Tarihi yapılara farklı mimari yöntemler ve yapısal teknolojilerle eklemlenen yeni modüllerin ve yeni fonksiyonlarla renöve edilerek kentsel yaşamın yeniden parçası haline getirilen eski yapıların nitelikli örnekleri…
Derleyen: Betül Toy, Y. Mimar
Eski yapıların sürdürülebilirliğine ve tarihsel sürekliliğine katkı sağlayan yeni müdahaleler, çeşitli sebeplerle artık kullanılmayan bu yapıların yeniden hayat bulmalarına imkan tanıyor. Yıkıp yeniden yapmak yerine tarihsel sürekliliğe ve değişime açık, yaşayan kültür ve hafıza mekanları yaratmak, daha sağlıklı ve yaşanabilir çevreler oluşturmanın önemli bir anahtarı.
Karbon ayak izi ne kadar düşük olursa olsun her yeni yapının geri dönüşü olmayan çevresel etkiler yarattığı bilinciyle, tarihi yapıların yeniden kullanımı, yalnız doğa dostu tutumları nedeniyle değil, kent hafızasına ve kamusal belleğe olan sosyal ve kültürel katkıları nedeniyle de oldukça kıymetli.
Tam da bu nedenle, tarihi yapılara farklı mimari yöntemler ve yapısal teknolojilerle eklemlenen yeni modüllerin ve yeni fonksiyonlarla renöve edilerek kentsel yaşamın yeniden parçası haline getirilen eski yapıların nitelikli örneklerini sizler için derledik…
1. Kontich City Hall, Belçika
Mimari Tasarım: plusoffice architects
Tamamlanma Tarihi: 2019
Alan: 5.250 m²
Fotoğraflar: Dennis De Smet
Belçika’nın mevcut Kontich belediye binasını dinamik bir yönetim merkezine dönüştüren Brükselli mimarlık ofisi plusoffice architects, belediyenin çeşitli hizmetlerini de tek bir çatı altında toplamış. Antwerp kentinin yerleşim birimlerinden biri olan, 20.000’den fazla nüfusa sahip Kontich’e ait belediyenin yönetim alanı, Waarloos bölgesini ve Kontich’in daha küçük kasabalarını kapsıyor.
Eski belediye binasının en üst katına yerleştirilen ve cephede hareketlilik yaratan yeni konsey salonu, meydandan da fark edilen, dikkat çekici bir şeffaf oda olarak tasarlanmış. Ara katlar tamamen dayanışma ve iş birliği içerisinde çalışmaya imkan veren, esnek çalışma konseptiyle oluşturulmuş çeşitli ofis mekânları olarak kurgulanmış. Zemin katta bulunan Gemeenteplein Caddesi’ne bakan öndeki ofis hacmi ise yapının kalbini oluşturuyor.
Eski yapıyı yenileyen ve genişleten tasarımcılar, mevcut yapının strüktürel ızgara planına sığamayacak büyüklükte bir konsey salonu tasarımı için var olan verandayı kapatıp, ilave kat tasarlayarak ve merkezde bir atrium yaratarak yapının “U” şeklindeki planını kareye dönüştürmüş. Böylelikle aynı zamanda mekânların gün ışığından daha çok yararlanması sağlanmış. Eski yapının orijinal beton strüktürü ve nervürlü döşemeleri, teknik tesisat kurulumlarıyla birlikte bina boyunca dışarıdan görünecek şekilde açıkta bırakılmış. Islak hacimler, teknik birimler ve toplantı odaları gibi sonradan eklenen hacimlerin malzeme seçimlerine ve detaylandırmasına da oldukça özen gösterilmiş. 1980’lerden kalma mevcut yapının en üst katındaki “infill” (boş alanı doldurma) tasarımının yanı sıra yapıda net ve esnek plan düzenleri yaratılarak daha kompakt hacimler elde edilirken, bu yeni kullanımla birlikte eski yapının sürekliliği ve sürdürülebilirliğine de katkı sağlanmış.
2. Port House, Belçika
Mimari Tasarım: Zaha Hadid Architects
Tamamlanma Tarihi: 2016
Alan: 12.800 m²
Fotoğraflar: Hufton+Crow, Tim Fisher, Helene Binet
Schelde Nehri’nin üzerine kurulmuş olan, Belçika’nın önemli liman kenti Antwerp’te yer alan eski bir itfaiye yapısı, Zaha Hadid Architects tarafından genişletilerek ve yeniden işlevlendirilerek teknik ve idari işlevleri bünyesinde barındıran bir yapıya dönüştürülmüş.
Zamanla küçük ve yetersiz gelen 90’lı yıllarda yapılmış mevcut eski binanın yenilenmesi ve üzerine yerden yükseltilmiş, yaklaşık 12.800 metrekarelik heykelsi görünümlü yeni Port House yapısının eklenmesiyle oluşturulan bu idari merkez, daha önce farklı binalarda çalışan 500 personelin bir arada çalışmasına da imkan sağlıyor.
Avrupa’nın en büyük ikinci limanı olma özelliğine sahip Antwerp Limanı, 12 kilometre uzunluğundaki rıhtımıyla her yıl 15.000 ticaret gemisine ev sahipliği yapıyor. Avrupa’nın konteyner taşımacılığının %26’sını da elinde bulunduran ve gelen okyanus gemileri ile 200 milyon tondan fazla mal taşınmasını sağlayan liman, 8.000’den fazlası liman personeli olmak üzere, 60.000’in üzerinde kişiye de iş imkanı sağlıyor.
Eski bina ile çok farklı bir ilişki kuran yeni Port House, 100 metreden daha uzun yapısı ve cam hacmiyle altındaki eski itfaiye binasının ölçeğine uygun olarak tasarlanmış. Opak ve şeffaf üçgen cam yüzeyler kullanılarak oluşturulan cephenin güney ucunda düz bir yüzey elde edilirken, kuzeyde suyu yansıtan dalgalı bir doku yaratılmış. Etrafı suyla çevrili yapının denizden ilham alan bu dalgalı cephesi gökyüzünün değişen renklerini yansıtıyor. İhtiyaca göre bol miktarda ışık alan veya gölge yaratan cephe, iç mekânlarda kullanıcılara Scheldt Nehri’nin, limanın ve kentin eşsiz manzarasını sunuyor. Schelde Nehri’ni işaret eden ve adeta gemi pruvasını anımsatan yapının yapının sivri ucu ise nehirle görsel bir ilişki kuruyor. İçerisinde bir gözetleme noktasının da yer aldığı, devasa cam kütlenin bu sivri ucu, yere basan konik beton bir ayakla desteklenmiş. Miras listesine alınmış eski itfaiye binasının orijinal cephelerinin önünü yeni bir yapıyla kapatmadan, olduğu gibi muhafaza etmeyi amaçlayan tasarımcılar, yeni eklentinin bu yüzden yapının çatısına konumlandırıldığını belirtiyor.
Mevcut itfaiye binasının merkezindeki avlu camla kapatılarak Port House’un ana giriş mekânı olarak yeniden ele alınırken buraya, yeni asma yapıyla bağlantı kuran bir sirkülasyon kulesi de yerleştirilmiş. Eski binanın üst katlarıyla yeni binanın alt katlarında kafeterya, toplantı odaları gibi mekânların yanı sıra 90 kişilik bir oditoryum tasarlanmış. Yapının diğer katları ise açık ofislere ayrılmış. Bu idari merkezde ayrıca bisikletler için 190, elektrikli otomobiller için de 25 park noktası bulunuyor.
Flaman hükümetinin açtığı yarışma sonucu uygulanan yapının tasarımına Zaha Hadid vefat etmeden önce Patrik Schumacher ile, öncelikle bölgenin kapsamlı bir tarihi analizini yaparak başlamış. Mevcut binayı koruyarak eski ile yeniyi birleştiren yaklaşımından dolayı jüri tarafından seçilen yapının sürdürülebilir olması ve limanın yerel ve uluslararası arenadaki değerlerini yansıtması amaçlanmış.
3. Bristol Old Vic, İngiltere
Mimari Tasarım: Haworth Tompkins
Tamamlanma Tarihi: 2018
Alan: 2.135 m²
Fotoğraflar: Philip Vile, Fred Howarth
İngiltere’nin yıllardır faaliyette olan en eski tiyatrolarından, ünlü Bristol Old Vic Tiyatrosu’nun yanındaki eski yapı, Londra merkezli mimarlık ofisi Haworth Tompkins tarafından yeniden ele alınarak tiyatronun fuayesine dönüştürülmüş. Peter Moro’nun 1972 yılında yapmış olduğu eklentinin yerine yaptıkları yeni fuaye ile tasarımcılar, “şehir için halka açık bir oda” yaratmak amacıyla yola çıkmış.
Fuayenin, eski yapının seyirciyi birbirinden kopuk iki bölüme ayıran, içe dönük halini tersine çevirerek sokağın bir uzantısı olacak şekilde kapalı bir meydan gibi çalışan bir mekan olması amaçlanmış. Asma kat, galeriler, merdivenler ve çeşitli platformlarla hareket alanları genişletilirken kafeterya, bar gibi kullanıcıların keyifli vakit geçirebilecekleri bölümlerle toplanma mekanları yaratılmış. Fuayenin uzantısı olacak şekilde düzenlenen birinci kattaki geniş olan ise etkinlik mekanı olarak işlev görebilecek büyük bir kamusal odaya dönüştürülmüş. Yapıda ayrıca küçük bir tiyatro sahnesi de yer alıyor.
Bitişiğinde bulunan tarihi Georgian Oditoryumu’nun cephesi tasarımın merkezini oluşturuyor. Fuayeye bakan bu tuğla cephede açıklıklar yaratılarak, kotlar merdivenlerle birbirine bağlanmış ve cephenin etrafı tamamen fuayenin ahşap ve cam malzemesiyle çevrelenmiş. Gün ışığının yapının içlerine kadar girmesi amaçlanırken, güney cephede tasarlanan ve ihtiyaç duyulduğunda elle kontrol edilebilen hareketli güneş kırıcılarla da ışık kontrolü sağlanmış. Bu güneş kırıcıların üzerine ise ünlü İngiliz aktör David Garrick’in Bristol Old Vic Tiyatrosu’nun 1766’daki açılışı için yazdığı konuşma metninden sözler işlenmiş.
Ahşap strüktüründe, iyi eskiyen ve zamanla koyu renk alan “Douglas Fir” ağacı kullanılan yapının yanındaki tarihi binalara uyum sağlaması ve sokakla oditoryumu birbirine bağlayan bir “ara mekan” olması amaçlanmış. Bristol kentinin kamusal yaşamının merkezine yerleştirilen bu eklenti, yeniden tasarlanan cadde cephesiyle davetkar bir mekan olmayı hedefliyor.
4. Coal Drops Yard, İngiltere
Mimari Tasarım: Heatherwick Studio
Tamamlanma Tarihi: 2018
Alan: 9.290 m²
Fotoğraflar: Heatherwick Studio, Hufton + Crow, Luke Hayes
Londra merkezli mimarlık ofisi Heatherwick Studio, Londra’nın King’s Cross bölgesinde bulunan 19. yüzyıldan kalma eski kömür depolarını yeniden kullanarak ve mevcut yapıların üzerine birbirine temas eden sıra dışı hacimler ekleyerek alışveriş mekanlarına dönüştürmüş. Bulunduğu bölge itibarıyla çeşitli dönüşüm projelerinin merkezinde bulunan yapı, tahıl ambarlarından dönüştürülen Central St. Martins Sanat ve Tasarım Okulu’nun kampüsü ile eski gaz depolarının yeniden işlevlendirilmesiyle oluşturulmuş yeni konut yerleşiminin arasında bulunuyor. Bu dikkat çekici yapının tasarımcıları, Bjarke Ingels Group iş birliğiyle tasarladıkları Google’ın yeni merkezine de ev sahipliği yapacak olan ve büyük çoğunluğu ofislerden oluşan bu bölgede Coal Drops Yard’ın yeni bir buluşma mekanı olmasını amaçlıyor.
Daha önceleri Kuzey İngiltere’den trenle gelen kömürü depolayarak Londra’nın tüm bölgelerine dağıtımını sağlayan mevcut yapılar, bölgenin yeni kamusal alanına dönüştürülmüş. Son derece geçirgen bir yapıya sahip ve her yönden erişime açık olan yapının tasarımında pek çok giriş ve rota düşünülmüş. Merkezi bir alanın iki yanından lineer şekilde uzanan, toplamda 9 bin metrekarenin üzerinde bir alana sahip olan yapının her iki tarafında çeşitli dükkanlar ve kafeteryalar yer alıyor.
Eski tuğla yapıların üzerinde yükselen ve doğu ve batı aksı boyunca uzanan yeni ek yapılar, 35 metre genişliğindeki kavisli çatıyla birlikte kıvrılarak kesişiyor. Yapının odak noktasını oluşturan bu birleşim, altındaki mevcut yapıların birbirine bağlanması için bir köprü görevi de görüyor. Oluşturulan iç sirkülasyonla birbirine bağlanan, 15 -1.800 metrekare arasında değişen çeşitli satış birimlerine sahip mekanlara, iki kottan da erişim sağlanıyor. Viktorya dönemi sanayi binalarının kendine has dokusu ve özelliklerinden ilham alınan yapının mavi-gri renkli çatı örtüsünde, yine Viktorya dönemi yapılarında sıkça kullanılan ve Gal ocaklarından çıkarılan orijinal kaplama malzemesi kullanılmış.
5. Da Praça, Brezilya
Mimari Tasarım: Arquipélago Arquitetos
Tamamlanma Tarihi: 2018
Alan: 475 m²
Fotoğraflar: Pedro Napolitano Prata
Brezilya’nın küçük bir sahil kasabası olan Paraty’de, kullanılmayan bir yapı, Arquipélago Arquitetos tarafından sinemaya dönüştürülerek yeniden canlandırılmış. Brezilya’nın Rio de Janeiro eyaletinin kıyı şeridinde yemyeşil bir koridor şeklinde uzanan Costa Verde’de yer alan Paraty kasabası, 1.500 yılında Portekiz kolonisi olarak kurulmuş. 2019 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan yaklaşık 36.000 nüfuslu bu yerleşim, dağları, kıyı şeridi ve eşsiz doğasıyla turistlerin de cazibe merkezi olmuş. Önceleri kullanılmayan, boş bir kabuk şeklinde kasabanın tarihi merkezinde yer alan bu yapı, bölgenin kimliğinde ve hafızasında yer edindiğinden, mümkün olduğunca korunarak yeni imkanlar doğuran, davetkar bir mekana dönüştürülmüş.
Belirli bir zamanda dondurulmamış, tarihsel sürekliliğe ve değişime açık, yaşayan bir kültür ve hafıza mekanı olarak ele alınan Da Praça’nın dönüşümü, önerilen işlevlerin gerektirdiği ölçüde, minimum müdahaleyle gerçekleştirilmiş. Tasarımda eski ve yeni öğeler arasındaki farkın ayırt edilebilmesi için bütünlüğü ve uyumu bozmayacak şekilde, bilinçli olarak farklılaştırma yoluna gidilmiş.
Yapının ana mekanı olan sinema /tiyatro alanı, geniş bir fuayeye, oradan da hemen bitişiğindeki meydana açılıyor. Böylelikle bir kamusal alandan diğerine, servis çekirdekleriyle desteklenen bir aks tanımlanarak mekansal süreklilik sağlanmış. Harabe durumda olan birinci katta, mevcut eski tuğla duvarlara aşırı yük bindirmeyecek şekilde bağımsız, yeni bir metal strüktür oluşturulurken bu kat, mavi-beyaz cepheyle bütünleştirilmiş.
6. Noma Restoran Köyü, Danimarka
Mimari Tasarım: BIG-Bjarke Ingels Group
Tamamlanma Tarihi: 2018
Alan: 1.290 m²
Fotoğraflar: Rasmus Hjortshoj
Gastronomi ve yaratıcılığı aynı potada eriten projeleriyle dikkat çeken ve “Dünyanın En İyi 50 Restoranı” listesinde 4 kez yer alan Noma, yaklaşık 14 yıl boyunca hizmet verdiği, 16. yüzyıldan kalma tarihi liman deposundaki mekanından çıkarak, 2018 yılında BIG ile birlikte geliştirdiği yeni adresine taşındı. Tasarımı ve inşaatı yaklaşık üç yıl süren restoran köyü, restoranın kalbi sayılabilecek bir mutfak etrafında kümelenen ve her biri kendi özel ihtiyacına göre tasarlanarak, işlevleri için en uygun ve en nitelikli malzemelerle inşa edilen toplam 11 farklı mekandan oluşuyor.
Yeni Noma, bir restoranın geleneksel yapısını oluşturan parçaları ayrıştırıyor ve şefleri bütünün merkezine koyacak şekilde o parçaları yeniden birleştiriyor. Restoran deneyiminin her bir bölümü -giriş, lounge, barbekü, şarap seçimi gibi- şeflerin bulunduğu mutfağın etrafında kümelenmiş. Mutfak, merkezi bir konumdan restoranın her köşesine kusursuz bir genel bakış sunarken, aynı zamanda misafirlerin geleneksel olarak sahne arkasında neler olduğunu izlemesine de izin veriyor. Kompleksi oluşturan yapılar hem şeflerin hem de misafirlerin dışarıyı, gün ışığını ve mevsim değişikliklerini görebilmelerini sağlayan, camla kaplı geçitlerle birbirine bağlanıyor ve doğal çevreyi mutfak deneyiminin ayrılmaz bir parçası haline getiriyor. Dev başlıklı bir panoptikon formunda tasarlanan mutfak, bu sayede şeflere hem tüm mutfağı hem de misafir alanlarını gözlemleyebilme imkanı sunuyor. Üst üste yığılmış ahşap plakalarla örtülen bu alanlar, kereste deposunda düzgünce üst üste yığılmış ağaçları hatırlatıyor.
7. Feeringbury Barn, İngiltere
Mimari Tasarım: Hudson Architects
Tamamlanma Tarihi: 2011
Alan: 525 m²
Fotoğraflar: James Brittain Photography
Hudson Architects tarafından hem konut hem de sanatçı atölyelerine dönüştürülen, uzun zamandır kullanılmayan 16. yüzyıldan kalma ahır, İngiltere’nin Essex bölgesinde yer alıyor. Doğal endüstriyel görünümü mümkün olduğunca bozulmadan korunan yapının dönüşüm sürecinde, bir sanatçı olan işvereni, Hudson Architects ile iş birliği içinde, proje yöneticisi olarak çalışarak özellikle geri dönüştürülen malzemelerin kullanım işlerini üstlenmiş. Tasarımda öncelikle ahırın özgün yapım tekniğini anlamak ve sürdürmek, modern müdahaleleri ise olabildiğince en aza indirmek hedeflenirken geri dönüştürülmüş ahşap elemanlar yapının bütününde sıklıkla kullanılmış. Toplamda yaklaşık 525 metrekarelik bir alana sahip olan yapının eski ahşap çatısının yapım tekniğini anlamak için öncelikle 1/1 ölçekli maketi üretilmiş. Eski yapının ağırlıklı olarak meşe ve karaağaçtan oluşan orijinal ahşap konstrüksiyonu büyük ölçüde korunarak sadece artık kullanılamaz halde olan ahşap elemanlar yenilenmiş.
Ahırın hemen yanında bulunan 20. yüzyıla ait iki beton silo yeniden işlevlendirilerek birinde işveren tarafından meşe ağacından yapılmış, asma kattaki yatak odasına ulaşan ahşap döner bir merdiven, diğerinde ise yatak odalarına hizmet eden banyolar tasarlanmış. Yapının genişletilmiş kısmını örten çatının çelik kafesinin içine dışarıdan görünmeyecek şekilde gizlenen, polikarbonattan yapılmış armatürler yerleştirilmiş. Çatının hemen altında kullanılan huş ağacı kontraplaklar ahırın endüstriyel karakterine uyan ham bir yüzey oluştururken kullanılan diğer modern malzemelerle ahırın eski ahşap iskeleti ile kontrast yaratması amaçlanmış. Aralarında 2012 RIBA Regional Award, RIBA East ve Wood Awards gibi ödüllerin de bulunduğu pek çok ödüle sahip olan yapı, inovatif yapım teknikleri ve malzeme detaylarıyla dikkat çekiyor. Ayrıca eski yapının büyük ölçüde korunması ve geri dönüştürülmüş malzemelerin kullanımı ise sürdürülebilirliğe verilen önemi vurguluyor.
8. Medieval Mile Müzesi, İrlanda
Mimari Tasarım: Mccullough Mulvin Architects
Tamamlanma Tarihi: 2017
Alan: 700 m²
Fotoğraflar: Christian Richters
13. yüzyıldan kalma eski bir Orta Çağ kilisesinden dönüştürülen Dublin merkezli mimarlık ofisi Mccullough Mulvin Architects tasarımı Medieval Mile Müzesi, İrlanda’nın Kilkenny kentinde yer alıyor. Kilkenny Kent Konseyi yetkilileri, 2010 yılında, bir zamanların İrlanda’nın Orta Çağ başkenti olan bölgesinde bulunan St. Maria Kilisesi’ni satın alarak tasarımcılardan, kilisenin müzeye dönüştürülmesini talep etmiş. Yapının renovasyonunda, 20. yüzyılda yapılan müdahalelerin bir kısmının korunması, kuzeydeki geçiti ve koro bölümünü tekrar inşa ederek Orta Çağ’daki orijinal planın ve mekanların kompleks yapısının yeniden sağlanması amaçlanmış. Yeniden inşa edilen, şehre doğru bakan koro bölümü kent peyzajının içinde baskın bir mekan olarak tekrar kendini gösterirken, altındaki yeraltı kemerleriyle desteklenmiş mezarlık alan olduğu gibi bırakılmış. Restore edilen mevcut taş yapı ve yeniden tasarlanan mekanlarla birlikte müze bir yandan da arkeolojik bir deney alanı haline gelmiş. Yapılan kazılar sonucu, yeni eklenen yapının hemen altında da yapı temelleri bulunmuş. Aydınlatma elemanları arkeolojik kalıntıların seviyelerine göre ayarlanarak çıkan buluntuların daha da görünür kılınması sağlanmış.
Kilisenin kuzey koridoru ve şatosu yani sunak çevresindeki alan, Orta Çağ’daki orijinal planına sadık kalınarak mevcut taş duvarların hayatta kalan tabanının üzerine yeniden inşa edilmiş. Haç planlı kilisenin özgün taş duvar tabanlarının üzerine ve duvar bitişiğine eklenen bu yeni bölümlerde İrlanda’nın gri gökyüzüne ve taşlarına gönderme yapan ve mekanları adeta bir folyo gibi saran, kurşundan yapılmış oluklu bir malzeme kullanılarak eklentiler eski yapıdan ayrıştırılmış. Yapının restorasyonunda duvarlarla uyumlu taş malzeme yerine kurşun ve kereste ile yeni bir mimari dil yaratmak hedeflenmiş. Zeminde ise sergiler için kontrollü bir ortam oluşturmak amacıyla mevcut döşemeler iyileştirilmiş ve yeni bir taş zemin döşenmiş.
Planın ortasına denk gelen sergi mekanını örten yeni yapılan tavanda yarık oluşturularak eski orijinal Orta Çağ çatı strüktürünün bir kısmı sergilenirken aynı şekilde beyaz duvarların aralarından da yer yer açıklıklar yaratılarak duvarlardaki eski taş işçiliği gözler önüne serilmiş. 2019 Mies van der Rohe Ödülleri’nde finale kalan müze, kireç taşının oyulmasıyla yapılmış mezarları ve Orta Çağ’dan kalma mezar anıtlarıyla birlikte kentin önemli bir hazinesini içinde barındırıyor.