Deniz Ova: “Fiziki deneyimlere dair yeni pratikler geliştirmemiz gerekiyor”
Pandemiyle birlikte daha uzun bir sürece yayılan ve dijital ağırlıklı olarak gerçekleşen 5. İstanbul Tasarım Bienali’nin Direktörü Deniz Ova ile bienalin geçirdiği dönüşümü ve gelecek yıllarda nasıl devam edeceğini konuştuk.
Ülkü Karaburçak
5. İstanbul Tasarım Bienali pandemi nedeniyle nasıl bir dönüşüm geçirdi?
Deniz Ova: Birçok etkinlik gibi İstanbul Tasarım Bienali de pandemi sebebiyle dijital ağırlıklı bir dönüşüm yaşadı. Pandeminin izleyici etkileşimine getirdiği zorluklar sebebiyle bienalin çeşitli bölümleri için farklı programlara dayalı bir plan geliştirdik ve bienali daha uzun bir sürece yaydık. Ekim-Kasım 2020’de ARK Kültür’de sergilenen Kara ve Deniz Kütüphanesi, önümüzdeki birkaç yıl içinde gelişeceğini görmeyi umduğumuz başlangıç noktaları olan bir dizi araştırma projesiydi. Empati Seansları bölümü, bienalin hemen başında Pera Müzesi’nde film ve karşılaşmalar biçiminde empati üzerine düşünen işler sundu. Bu filmler daha sonra Ocak-Mart 2021’de birer hafta süreyle İKSV YouTube kanalında da herkesin erişimine açıldı. Eleştirel Yemek Programı bölümünü de, internete erişimi olan herkes tarafından herhangi bir yerden takip edilebilecek dijital bir seri olarak kurguladık. Bu bölümde Ekim 2020 – Mart 2021 arasında yayınlanan işler İKSV YouTube kanalında ve e-flux architecture üzerinden süresiz erişime açıldı. Yeni Yurttaşlık Ritüelleri kapsamında, Pera Müzesi’nde Nisan sonuna kadar gösterdiğimiz işlerin yanı sıra, şehirde, insanların günlük yaşamlarında kullandıkları kamusal alanlara yayılan yerleştirmeler ise Mayıs 2021’e dek etkinleştirmelere sahne olmaya devam edecek. Genel olarak, bienali dijital programda gıda ile ilişkimize dair eleştirel düşüncelerden, insanların yaşamlarını ve tercihlerini etkileyebilecek olan, bienal sonrası Akdeniz bölgesinde projelere dönüşebilecek araştırmalara, birçoğu uzun süre şehirde kalacak olan Yeni Yurttaşlık Ritüelleri müdahalelerine geniş bir yelpazede düşündük. Sadece belirli tarihler arasında gerçekleşmesini değil, yeni başlangıçlar yaratmasını da umuyoruz.
Bu dönüşümün Bienal takipçileri tarafındaki yansımaları nasıl oldu?
DO: Ekim 2020’de bienalin ilk günlerinde, işler kurulup seyircilere açıldığında bir araya gelişler kontrollü bir biçimde oldu. Sınırlı sayıda izleyicinin katılması bence hem bizim için hem izleyici için bir his kaybına sebep oldu. Eş zamanlı seyirci eserler ile daha samimi bir ilişki kurma fırsatı buldu. Bu bienal sürecinde çok net anladık ki fiziki ortamdan hiçbir zaman vazgeçemeyeceğiz ve geçmemek de gerekiyor, eş zamanlı fiziki deneyimleri tekrar düşünüp bunlara dair yeni pratikler geliştirmemiz gerekiyor. Fakat dijitalin de teşvik edici bir yönü olduğunu yadsıyamayız. Zaten dijitalde üretilmiş işlerin kendi hayatını orada bulduğunu da çok net gözlemledik tekrar. Bunları önceden de elbette biliyorduk fakat şimdiye kadar hiçbir bienalde serginin bir kısmından vazgeçip onu dijitale taşımayı düşünmemiştik. Pandemiyle beraber, planladığımız iki büyük sergi alanından birini dijitale taşıdık ve 18 yeni video esere kavuşmuş olduk. Bu, takip edebildiğimiz, daha farklı seyirci kitlelerine ulaşan bir ağ kurmuş oldu.
İstanbul Tasarım Bienali gelecek yıllarda nasıl devam edecek? Dönüşümün kalıcı unsurları olacak mı?
DO: Bienalin formatı bizim için her zaman bir sorudur. Çok ilginç ve heyecan verici olduğunu gördüğümüz yepyeni yaklaşımlar var ve aslında gelecekte biraz da bunlara yoğunlaşarak bir format değişikliğine gitmek istiyoruz. Araştırmaya dayalı projeler üzerinde çalışmaya devam edeceğiz, ancak büyük yeni projeler veya çok kısa taahhütler üretmekten emin değiliz. Yerel pratiklere güçlü bir şekilde bakacağız ve bunları uluslararası ağlarla bir araya getireceğiz. Sorguladığımız başka bir şey de, gerçekten her iki yılda bir küratör seçmemizin gerekli olup olmadığı veya çeşitli uygulama ve yöntemleri barındırmanın farklı bir yolu olup olmadığı. Büyük bir sergiye odaklanmak yerine, daha çok proje bazlı çalışarak, yerel ve uluslararası kurumlarla daha fazla işbirliği yapmak istiyoruz. Zaman içinde aktive edilmesi gereken farklı anlar olduğuna inanıyorum. Bir diğer odak noktamız bilgi üretimi ve öğrenme pratikleri olacak. Özellikle 4. İstanbul Tasarım Bienali’nde “Okullar Okulu” çerçevesinde yer verdiğimiz projeler ve üzerinde düşündüğümüz alternatif okullar ve deneyler bizi çok etkiledi. Tasarım alanında çok önceden başlayan sürdürülebilir yaklaşımların ve ekolojik etkinin sorgulaması pandemiyle beraber çok daha sesli olarak yer aldı. Temelden bir değişiklik gerekiyor bu da öncelikle bakış açımızı ve yaklaşımlarımızı değiştirmemiz anlamına geliyor. Bu sürecin içinde yer alabilme ihtimali ve sürecin parçası olmak bizi heyecanlandırıyor.