Tarihyazımına Bir Kayıt Düşmek

Prof. Dr. Şengül Öymen Gür
Yrd. Doç. Dr. Serap Durmuş

Mimarlık tarihyazımı birkaç farklı anlamda bir reform geçirmektedir ve bu en belirgin biçimde modern mimari tarihyazımında kendini hissettirmektedir. Özellikle 1990’lı yıllardan sonra yaşanan bu değişiklikler Benjamin’in zamanla ilgili söylemlerine, Derrida’nın yapıbozum felsefesine ve en önemlisi Latour’un Modernite ile ilgili otolojisine (1) dayanır.

Modern mimarlık tarihi, modernitenin tarihte kesin sınırlarla tarif edilebilen bir an olduğunu kabul eden, modern ilkelerin dünya çapında kabul görmesiyle modern mimari imgelerin homojen bir biçimde ortaya çıkmasına neden olan ve bu kodlar ve normların belli bir fikriyat merkezinden çepere doğru yayıldığını öngören kapsamlı bir modernite anlayışına dayanır.

Bu makale modern mimarlık tarihini yapıbozumcu bir bakış açısıyla yeniden değerlendirme çabasıdır. Kuramsal bilginin ve mimarlık pratiğinin evrensel-yerel ölçekte tartışıldığı makalede; modern mimari tarihyazımında yapıbozumun amacının yıkmak yerine “alethia” (üstünü açma) olduğu savunularak modern mimariye bugüne kadar Batı dünyasında hiç tanınmamış yerel katkılarda bulunmak amaçlanmaktadır.

Dolayısıyla Türkiye modern mimarlığına merkez/çeper münazarası gibi kapsamlı bir çerçeveden bakan makalede genelde mimari tarihyazımındaki gerçeklik ve anlamın mutlakiyetinin sorgulanmasının elzem olduğu savunulurken özelde modern mimarinin kesinlik ve anlamı sorgulanır. Bu durumda makalenin üç temel ayak üzerine oturuyor olması doğaldır; modernite üzerine oldukça kısa bir argüman, tarih ve modern mimarlık tarihi…

Modernite
Modernitenin küresel bir olgu haline gelmesinde sömürgecilik tarihinin oynadığı rol yadsınamaz (Rofel; 1999). “Batılılaşma”, gelişmişlik/az gelişmişlik, gerilik gibi terimler üzerinden tartışılan modernite, Batı dünyasında ortaya çıkan ve dünyanın geri kalanının taklit ettiği, bütün dünyanın amaç ve uğruna mücadele edilecek bir hedef haline getirdiği gerçekten ayırt edilebilir ve kolay tanımlanabilir bir uygulamalar bütünü gibi kabul edilir. Öyle midir? Her bir yaşam alanını saran bu olgudan türeyen kodlar ve imgeler bütün kürenin bürünmesi gereken tümüyle homojen bir var oluş olarak mı kabul edilmelidir? Yoksa moderniteyi, farklı kültürlerin kendi kadim kültürlerinin yapılandırdığı dünya görüşünden kavrayıp yaşamına kattığı endojen (2) bir uygulamalar bütünü olarak mı anlamak daha doğrudur?

Rofel (1999), Modernitenin endojen bir olgu olduğunu inandırıcı bir dille tartıştı. Rofel ile aynı dönemlerde bu kültürel-içsel yorum argümanı bireysel seçme özgürlüğü kavramına kadar genişletildi (Scalbert; 1998). Lejeune ve Sabatino (2010) Akdeniz ülkelerinin modern mimarlığı üzerine yaptıkları bir derleme yayınla modern mimarinin endojen bir olgu olduğuna açıkça ışık tuttu.

Öte yandan, Latour (1991) düşünülenin aksine, insanlığın ortaya çıkışından bu yana geçirmekte olduğu evrimin, bilime yaslanıldıkça arası açılan toplum ve doğanın, insanlık tarihiyle birlikte giden sürekli bir süreç olduğunu öne sürmüştür. Büyük harfle yazılan Modernite’nin aslında çok eski olan bu sürecin üzerinde sıradan bir nokta olduğunu inandırıcı bir dille ifade etmiştir. Dolayısıyla, modernite merkezsiz, çoğul aktörlü ve temalı, her an ve hala içinde bulunduğumuz bir süreçten başka bir şey değildir. Dolayısıyla bu sürecin her bir anını farklı kültürler kendi tarihlerinden yorumladıkları için tümüyle yere özgü bir uygulamalar bütünü olduğunu varsaymak yanlış olmayacaktır. Her farklı kültür bir etkiyi kendi dünya görüşünden algıladığına ve yanıtladığına göre modernite lokal ve endojen bir uygulamalar topluluğudur. Burada ima edilen “öteki moderniteler” salt yerel düzeltmeler olmadığı gibi evrensel bir modelin yerelden örneklenmeleri de sayılamazlar. Onlar modernite denen, daha çok bilimin, yönetimin ve sanatsal-kültürel uygulamaların çeşitli kültürler tarafından kendi dillerine çevrilme durumlarıdır (Rofel; 1999: xii). Demek ki; herhangi bir kültür ürünü, sistem diye tarif edilen belli kodlar karşısında kendi içinde ve özünde duruşuyla çözümlenebilir ve hatta çözümlenmelidir. Bu anlayışa göre tarih nasıl yazılır ve yazılmalıdır?

Tarih ve Yapıbozum
Tarih ne tam bir pozitivist araştırma alanı, ne de tam bir edebi metin… Çünkü kulağa çelişkili gelse de aslında her ikisi de. Tarih, tümdengelimsel akıl yürütme, ampirik ya da hipoteze dayalı deneme süreçlerini kullanmaz; dolayısıyla tarih bir bilim olarak değerlendirilemez. Tarih izlerin (delillerin) gerçeklere tercüme edilmesi faaliyetidir.

Kubler (1962), tarihçilerin keyfi ama inandırıcı davranışlarını vurgulamıştır. Carr (1961), ilk tarihçinin bulup öne sürdüğü bir delilin sonrakiler tarafından hiç sorgulanmadan nasıl sürekli olarak delil oluşturduğunu başarıyla örneklemiştir. Birçok tarih kuramcısı, tarihin özü itibarıyla ideolojik bir niteliği olduğu görüşünde mutabıktır. Amerikalı tarih düşünürü Hayden White’a (1973) göre, geçmişin yeniden yapılandırılması yalnızca delillere dayandığında tarihin başarısız olması doğaldır. Süreci açıklamaya ilişkin retorik, metaforik ve ideolojik stratejileri de dahil etmek gerekmektedir. Geçmişin başarılı ve örnek alınan tarihçileri bu konumlarını gerçeklere değil, sundukları anlatılara borçludurlar. Demek ki tarih aslında yalnızca bir anlatıdır ve kaçınılmaz olarak da ideolojik bir olgudur, denebilir.

Jenkins (2003) ve Munslow (2006) bunu tarihçinin güce boyun eğme yönündeki zaafı olarak görürler. Munslow’a (2006) göre gerçekler masum değildir; zamanın egemen anlamına uyum sağlamak üzere, var olan güç odağına uyan biçimde seçilirler. Bu nedenle Yapıbozumcu tarihçilerin başlıca vurgusu “tarih” ve “geçmişin” ontolojik açıdan aynı şeyler olmadığı, “geçmiş” diye bir şey yazım anında var olmadığı için yalnızca şu anda hayal edilebilen bir olgu olduğu yönündedir (Jenkins; 2003, Southgate; 1988; 2001, Munslow; 2006).

“Oluşturulan anlatı” olarak tarihe Yapıbozumcu bakış, Munslow’dan önce özellikle Lyotard (1984) tarafından teşvik edilen, daha geniş çerçevedeki postmodern entelektüel içerikten doğar. “Tarih, bilimsel bilgi, özgürleştirme ve öz-bilinç gibi öteki meta-anlatılara başvurmadan doğruları ortaya koyamaz” diyen Lyotard, Yapıbozumda öz-kimliği yeniden kazanmaya yönelik bir araçsallık bulur.

Yapıbozumcu tarihçilerin yöntemi, Fransız filozof Jacques Derrida’nın post-yapısalcı fikirlerinden esinlenmiştir. Derrida, Anglo-Amerikan ve Avrupa felsefe ekollerinin ve rekonstrüktivist tarihin başlıca inançlarını sorgular. Derrida, nesneler arasındaki çözülüm, ayrım, mesafe ve farklılıkların evrensel sistemine atıfta bulunmak üzere Fransızca “différance” terimini literatüre kazandırır. Tam da bu noktada aynı kelime dağarcığında var olan söz konusu kavramlar/kelimeler anlam bağlamında farklılık ve sapmalar göstermeye başlar. Buna dayanarak Derrida öncelik ve hiyerarşiler sistemini reddeder. Gerçek-gerçek dışı, doğru-doğru olmayan, hakikat-kurgu, özne-nesne, merkez-çeper ve akıl-bilgi gibi, bilgiyi bilme, anlama ve daha geniş kapsama uygulama bağlamında gözlemlenen özellikle temel ikilemleri sorgular ve altüst eder (Derrida; 1976; 1982). Dolayısıyla tarihi yapıbozumcu bir açıdan değerlendirmek; zaman, delil, empati, sebep/sonuç, süreklilik ve değişim gibi bugüne kadar aşikar ve ebedi görülen tarihin temel kavramlarını da sorgulamak anlamına gelir.

Öte yandan, Walter Benjamin, Paul Klee’nin Angelus Novus’u üzerinden yaptığı bir okumada zaman/tarih metaforu olan ve batı resminde onbeşinci yüzyıldan beri zaman/tarih kavramlarını birlikte temsil etmiş olan “melek” imgesine dayalı olarak tarihin zamansallığı üstünde durmuş, ayrıca, modern öncesi dönemlerin estetik ve anlam değeri yüksek kalıntılar bırakmasına karşın, modern sonrası (kapitalist) dönemlerin her türlü değerden yoksun “enkaz” bırakması nedeniyle yeni dönemleri inceleyecek tarihçilerin karşılaşacağı historiografik güçlüklere değinmiştir. Benjamin okumalarından da böylece tarihin de tarihsel olduğuna da ayrıca ikna oluyoruz (3).

Modern Mimari Tarihyazımında Yapıbozum
Wigley (1993), mimarlıkta yapıbozumcu tavrın hiçbir alanda olamayacağı kadar riskli olduğunu ifade etmiştir. Derrida’nın çalışmalarındaki mimari terminolojinin tek tek izini sürer: hukuk, ekonomi, yazım, yer, sahiplenme, tercüme etme, kusma, mekânlandırma, kahkaha ve dans, gibi… Ama yapıbozumu bizzat kendisinin uyguladığı öne sürülebilir. Örneğin Wigley, “White Walls, Designer Dresses: The Fashioning of Modern Architecture” (1995) konulu yapıtında Modern avangardın yeni bir okumasını yapar; çok bilinen ama az tartışılan bir konu olan Modern’in “beyaz duvar”ını konu edinir. Bu beyaz duvar geçmişin aşırı süslü duvarlarının soyunmasını ima etmesine karşın çıplak da değildir. Beyaz duvarın kendisi bir tür giysidir: spor ayakkabı gibi ve her şeye kolay uyum sağlayan bir giysi. Bu metin bir kavram üzerinden Modern dönemin bir tür sorgulaması ve yeniden okunmasıdır. Bu haliyle zaten açıkça yapıbozumcu bir okumadır. Aynı yazar “The Hyper Architecture of Desire: Constant’s New Babylon” (1999) konulu yapıtında bu kez Yeni Sol Ütopyaları ve Megastrüktürleri (Wollen 2001) Constant’ın “New Babylon”u üzerinden ve orada ileri sürülen “süper devinim” kavramı aracılığıyla yeniden inceler.

Öte yandan, Ampirist tarih kitaplarıyla (1987, 2011) da bilinen Vidler, yapıbozumcu mimarlığı “tekinsizlik” kavramı üzerinden okur (1992); fobiler ve endişelerin mimarlığından sözle yamultulmuş mekanlar kavramını öne süren Vidler (2000), argümanında “yerinden etme, yersizlik” gibi kavramları çeşitli düşünür ve sanatçılara dayandırarak yapıbozumcu mimarları ve onların yeni dijital tekniklerle ortaya koydukları örnekleri inceler. Daha sonraki, bu makale için de çok önemli olan bir yapıtında, Emil Kaufmann, Colin Rowe, Reyner Banham ve Manfredo Tafuri gibi modern mimarlık tarihinin dört büyük tarihçisini masaya yatırır (Vidler; 2008). Bu üç kuşak yazarın kitapları üstünden Modern mimarların ideallerinin ve yanılsamalarının tarihini yazar. Bunları aktaran tarih yazarlarının nasıl kendi ön yargıları ve duygusal tercihlerinden kaynaklı olarak bir “modern mimari” ürettiklerini ortaya koyar. Bir başka deyişle, tıpkı yapıbozumcu tarihçiler gibi mimarlık tarihinin de bir kurgu olduğunu ifade eder. Benzer anlamda başka bir yapıt Hartoonian’a (2013) aittir. Her ikisi de evrensel, köktenci ve tartışılamaz olduğu kabul edilen bütün yorumları reddeder.

Araya belli bir zaman girdikten sonra modern mimariyi yeni okumalara tabi tutmak çağın sorgulayıcı ruhunun bir yansımasıdır. Modern mimarlık tarihi ve çağdaş mimari uygulamalar yakın zamanlarda siyasi ve disipliner açılardan güç ile ilişkileri bağlamında çeşitli kavramlar aracılığıyla yeni kuşak entelektüeller tarafından sorgulanmaktadır (Colomina; 1996, 2007, Dutta; 2007, Dutta vd.; 2012, 2013, Davidson; 2015, Scott; 2010, 2016, Martin; 2003, 2005, 2010, 2012, 2014, 2015).

Scott (2010), 1960’lar ve 1970’lerin başında ortaya çıkan deneysel uygulamalara ve polemiklere odaklanır; kavramsal önermeler, projeler, sergiler, yayınlar, pedagojik inisiyatifler ve propagandalardan hareketle mimarlığın etik ve politik olarak incelenebileceğini göstermeye çalışır. Öte yandan Martin’in (2010) “Utopia’s Ghost” konulu çalışması diyalektik bir tersyüz etme çabasıdır. Burada, postmodern mimarinin genel postmodern düşünce üzerindeki etkileri ortaya çıkarılır. Martin, postmodern mimarinin yeniden tartışmaya açılmasının bizlere yeni içgörüler sağlayacağını savunur.

Bu yeni tarih-kuram entelektüelleri arasında Dutta’nın derlediği “A Second Modernism” (2013) konulu çalışma II. Dünya Savaşı sonrasında mimarlığa giren yeni kavramlarla linguistik, davranışsal, medyatik, sibernetik ve öteki kentsel modelleri inceler. “Governing by Design” (2011) yine mimarlık, siyaset ve ekonomi ilişkileri üzerinedir. Açıkça Dutta, değiştirme ruhu taşıyan protest bir tarih yazarıdır ve bu onu başkalarından çok farklı kılmaktadır.

Özetlersek, Derrida’dan sonra tarihyazımının doğrudan kendinde yaşanan dönüşümlerden başlıcası savaş sonrası Modernleşmesinin sosyal ve siyasal duruma yanıt arayışlarında tarihi bilgiye yeniden başvurulmasıdır. Bu da bize tarihin araçsallığını ve amaçlılığını yeniden anımsatmaktadır. Demek ki tarih, yukarıda da belirtildiği gibi, ustaca ya da değil, her zaman yeniden okunabilir ve yeniden yazılabilir.

Ülkemizde Tarih Yazımında Son Durum ve Bu Metnin Amacı
Geçmişin arşivlenmesi konusunda birçok Orta Doğu ülkesinden ve gelişmekte olan bütün ülkelerden çok farklı ve ileri bir düzeyde olduğumuz açıktır (4). modern mimarlarımızla ilgili biyografik yayınlar da artmaktadır (Bozdoğan ve Kasaba; 2010, Cengizkan vd.; 2012).

Burada altını çizmek istediğimiz nokta 20. yy Türkiye araştırmacılarının, çektikleri bütün zorluklara karşın ampirik-deskriptif tarih yazımında üretken, titiz ve başarılı olduğudur. Ancak, 20. yy Modern Mimarisi konusu çetrefilli bir alan olup araştırmacının nerede durduğuna bağlı olarak farklı farklı devşirilebilmektedir. Batı dünyasının yakından izlendiği gelişmeci bilimsel ve sosyal politikaları benimseyen yazarlar Erken Cumhuriyet Dönemi mimarlığımızı salt fiziksel çevrenin inşa edilmesi şeklinde değil, cumhuriyet erkinin maddi ve manevi şiarları doğrultusunda bir ulusun örgütlenmesi olarak yorumluyorlar (Yılmaz; 2013, Bozdoğan; 2015, Kezer; 2015).

Modernleşmenin mimarimizde bir çift başlılık yarattığını düşünen bazı tarih söylemcileri ise “aslında Modern kuramın ülkede kendine yer açamadığını” ve bu nedenle Post-modern Eklektisizm’in de kaçınılmaz bir biçimde estetik olmayan sonuçlara götürdüğünü ifade ediyorlar (Civelek; 2009). Oysa modernite uzun bir şimdiki zaman olarak varlığını önlenemez bir biçimde her yere sindirir. Kaldı ki ülkemizdeki 1900’ler sonrası kodlanmış milli mimari dönemlerimizin Anadolu ayağı olmadığı için bu dönemleştirmelerin asılsız olduğu da savunulmuştur (Gür; 2000). Bu dönemlerin arka planında çıkar kavgası olduğu da Arkitekt dergisinin sütunlarında kaydedilmiştir. Öte yandan Hartoonian dönemleştirmenin ne kadar zor ve hatta sakıncalı bir uğraş olduğuna da değinmiştir (2013).

Çok yakın zamanlarda çok ilginç derin okumalar yapan genç akademisyenler belki de ülkemizdeki mimarlık tarihyazımının en umut verici çıkışlarıdır (Düzenli; 2009a, 2009b, Gürkaş ve Tanju; 2011, Durmuş; 2014, Durmuş ve Gür; 2016).

Ancak bu makalenin amacı bu genç yazarların okumalarından çok daha kapsamlı bir düzeydedir. Modern Mimari söylemin kürede merkeziyetçi bir tavır izlediği, çeperi görmezden geldiği ve fakat bu çeperin kendi tarihinden kendine özgü ve hatta belki de evrensel değere sahip modern örnekler yarattığını savunmaktadır. Bu noktada modern mimari tarihyazımının genel zaaflarına değinmek yararlı olacaktır.

Modern Mimari Tarihyazımının Zaafı
Ampirik mimarlık tarihçisi başlıca iki tuzağa düşmeye yatkındır: Anglosakson Batı’nın “büyük” geleneklerine odaklanırken erişilebilir olmayanları yok saymak ya da merkeziyetçi ideolojisinden ötürü “öteki” mimarileri kasten göz ardı etmek. Örneğin, Sir Banister Fletcher’ın (1905) mimarlık tarihi metnine göre, yalnızca Belçika, Hollanda, Alman, Fransız, İtalyan, İngiliz ve İspanyol mimarileri 19. yy’daki yeniden canlanma hareketlerine katkıda bulunmuştur. Osmanlı mimarisinden hiç bahis yoktur. Oysa 1948 tarihli “Saper vedere l’architettura”da Bruno Zevi açık bir biçimde Osmanlı’nın Klasik Dönem Camileri ile 1666’da Londra’da inşa edilen St. Paul Katedrali’nin tamburu arasında bağlantılar kurar (Zevi; 1974).

Farklı bir başka örnek, Nikolaus (1943) Pevsner’in “An Outline of European Architecture” adlı eserinin ilk sürümünde, çalışmalarının özgünlüğü ile tanınan büyük Katalan mimar Antonio Gaudi’yi göz ardı etmesi olabilir. Öte yandan Erken Dönem Hıristiyan kiliselerini sınıflandırırken Nikolaus Pevsner (1966, 1968), Anadolu’daki Ermeniler ve Gürcüler tarafından inşa edilen son derece orijinal dairesel ve merkezi tipolojileri de değerlendirmeye almaz (Gür; 2009).

Aslına bakılırsa Romanesk dönemin tümü uzun bir süre boyunca Batının kendi tarih hafızasında göz ardı edilmiştir. 19. yy’ın başlarında doğan ve dini geçmişin göz ardı edilişine bir başkaldırı niteliğinde olan Romantik Akım kendini hissettirene kadar salt Klasik dönemin zevkinin övülmesi Avrupa’daki baskın yaklaşımdır. O döneme kadar Romanesk mimari ilkel ve göz ardı edilebilir bir akım olarak değerlendirilmiş ve dolayısıyla dışlanmıştır (Ourse; 1967).

Bu türden hatalara mimarlık tarihi yazımında sıklıkla rastlanmakta olup burada atıfta bulunulan sayılı örnek bile mimarlık tarihinin tam bir bütünlük içinde olmadığı ve masum olmadığı savını desteklemek için yeterlidir.

Bir “Kitap” ve Tarihin Merkeziyetçiliği
Bu metnin vurgusu merkez/çeper tartışması üzerinedir. Derrida (1966) “différance” kavramını öne sürerken amacı farkı vurgulamak yerine farkı inceltmektir. Bu meşakkatli süreçte “söz-merkezli” ve “yazı-merkezli” olma tartışmasından kalkarak neredeyse bilinen bütün düşünsel paradigmalarla ilgili hiyerarşileri alt üst eder. Etkileyici “varlık/yokluk” tartışmasına kadar ilerlerken ortaya çıkan şey Anglosakson değerlerin her zaman karşıtlıkların birini ötekinden üstün gördüğüdür. Hiyerarşiyi ters yüz etme, karşıtlıkların ve dolayısıyla alt-üst ilişkisi içindeki bütün kavramların bir ucuna değer verme argümanının bir parçası olarak Derrida ve takipçilerinin üstünde durduğu merkez/çeper (marjinallik ve merkezilik) zıtlığı mimaride de önemli bir karşıtlıktır (Benedikt; 1992).

Merkez, derinlik, kalp, yoğun anlamların ve yer çekiminin odağı, içten etkinliğin başladığı ve dıştan başlayan etkinliğin bittiği yerdir. Merkezler içte var olmaları ve içsellikleriyle ve her yönden dıştan uzakta olmalarıyla tanımlanırlar. Çeper sınırlara, dış kenarlara ve onunla birlikte için dış olduğu hudutlara yakın bir kavramdır. Çeper kavramının içinde yönlülük vardır. Çeper eşiklere de yakındır ama kendisi eşik değildir. Çeperin bir alanı vardır ve hududun iç çizgisine birleşir ve onu içine alır.

Merkez/çeper tartışması için Henri-Russell Hitchcock ve Philip Johnson tarafından 1932 tarihinde kaleme alınmış “The International Style” konulu kitabı seçtik. Alfred H. Barr Jr., bu kitabın önsözünde Amerika ve İngiltere’den iki kitapla çağ dönümündeki kaotik beğeniyi açıklar ve “Uluslararası Tarz” tanısının ne denli yerinde olduğundan övgü ile söz eder. Uluslararası tarzın ona göre üç önemli estetik özelliği vardır. Birincisi, kütlesel, anıtsal ve katı olmanın tam karşısında incelmiş düzlem ve yüzeyler arasına saklanan hacim ve mekanlar; ikincisi, simetri ya da dengenin yerine sade bir düzenlilik fikri; son olarak da süsleme yerine malzemelerin kendine özgü niteliklerinden yararlanma, teknik kusursuzluk ve iyi düşünülmüş oranlar. Barr, yazarların örneklerine değinerek şöyle der (1932: 16): “Tarzın Almanya, Hollanda ve Fransa’dan gelişmiş ve oradan Finlandiya’dan İtalya’ya, İngiltere’den Rusya’ya ve uzaklarda Japonya ve Amerika Birleşik Devletlerine kadar yayılmış biçimiyle dikkatle seçilmiş kurgulanmış bir antolojisini yaparlar”.

Bu tümce Derrida’nın “Yorum alışıldık anlamıyla ‘analiz’e benzemeyip, bir tür oyunu andıran serbest bir alandır” sözlerini anımsatmaktadır (Sim; 1992). Oyuna getirildiğimiz nokta ise tıpkı siyasi tarih gibi mimarlık tarihinin de hep bir merkezi olduğu temel varsayımıdır. O merkez Modern Mimari’de Almanya, Hollanda ve Fransa’dır. Ne hikmetse tarih Rusya’dan İngiltere’ye gitmez, İngiltere’den Rusya’ya gider. Oysa 1927 yılında Moisei Ginzburg Moskova Teknik Üniversitesi’nde çığır açan “fonksiyonalist” konuşmasını çoktan yapmıştır (Papadakis vd.; 1989). İtalya’dan Finlandiya’ya da gitmez, Finlandiya’dan İtalya’ya gider, oysa o tarihte Filippo Tommaso Marinetti Fütürist Manifestosunu çoktan yayımlamıştır (20 Ocak 1909). Kısacası söz konusu kitapta bir merkezin ikincil çeperi de afaki olarak çizilir.

Yazarlara göre, 19. yy’da Avrupa, eklektisizmini “bireycilik” ile yani kimi mimarların otonom katkılarıyla aşmıştır ve sonuçta evrensel toplu bir mimarlık dili yaratılmıştır. Görüldüğü gibi Batı kökenli klasik-ampirik mimarlık tarihyazımında bir merkez vardır; merkezin de merkezi vardır. “O” merkezi vurgularken yazarlar, bu kez ülkeler içinden seçilmiş mimarlara geçerler (Barr; 1932: 28): “Özellikle şu üç adamın erken çalışmalarında, Almanya’da Walter Gropius, Hollanda’da Oud, Fransa’da Le Corbusier’de, Modern Mimarlığın erken adımları izlenmelidir. Bunlar ve Almanya’dan Mies van der Rohe modern mimari’nin öncüleridir”.

Bu satırları, yazarların örnekleri ve açıklamaları izler. Alfeld’de Gropius tarafından tasarlanmış fabrikadan önce (1922) inşa edilmiş Modern Mimari örnek yoktur. Oysa Fagus Ayakkabı Fabrikası Walter Gropius ve Adolf Meyer tarafından 1911-1913 yılları arasında tasarlanmıştır ve fakat iç dekorasyonunun bitmesi savaşın da bitmesini beklemiştir (1925). Sonra, bu arada Adolf Meyer’e ne olmuştur? Fabrika tasarımının gerçek yaratıcısı acaba o olabilir miydi? Aynı yıllarda çeperde her hangi bir başka “bireyci” var mıydı-yok muydu? Bilinmez…

Bu yayından yaklaşık 20 yıl sonra H. R. Hitchcock “The International Style Twenty Years Later” (1951) konulu makalesinde “20 yıl önceden ne mükemmel bir tanı koyduğunu” ifade eder. Bu kez F. L. Wright’ı ve ABD’nin kuzey doğusunda uygulama yapan Boston Suburban School’u da dar kapısından içeri alarak, Paul Rudolph’a onay verir. Hatta ona göre, F. L. Wright’ın 1898’de gerçekleştirdiği River Forest Golf Kulübü de kendi tarzında moderndir (Hitchcock; 1951: 240).

Sanırız bu tek kitap bile mimarlık tarihinin merkeziyetçiliğine ziyadesiyle örnektir. Çeperde neler olduğuna ve oluş tarihlerine bakılarak mimarlık tarihinin bu merkeziyetçi tavrının ne kadar gerçekçi olduğunu sınamak olanaklıdır. Ülkemizde Modern Mimari’yi tartışmak için yeniden okunabilecek çok sayıda mimar varken bu konuyu bu dar alanda Mimar Kemaleddin’den ve Seyfi Arkan’dan birer örnek seçerek sınırlamak zorunda kaldık.

Merkez/Çeper Tartışması İçinde Türkiye Modern Mimarlığı
Berlin’de eğitimini tamamlayıp ülkeye döndükten sonra çok sayıda cami, türbe ve sivil yapı tasarlamış olan Mimar Kemaleddin’in dini-ulvi yapıları ile sivil yapıları arasındaki fark birçok araştırmacının gözünden kaçmıştır. Kemaleddin’in simge değeri yüksek yapılarının çoğunda Batı’nın yüksek gelenekleri yanı sıra Osmanlı ve Selçuklu motiflerinden özgün bir mutfak yarattığı söylenebilir. Ama Kemaleddin ikinci gruba giren eserlerinde sosyal ve teknolojik evrime duyarlı olması nedeniyle bütün dünyanın Erken Modern mimarlarından farksızdır.

Mimar Kemaleddin Bey Evkaf nezaretinde çalıştığı yıllarda hepsi 1911 yılında olmak üzere toplam sekiz han tasarlamış, bunlardan dördünün tümü, beşincinin bir bölümü yapılmış, bir adedinin temelleri atıldıktan sonra vazgeçilmiş, kalan ikisi hiç yapılamamıştır (Yavuz; 1981). Bu binalarında Kemaleddin artık kent bilinci içinde çalışan bir Modern mimardır. Klasik tarihçilerimiz birinci, ikinci ve dördüncü vakıf hanlarının Kemaleddin Bey’in en olgun yapıları olduğunu söylerler ve bu binalarda bakışımın bozulmasını arsa sorunu olarak açıklarlar. Onlara göre kusursuz olan bakışımlı, yani simetrik olandır çünkü… Oysa belki de vurgulanması gereken, I. Vakıf Hanı’nın tümüyle çelik iskelet üzerine kurgulanmış olmasıdır. Kalın bir taş yüzeyin ardına saklanmış olan çelik iskelet sistem Kemaleddin Bey’in çağdaş teknoloji konusunda ne denli birikimli olduğunun tartışılamaz bir göstergesidir. Ayrıca, yan cephelerden ya da köşelerden girilen bu binalar asimetrik tasarlanmış olmaları nedeniyle, “uluslararası mimari tarzın” tam da tanımlamaya çalıştığı türden “kendi ritmini kendinden oluşturmuş” binalardır. Modern kentsel icapların bilincinde olmak ve çözüm üretmek ve bu çözümleri üretirken yaratıcı yeni formatlar ve arkitektonikler ortaya koymak Modern olmanın doğrudan tanımıdır. Stockholm’un Neo Barok+Romanesk belediye binasını Erken Modern olarak niteleyen merkeziyetçi zihniyete karşı Mimar Kemaleddin’in vakıf binalarının Modern olduğunu savunmak hiç de zor olmasa gerek (Resim 1).

Ne tuhaftır ki Goodwin (1977: 13) IV. Vakıf Han’ın Sullivan ve Richardson’dan etkilendiğini, F. L. Wright’tan esintiler taşıdığını yazmıştır. Oysa Kemaleddin Bey Amerika’ya hiç gitmemiştir ve F. L. Wright’ın bir müşterisinin eşiyle Avrupa’da bulunduğu tarihlerde (1910-11) Kemaleddin Bey çoktan ülkesinde Evkaf-ı Hümayun Nezaretinde bir memurdur.

Ankara başkent olma yolunda değişmekte ve gelişmektedir. Nüfuslar kentlileşmekte, ekonomik kaygılar tasarımı yönlendirmektedir. Bu sorunlara bir çözüm olarak ortaya çıkan Ankara’daki II. Vakıf Han (Evkaf Apartmanı), değil ülkemizde dünyada ilk apartman örneğidir. Apartmanlar mimarlık yazınında birden fazla ailenin kullandığı toplu barınma üniteleri olarak bilinirler. Coğrafyasına ve kültürüne bağlı olarak tarihte farklı adlar almışlardır. Tarihin ünlü çözümleri arasında Orta Amerika, Roma (Ostia), Mısır, Yemen ve Çin (Hakka halkına özgü “Fujian Tulou”-toprağa gömülü çok katlı, 80-100 ailelik evler) apartmanları sayılabilir. Bunlar komünal ve uzantılı aileler için yapılan toplu barınaklardır. Amerika, İskoçya ve İngiltere’dekiler ise dar ve orta gelirliler için yapılan sıra evlerdir. Toplu yaşamda ön plana çıkan hizmetlerin konutla birlikte çözüldüğü ve çok sayıda aile tarafından paylaşılan, modern yaşama birimleri fikrine en erken örnek Evkaf Apartmanıdır. Evkaf Apartmanı bütün ortak gereksinmeleri kendi içinde çözümleyen, ayrık nizam, çok aile için bir barınma birimidir ve bu anlamda modern mimarinin dünyadaki ilk apartman uygulamasıdır.

Bruno Taut Alman Werkbund bünyesinde 10.000 işçiyi konut sahibi yapmıştır ama en erken örneği 1925 yılında tasarlanmış olan ve tümüyle kırsal çözümlerden oluşan Paradise yerleşmesidir. Oysa Evkaf Apartmanları 1911 yılında tasarlanmış, 1916 yılında kentsel ölçekte inşa edilmeye başlanmış dünyanın ilk tekil apartman örneğidir (Resim 2). Le Corbusier’nin Marsilya Blokları bu binadan yaklaşık 30 yıl sonradır (1946-52). Kemaleddin Bey’in en olgun eseri sayılan bu bina betonarme inşa tekniğinin seçkin bir örneğidir ve tekniğin verdiği bütün olanakları kullanır. Altı katlı yapının üstteki dört katında toplam 32 adet konut yer alır. Servis mekanları avlu cephesine, öteki odalar dış cepheye baktırılarak ve zamanın gerektirdiği her türlü evsel işlev düşünülerek tasarlanmış, apartman konusunda başarılı bir dünya prototipidir.

Üstünde duracağımız öteki proje Seyfi Arkan’ın bir sosyal sorumluluk projesi olan işçi konutları projesidir (1919-24). O tarihte Arkan, Walter Gropius’un Bauhaus-Weimar’da yaptığı stüdyo çalışmalarından bilgi sahibi değildir. Çünkü onun Almanya’ya gittiği yılda Gropius çoktan Amerika’ya gitmiştir. Arkan yurda döndükten çok sonra Bauhaus Arşivi önce Darmstadt’ta (1960) açılmış, sonra da Berlin’deki yeni binasına taşınmıştır (1979). Arkan ancak 1965 yıllarında bir kez daha kısa süreliğine Berlin’e gitmiştir (Resim 3).

1934 yılında Seyfi Arkan’ın Karabük Üzülmez ve Kozlu için tasarladığı yerleşkede bekar ve evli işçiler için ayrı konut tipolojileri geliştirmiştir (Resim 4 ve 5). Konutların yanısıra yerleşkeye çamaşırhane, aşevi ve okul yapıları eklemeyi de ihmal etmemiş, tesiste modern yaşam anlayışı ve teknolojinin hiçbir belgisini/ülküsünü atlamamıştır.

Sonuç
Modernite tartışmalı bir konu olup bizim bütün paradigmalarıyla irdeleme kapasitemizi de aşan bir olgudur, fakat tartışılabilir olması gerçeği bile mimarlık disiplininin tarih ve kuram anlayışı üzerinde çeşitli argümanların ortaya sürülmesine neden olabiliyor. Modernitenin bilim ve teknolojinin çeşitli norm ve ölçütleri vasıtasıyla, kendi yarattığı çeşitli yollardan bütün kültürlere sızmaya ve onları dönüştürmeye yetkiliymiş gibi durduğunu savunan tezler elbette var. Genel olarak doğru da kabul edilebilir. Kültürler doğaldır ki bilgi ve teknoloji alanlarındaki dönüşüm dalgalarını bütün varlıklarında deneyimler, duyumsar ve kendi dünya görüşlerine bağlı olarak direnç bile gösterebilirler. Örneğin sağlık ve hijyen gibi alanlardaki buluşları derhal içe aktaran bazı toplumların radyo ve televizyon gibi haberleşme ve iletişim araçlarına uzun süre direndikleri bilinir. Ama çoğunlukla bu dönüştürücü bilgi ve teknoloji akımlarını deneyimleyen kültürler, etkileri alır ve fakat kendi tarihleri ve kolektif değerleriyle tartarlar ve yeniden yapılandırırlar. Bir bakıma, evrensel bir dili kendi lehçeleriyle konuşurlar.

Bu makalede pek az örnekle irdelenmiş olmasına karşın ender ve yaratıcı erken modern ve modern mimari tasarımlar ve imgelerin bu topraklarda da sözde bir merkezle aynı yıllarda ortaya çıktığı kanıtlanmıştır. Sonrasında da kesintisiz bir biçimde kentlerimizin tümünü örtene dek sürdüğü deneyim yoluyla bilinmektedir. Bir merkeze ve onun iddia edilen öğretilerine bağlı kalınmaksızın Çin’den Nijerya’ya kadar bütün kürede özgece maddeleştiği de deneyimle doğrulanmaktadır. Sanatlarda ve mimarlıkta ortaya çıkan öteki akımlarda olduğu gibi modern mimari de modernite denen evrensel sağduyu ve hazzın merkezden bağımsız bir ürünü ve aynı anda aktörüdür. Kültürü meydana getiren bireylerin bilgi, duyarlılık ve yeteneklerine bağlı olarak yüzeye çıkar ve kendini gösterir.

Burada gündeme getirilen kısa yeniden okuma umuyoruz ki kürenin başka köşelerinden tarih yazarlarını modern mimari gerçekliği sorgulamayı ve anlamını aydınlığa çıkarmayı hedefleyen benzeri tartışmaları daha da ileriye taşıma konusunda cesaretlendirir.

Kaynaklar
•Barr, A. H. J.; “Önsöz”, The International Style, (trans.) Henry Russell Hitchcock ve Philip Johnson, The Norton Library, 1932.
•Benedikt, M.; “Deconstructing the Kimbell: An Essay on Meaning and Architecture”, New Sites-Lumen Books, New York, 1992.
•Bozdoğan, S.; “Modernizm ve Ulusun İnşası: Erken Cumhuriyet Türkiyesi’nde Mimari Kültür”, (çev.) Tuncay Birkan, Metis Yayınları, İstanbul, 2015.
•Bozdoğan, S.; Kasaba, R.; “Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik”, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ankara, 2010.
•Carr, E. H.; “What is History?”, R. W. Davies(der), Penguin, Harmondsworth, 1961.
•Cengizkan, A. vd.; “Modernist Açılımda bir Öncü: Seyfi Arkan”, Mimarlar Odası Yayınları, Ankara, s.59-79, 2012.
•Civelek, Y.; “Mimarlık, Tarihyazımı ve Rasyonalite: XX. Yüzyılın İlk Yarısındaki Modern Türk Mimarisinde Biçime Dayalı Sembolik Söylem Meselesi”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 7 (13), s.131-152, 2009.
•Colomina, B.; “Domesticity at War”, MIT Press, Cambridge, 2007.
•Colomina, B.; “Privacy and Publicity: Modern Architecture as Mass Media”, MIT Press, Cambridge, MA, 1996.
•Davidson, C.; “Log 33”, Anyone Corporation, 2015.
•Derrida, J.; “Writing and Difference”, Johns Hopkins Üniversitesindeki konferansı, 1966; Alan Bass (çev), Chicago, University of Chicago Press, 1978.
•Derrida, J.; “Of Grammatology”, Gayatri C. Spivak (İng. Çev.) Baltimore, John Hopkins University Press [1967], 1976.
•Derrida, J.; “Margins of Philosophy”, Alan Bass (İng. Çev.), Chicago, Chicago University Press [1972], 1982.
•Durmuş, S.; “Mimarlık Düşüncesinin Retorik İnşası: Usûl-İ Mimârî-İ Osmânî”, Doktora Tezi, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, Trabzon, 2014.
•Durmuş, S.; Gür, Ş. Ö.; “Mimarlığın Metinsel Temsilinde Retorik İnşa: Usûl-i Mimârî-i Osmânî”, METU Journal of the Faculty of Architecture, Advance Online Publication, s.1-25, 2016. [Erişim: http://jfa.arch.metu.edu.tr/archive/0258-5316/articles/metujfa2016212.pdf]
•Dutta, A.; et al.; “Second Modernism: MIT, Architecture, and the ‘Techno-Social’ Moment”, MIT Press, Cambridge, MA, 2013.
•Dutta, A.; et al.; “Governing by Design: Architecture, Economy, and Politics in the Twentieth Century”, University of Pittsburgh Press, Pittsburgh, PA, s.237-267, 2012.
•Dutta, A.; “The Bureaucracy of Beauty: Design in the Age of Its Global Reproducibility”, Routledge, New York, 2007.
•Düzenli, H. İ.; “Mimar Mehmed Ağa ve Dünyası: Risâle-i Mi‘mâriyye Üzerinden 16. ve 17. Yüzyıl Osmanlı Zihniyet Kalıplarını ve Mimarlığını Anlamlandırma Denemesi”, Doktora Tezi, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, Trabzon, 2009a.
•Düzenli, H. İ.; “Fiziksel İnşadan Metinsel İnşaya: Türkiye’de Mimarlık Tarihi ve Tarihçiliğinin Serüveni”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 7 (13), s.11-50, 2009b.
•Fletcher, B.; “A History of Architecture on the Comparative Method”, Batsford, Londra, 1905.
•Goodwin, G.; “Turkish Architecture: 1840-1940”, AARP, 11, s.6-14, 1977.
•Gök, Ö.; “Erken Cumhuriyet’in Yarım Kalmış Deneyi: İşçi Konutları”, Kot Sıfır (1 Mayıs 2015).http://kot0.com/erken-cumhuriyetin-yarim-kalmis-deneyi-isci-konutlari
•Gür, Ş.; “Like an Adventure in Linguistics: A Look into Building Typologies and Their History in the Kars-Ardahan Region”, Architecture in Northeastern Anatolia, (ed. Murat Ural and Figen Kuzucu), Milli Reasürans, İstanbul, ss: 181-207, 2009.
•Gür, Ş.; “Modern Mimarimizde Seçmeci Dönemler ve Ayırdedici Farkları”, YAPI Dergisi, S.223, s.51-59, 2000.
•Gürkaş, T.; Tanju, B.; “A difference view to architectural historiography In Turkey”, Papers Produced from PhD Theses Presented at Institute of Science and Technology, Sigma 3, s.325-330, 2011.
•Hartoonian, G.; “The Mental Life of the Architectural Historian”, Cambridge Scholars Publishing, 2011.
•Hartoonian, G.; “Open Histories of Time, Proceedings of the Society of Architectural Historians”, Australia-New Zeland (Gold Coast, Qld: SAHANZ), vol.2, s.867-878, 2013.
•Hitchcock, H. R.; “The International Style Twenty Years Later”, Architectural Record, August, ss.89-97, 1951.
•Hitchcock, H. R.; Johnson, P.; “The International Style”, The Norton Library, 1932.
•Jenkins, K.; “Re-thinking History”, Routledge, London, 2003 (1911).
•Jennings, M. W., der, “Walter Benjamin, Selected Writings”, vol. 4, 1938-1940, Cambridge, Mass.: Harvard University Press 2003: 389-400.
•Kezer, Z.; “Building Modern Turkey: State, Space and Ideology in the Early Republic (Culture, Politics and the Built Environment)”, University of Pittsburgh Press, PA, 2015.
•Kubler, G.; “The Shape of Time”, Yale University Press, New Haven, 1962.
•Latour, B.; “We Have Never Been Modern”, çev. H. Wheatsheaf vd, Harvard University Press, 1991.
•Lejeune, J.; F. Sabatino, M.; “Modern Architecture and the Mediterranean”, Routledge, 2010.
•Lyotard, J. F.; “The Postmodern Condition”, Manchester Universiy Press, Manchester, 1984.
•Martin, R.; “The Organizational Complex: Architecture, Media, and Corporate Space”, MIT Press, Cambridge, MA, 2005 (2003).
•Martin, R.; “Utopia’s Ghost: Architecture and Postmodernism, Again”, University of Minnesota Press, 2010.
•Martin, R.; Barry, B.; “Foreclosed: Rehousing the American Dream”, The Museum of Modern Art, 2012.
•Martin, R.; “Mediators: Aesthetics, Politics, and the City (Forerunners: Ideas First)”, University of Minnesota Press, 2014. •Martin, R.; “The Art of Inequality: Architecture, Housing, and Real Estate”, (ed). Jacob Moore ve
Susanne Schindler, The Temple Hoyne Buell Center
for the Study of American Architecture, 2015. •Munslow, A.; “Deconstructing History”, Rouledge, Londra, 2006. •Oursel, R.; “Living Architecture: Romanesque,
Grosset&Dunlap”, New York, 1967.
•Papadakis, A.; Cooke, C.; Benjamin, A. E.; “Deconstruction: omnibus volume”, Academy Editions, 1989.
•Pevsner, N.; “The Sources of Modern Architecture and Design”, Thames and Hudson, New York, 1968.
•Pevsner, N.; “An Outline of European Architecture”, Pelican Books, 1943.
•Pevsner, N.; “Pioneers of Modern Design”, Pelican Books, 1966.
•Rofel, L.; “Other Modernities: Gendered Yearnings in China After Socialism”, University of California Press, 1999.
•Scalbert, I.; and 6a architects; “Never Modern”, Park Books, 1998.
•Scott, F. D.; “Architecture or Techno-Utopia: Politics after Modernism”, The MIT Press, Cambridge, Massachusetts, 2010.
•Scott, F. D.; “Outlaw Territories: Environments of Insecurity/Architectures of Counterinsurgency”, Zone Books, 2016.
•Sim, S.; “Structuralism and Post-Structuralism”, Philosophical Aesthetics: An Introduction, (der.) Oswald Hafling, Oxford: Basil Blackwell, 1992.
•Southgate, B.; “Why Bother With History? Ancient, Modern, and Postmodern Motivations”, Routledge, Londra, 1988 (2001).
•Vidler, A.; “Histories of the Immediate Present: Inventing Architectural Modernism” (Writing Architecture), The MIT Press, Cambridge, MA, 2008.
•Vidler, A.; “The Architectural Uncanny”, The MIT Press, Cambridge, MA, 1994 (1992).
•Vidler, A.; “The Scenes of the Street and Other Essays”, The Monacelli Press, 2011.
•Vidler, A.; “The Writing of The Wall”, The Monacelli Press, 2011 (1987).
•Vidler, A.; “Warped Space”, The MIT Press, Cambridge, MA, 2002 (2000).
•White, H.; “Meta-history: The Historical Imagination in Nineteenth-Century Europe”, The Johns Hopkins UP, Baltimore, 1973.
•Wigley, M.; “The Architecture of Deconstruction: Derrida’s Haunt”, The MIT Press, Cambridge, MA, 1993.
•Wigley, M.; “The Hyper Architecture of Desire: Constant’s New Babylon”, 010 Uitgeverij, 1999.
•Wigley, M.; “White Walls”, Designer Dresses: The Fashioning of Modern Architecture, The MIT Press, Cambridge, MA, 2001 (1995).
•Wollen, P.; “Situationists and Architecture”, https://newleftreview.org/II/8/peter-wollen-situationists-and-architecture, New Left Review 8, March-April, 2001.
•Yavuz, Y.; “Mimar Kemaleddin ve Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi”, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, Ankara, 1981.
•Yılmaz, H.; “Becoming Turkish: Nationalist Reforms and Cultural Negotiations in Early Republican Turkey”, 1923-1945, Syracuse University Press Syracuse, NY., 2013.
•Zevi, B.; “Saper vedere l’architettura”, Roma, 1948.
•Zevi, B.; “The Modern Language of Architecture”, University of Washington, Seattle, 1974.

Notlar
1. Otoloji: otoloji=autology; kişinin kendini çalışması ve bir konuyu, özellikle toplumu, kendi üzerinden, kendi görüşleri üzerinden irdelemesi ve dışa aktarımıdır. Luhmann’ın Social Systems konulu çalışması buna en iyi örnektir.
2. Endojen: “İçsel/iç kaynaklı; yerleşik kültürden ortaya çıkan” şeklinde bir açıklama uygundur.
3.Walter Benjamin’in Michael W. Jennings tarafından derlenen; Walter Benjamin, Selected Writings, (vol. 4, 1938-1940, Cambridge, Mass., Harvard University Press, 2003: 389-400)‘da yer alan zamanla ilgili görüşleri üzerinde bu kısa metinde etraflıca durmamız olanaksız. Onun tarihyazımı konusundaki görüşleri bu metni etkilemiştir. Ayrıca aynı konuda Hartoonian (2013)’a da bakılabilir.
4.Bu çok uzun listeyi sözcük sayısını zorladığı için burada referans olarak bırakamıyoruz.