zamanın hızlı, geçici, çoğunlukla üzerinde düşünülmeye değer görülmeyen, umursamaz ruhu ile ilgili.