Yeni Bir Hukuk Tasarımı ve Teknoloji Politikası İçin Mimariden Öğrenebileceklerimiz: “Kardeşçe Bir Özen”
Av. Dr. Başak Ozan Özparlak
Hukuk ve teknolojinin iki ortak noktasından bahsedebiliriz: Herkesin hayatını etkilemek ve herkes tarafından anlaşılamamak. Her ikisi de toplumdaki her bireyin gündelik hayatlarının merkezinde, kararlarımızı ve eylemlerimizin sonuçlarını etkileyen temel rollere sahip. Toplumun her kesiminin gündelik hayatlarının bu kadar merkezinde olup, sadece uzmanları veya meraklıları tarafından anlaşılabilmeleri ise bu anlamda ikinci ortak noktalarıdır. Hukuki metinler de teknoloji kullanma kılavuzları kadar herkesin ihtiyaç duyduğunda anlayabileceği şekilde tasarlanmamıştır.
“Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” ilkesinin teknolojideki yansıması, “teknolojiden anlamamak mazeret sayılmaz” şeklinde dönüşerek, güvenlik açıklarından son kullanıcının sorumlu olması riskini de beraberinde getirmektedir.
Bu iki teknik fakat yaygın etki gücüne sahip alanın en önemli kesişim noktası ise “mahremiyet hakkı”dır. Bunu bir örnek ile düşünebiliriz: Akıllı telefon kullanımında bir yaş sınırı yoktur. 13 yaşındaki bir ergen de, 35 yaşındaki bir yetişkin de, 70 yaşındaki bilge yetişkin de bu telefonları kullanmaktadır. Pek çok farklı hayat deneyimine sahip, farklı yaşlardan insanlar aynı şekilde düzenlenmiş metinlere onay vermektedirler: “Kişisel verilerinizin işlenmesine izin veriyor musunuz?” sorusu, 13 yaşındaki bir genç veya 70 yaşındaki olgun bireyler için bir anlam ifade edebilir mi? Annenize hediye ettiğiniz telefon ile ilgili olarak her soruyu onaylama diye bir öneride bulunabilirsiniz elbette. Fakat bu öneri, güncelleme onayı isteyen yazılıma annenizin izin vermemesi ile telefonun yeni siber risklere hassasiyetinin artması ile sonuçlanabilir. Bunları bize kim anlatacak?
“Mantığı eşitsizliğe kurban etme;bırak mantığın işlesin ki gerçek gizlendiği yerden belirsin. Ve doğruymuş gibi görünen yanlış gizlensin.” W. Shakespeare, Kısasa Kısas
Mahremiyet ve güvenlik risk ve açıklarını, bu kavramların ne ifade ettiğini dahi bilmeyen son kullanıcıya yüklemek, yasal olabilir ancak ne kadar adil olduğunu tartışabiliriz. Yanlış olmayan ile doğru olan arasında büyük bir fark olabilir. Ne dersiniz? Oysa onay verdiğimiz eylemlerin ne olduğunu bilmemiz gerekir. Tersi, adeta boşa imza atmak kadar risklidir. En şeffaf kanun yapma ve uygulama biçimini benimseyen devletlerde ve en şeffaf/açıklanabilir teknoloji geliştirme yöntemlerinde dahi, bu temel anlaşılabilirlik olmadıkça, hukuk ve teknoloji gündelik hayatlarımızın ortasındaki dev kara kutular olmayı sürdürürler. Bu tıpkı şimdiye dek en yaşanılır kentler listesinde olan pek çok kentin bugün salgında vatandaşlarına eşit sağlık hizmeti verememesi örneğindeki gibi tüm ezberlenmiş sıfatların çöküşünü gördüğümüz, olağanüstü durumlarda ortaya çıkar. Bu dönemler nadirdir fakat tüm yaşam sistemini düzenleyen kurallar ve yaşamı yürüten teknolojiden en çok cevap beklediğimiz dönemlerdir. Aksi halde varlık nedenleri dahi sorgulanabilir. Düşünsenize, otonom araçların tramvay problemi çözmesini beklerken, bu etik sorunla yüz yüze kalanlar, tüm dünyada sınırlı yatak kapasitesine sahip hastanelerde çalışan doktorlar oldu: Kim hayatta kalmalı? Sıradan genç mi, VIP yaşlı mı?… Gelişmişlik herhalde otonom araç kullanmaktan önce, tüm insanların sağlık, eğitim, barınma gibi temel ihtiyaçlarının karşılanabilmiş olduğu toplumları ifade eder ya da etmelidir. Biz teknolojiden Covid-19 salgınında, aşı ve ilaç çalışmalarında destek, solunum cihazı üretmede hız desteği beklerken, bunlardan öncelikli olarak tüm dünyada karşımıza gözetim ve hatta ihbar aracı olarak çıktığına tanıklık ediyoruz.
Hızlıca bir gözetim dünyası olma yolunda koşan dünyada, mahremiyet mi güvenlik mi sorusunun aslında özgürlük mü kontrol mü demek olduğunu her bireye anlatabilmek gerek. Mahremiyetin veri korumanın ötesinde, daha geniş bir şey olduğunu, veri koruma yasalarına uygun olsa da aslında temel mahremiyet ilkeleri ile çelişen eylemlerin de olabileceğini ve ne olduğunu, neden önemli olduğunu anlatabilecek yeni ve yalın söylemlere ihtiyacımız var. Bu noktada hukuk ve teknolojinin bir üçüncü ortak noktası daha akla geliyor: Değişebilme gücü. Bugünkü veri koruma kuralları kutsal kitaplar değiller, öte yandan bu kurallara uygun alınan onaylar, dualara benziyor.
Mahremiyet, sadece saklayacak bir şeyi olmayanlara gerekli değildir. Düşünebilmek için gereklidir. Yaratıcılık için gereklidir. Ve en çok da özgürlük için gereklidir. Öte yandan özgürlük zor, kölelik konforludur. Carl Sagan’ın dediği gibi, “Bilimsel gelişme için özgürlüğe ihtiyaç vardır” (1). Akıllı nesnelerin 5G iletişim teknolojisi ile birbirine bağlı olacağı yeni iletişim çağı ve ötesinde belki de veri, petrol ile değil, tarım devrimindeki tohumla eşdeğerdir. En çeşitli ve en çok tohuma “sahip çıkan”lar güçlüdür. Tohum ambarlarının başını kimin tutacağı sorusunun cevabı, insanlığın kaderini belirleyebilir (2).
Şimdi hemen hukuk ve teknolojide, insanı ve insanla birlikte de tüm ekosistemi merkeze alan yeni tasarımlara ihtiyacımız var.
Teknoloji ve Hukukun Kesişiminde, Mimari Bize Neler Öğretebilir?
Ya da şöyle soralım: Mimarlık tarihi, büyük veri çağında bize sürdürülebilir bir teknoloji politikası için yol gösterici olabilir mi? Kolonileştirilmiş Cuzco ile 21. Yüzyılın Büyük Biraderi arasındaki ortak nokta nedir? Şehirlerin yapısal tasarımları, çoğu kez ait oldukları ülkelerin siyasi atmosferini yansıtır (3): Adil mi yoksa gelir eşitsizliğinin kutuplaştığı bir sistem mi? Toplumsal kontrol ile sınırlandırılmış mı yoksa başı bozuk bir ejder mi? (4)
Mimarlıkta var olan anlayışı sarsan Le Corbusier, “Mimarinin merkezinde insanın evi olmalı” demişti (5); birbirimize göstermemiz gereken “kardeşçe özen”den bahsetmişti: “Buluşun ve yaratıcılığın gücü insana içindeki en saf şeyi verebilmektir: Evlerin gündelik sevinci.” Şimdi iki evimiz var: Biri fiziksel, diğeri ise siber dünyada yer alan. Ve giderek bu iki ev kesişiyor. Nesnelerin interneti, 5G ve ötesinde ise iç içe geçecek. Bu yüzden merkezine evimizi alan yeni bir hukuk ve teknoloji mimarisine ihtiyacımız var.
Teknolojinin gelişmesi, kim tarafından ve ne için geliştirildiğine bağlı olarak tamamen serbest bırakılabilir veya sınırlandırılabilir. Bize sadece teknolojik yenilik gibi reklamı yapılan bazı şeylerin aslında gözetim/kontrol araçları olduğunu gösterebilecek ve teknolojinin sayılı insanlar değil, tüm toplumlar ve tüm ekosistem için gelişimini sağlayacak bir yol bulunmak zorundadır. Atatürk’ün manevi mirasını hatırlayalım: Bilim ve akıl. Tek başına bilim değil, aklın rehberliğinde bilim. Bilim bize dinozor kopyalayabiliyoruz dediğinde aklımız yani sağduyumuz ve etik/ahlaki değerlerimiz ile neden teknik olarak her mümkün şeyin gerçekleştirilmesinin her durumda doğru olmadığını hatırlatan şey, bilgeliktir.
Çocuklara ve gençlere STEM (Bilim, teknoloji, matematik) yanında, insanlığın “yıldızının parladığı anlar”(6) ve söndüğü büyük yıkımları aktaralım ki aynı hatalara farklı araçlarla sürüklenmesinler.
“Kim kendi çağını anlamak tam olarak görmek isterse ona uzaktan bakmalı. Ne kadar mı uzaktan? Kolay: Kleopatra’nın burnunun seçilemeyeceği kadar uzaktan.” (Ortega y Gasset) (7)
Kaynaklar
- Carl Sagan, Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı (Çev. Miyase Göktepeli), TÜBİTAK/YKY, 1996, İstanbul.
- Başak Ozan Özparlak: Dijitalleşme ve Şeffaflık, TEID InMagazine, Sayı:15, 2019, 28–33, https://view.joomag.com/inmagazine-say%C4%B1-15/0485973001568645987
- Leonardo Benovolo: Avrupa Tarihinde Kentler (Çev: Nirven, Nur), AFA Yayıncılık, İstanbul, 1995. Bu eser, Jacques Le Goff’un editörlüğünde farklı ülkeden beş yayınevinin inisiyatifiyle yayınlanan The Making of Europe (Avrupa’yı Kurmak) dizisinin bir parçasıdır.
- Daron Acemoğlu ve James A. Robinson: The Narrow Corridor, Viking, Birinci Baskı, ABD, 2019.
- Le Corbusier: Mimarlık Öğrencileri ile Söyleşi (Çev: Samih Rıfat), YKY Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2019.
- Stefan Zweig’dan alıntı: İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar, (Çev. Kasım Eğit), Can Yayınları, 11. Baskı, 2011, İstanbul.
- C. W. Ceram’dan alıntı: Tanrılar Mezarlar ve Bilginler: Arkeolojinin Romanı, (Çev. Hayrullah Örs), 4. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1994.