İstanbul AKM’nin Öyküsü

Doğan Hasol, Dr. Y. Müh. Mimar

Yıl 1958. İTÜ Mimarlık Fakültesi’nin üçüncü sınıfına geçmiştim. Yaz stajımı İstanbul Opera Binası’nda yapacaktım.

Opera binasının inşaatına 1946’da İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar zamanında Mimar Feridun Kip ve Mimar Rüknettin Güney’in projeleriyle başlanmış. Hedef, İstanbul’un fethinin 500. yıl dönümü. Ne var ki Belediye’nin gücü yetmeyince iş, Bayındırlık Bakanlığı’na devredilmiş. Yapımı, 12 yıldan beri ağır aksak sürmekte… Bakanlık, “İstanbul Opera Binası Müstakil Fen Heyeti Müdürlüğü” adlı bir büro kurmuştu. 

İnşaatın yanında düzenlenmiş büroda yetenekli bir mimarlar grubunun arasında buldum kendimi.

Büronun başında, adından efsane kahramanı gibi söz edilen, ancak ortada görünmeyen bir mimar yönetici vardı: Hayati Tabanlıoğlu. İTÜ Mimarlık Fakültesi’ni bitirdikten sonra Almanya’da doktorasını tamamlamış, dönüşünde birkaç arkadaşıyla birlikte (1) katıldığı Erzurum Atatürk Üniversitesi Mimari Proje Yarışması’nda birincilik ödülünü kazanmıştı; şimdi belki o nedenle askerliğini Erzurum’da yapmaktaydı. Yaklaşan dönüşü biraz da karışık düşüncelerle bekleniyordu: Büroya yeniden sıkı bir disiplin gelecek, çalışma saatlerine daha çok uyulması gerekecek, ama bu güçlüklere karşılık işler daha iyi gidecek.

Hayati Tabanlıoğlu bir gün ansızın geldi. Belki daha evine bile uğramamıştı. Büro şöyle bir dalgalandı. Derhal, işlerle ve tek tek herkesle ilgilenmeye başladı. Sanki daha dün ayrılmış gibi bir hali vardı. Kısa sürede herkes kolları sıvadı. Bütçeye yılda 1 lira ödenek konsa da projeleri bir an önce bitirmek gerekiyordu.

Önceki evrede hazırlanmış ve betonarme inşaatı kısmen uygulanmış olan projelerde ana salonla binanın oran ilişkisi, bürodakilerin sık tekrarladıkları şekilde, “yumurta-tavuk” arasındaki oran gibiydi. Cepheler, o günlerde yürürlükte olan Milli Mimari akımına uygun tarzda hazırlanmıştı. Binaya, Taksim Meydanı’ndan başlayıp yükselen geniş merdivenlerle giriliyordu. İstanbullu hanımefendiler, tıpkı Batı’nın klasik opera binalarındaki gibi, uzun eteklerini sürüyerek operaya gireceklerdi. Binanın betonarme karkası bitirilmişti, ama en üstteki balkondan sahne görünmüyordu (2).

Projeler yeni büroda saptanan belirlemelere göre yeniden ele alınmıştı. Binada bir yandan çeşitli kültürel etkinliklere olanak sağlayacak değişiklikler yapılırken ana salonun da olabildiğince büyütülmesine, öte yandan binaya daha çağdaş bir görünüm verilmesine çalışılıyordu.

İstanbul Belediyesi, yükselmesi gereken sahne bloğuna ve yandaki alana yapılacak kapalı otoparka karşı çıkıyordu. O tarihlerde Taksim’e henüz gökdelenler dikilmemişti. Denizden siluetler çizildi; Tabanlıoğlu’nun çabalarıyla, büyük pazarlıklardan sonra sahnenin masum yükseltisi Belediye’ye kabul ettirildi. Yandaki kapalı otopark ise “dekor depoları” olarak onaylanmıştı.

Taksim Meydanı’na bakan cephe için Mimar İlhan Tayman’ın önerisi seçildi. Cephe, o tarihlerde sinema salonlarında ekran önündeki perdeyi anımsatıyordu; gösteri başlarken yukarıya doğru çekilerek açılan perdeyi… 

İlhan Tayman’ın önerisi olan giydirme cephenin uygulanması Arçelik Fabrikası’nda Mimar Aydın Boysan’ın başında bulunduğu bölümün katkılarıyla gerçekleştirildi. 

Akustik vb. teknik sorunların çözümünde yerli ve yabancı danışmanların katkılarında da yararlanılıyordu. 

Stajım birkaç ay sürmüştü, ancak, o ortamda tanıdığım Hayati Tabanlıoğlu, İlhan Tayman ve öteki mimarlarla ilişkilerim hep sürdü. 

Opera binası Nisan 1969’da bitirilebildi ve “İstanbul Kültür Sarayı” adıyla açıldı. Bina gerçekten her bakımdan büyük bir başarı örneği olmuştu. Bina kullanılıyordu, ne var ki sahibi belli değildi. Binaya sahip çıkma konusunda Devlet Operası ile Devlet Tiyatrosu arasında bir çekişme başlamıştı. Hayati Tabanlıoğlu, bu çekişmeden duyduğu rahatsızlığı dile getirirken “Bunlar günün birinde binayı yakacaklar” diyordu.

1970 sonunda yaşanan talihsiz olay, Tabanlıoğlu’nun kehanetindeki gibi oldu. Bir gece Arthur Miller’in Cadı Kazanı oynanırken sahnede yangın çıktı. Sahne ile salon arasındaki koruyucu, çelik yangın perdesini, düğmeye basıp indirmek kimsenin aklına gelmediği için de bina tümüyle yandı. Yangına karşın can kaybı da, yaralanma da yoktu. Seyirciler, doğru tasarım sayesinde salonu ve binayı kolayca terk edebilmişlerdi.

Ülkemizde adet olduğu üzere, her şey olup bittikten, felaket geldikten sonra, sıra sorumlu aramaya gelmişti. Tabanlıoğlu öngörüsünde haklıydı, ama bu yetmiyordu. Opera ve Tiyatro’nun genel müdürleri Aydın Gün ve Cüneyt Gökçer ile birlikte Hayati Tabanlıoğlu da sanık sandalyesine oturtuldu. Sonuçta beraat etti, tortu olarak üzüntüsü kaldı.

Kültür Sarayı yine Hayati Tabanlıoğlu’nun yönetiminde ikinci kez inşa edildi. Projeler kısmen değiştirilerek sadeleştirildi, 6 Ekim 1978’de açılan binanın adı “İstanbul Atatürk Kültür Merkezi (İstanbul AKM)” olarak değişti.

Bina yeniden çeşitli kültürel etkinliklerle hizmet vermekteydi. Ne var ki 2000’li yıllarda Taksim Meydanı’nın hatta Gezi Parkı’nın düzenlenmesi Hükümet’in önemli bir gündem maddesi haline gelmişti. İstanbul AKM de o kapsamda gündemdeydi. Nitekim 2008 yılında, yeniden düzenlenmek üzere etkinliklere kapatıldı. 

Araya giren Taksim Gezi Olayları, işin daha da gecikmesine neden oldu. 

Kapatma kararı anlamsızdı. İstanbul, AB tarafından 2010 yılı için Avrupa Kültür Başkenti olarak seçilmişti. Biz o karara karşın, İstanbul’daki tek kültür merkezini kapatmıştık. Ayrıca ilgili Koruma Kurulu’nca “değerli kültür varlığı” olarak tescil edilmiş binayı Kültür Bakanlığı yıkmak istiyordu. Gerekçesi binanın yetersizliği imiş.

2012 yılında yıkımdan vazgeçildi ve binanın “Güçlendirilmesi ve Tamirat-Tadilat İşleri” yapılmasına karar verildi. Taksim cephesine, ihale işinin ayrıntılarını gösteren bir tabela asıldı. İhale tutarı yaklaşık 70 milyon TL idi; 30 milyonu için de H.Ö. Sabancı Holding sponsor olmuştu. 

Bu durum kabul edilebilirdi. Nitekim Paris’teki Garnier ve Milano’daki La Scala operalarında yapıldığı gibi, özü korunarak güncel gereksinimlere elverişli düzenlemeler yapılabilirdi. 

Ne var ki bir süre sonra, müteahhidin iddiasına göre “inşaatın çürük” olduğu gerekçesiyle bundan da vazgeçildi ve “koruma tescil kararı” tepeden inme bir kararla kaldırılarak 2018’de bina yıktırıldı.  

Son olarak, Hayati Tabanlıoğlu’nun varisi Tabanlıoğlu Mimarlık Grubu’na hazırlatılan proje uygulandı ve İstanbul AKM 29 Ekim 2021’de yeniden açıldı. Bu kez maliyet 2.2 milyar TL’ye ulaşmıştı. 

Yazık ki İstanbul 13 yıl süreyle AKM’nin sunabileceği kültürel etkinliklerden mahrum kaldı.

İstanbul AKM’nin “Yık-Yap, Yak-Yap, Aç-Kapa, Yık-Yap” sürecinin son bulduğunu umalım. 

Notlar
1. Enver Tokay, Ayhan Tayman, Behruz Çinici.
2. Bu balkon o tarihlerde yıkılarak kaldırıldı.