Mimarlıkta “Anlam” Kaygısı

Ceren Boğaç, Doçent Dr.
Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü

Mimarlık kuramı içerisindeki anlam tartışmalarının evrimini farklı felsefi mercekler aracılığıyla inceleyerek çeşitli kuramların mimari anlamın keşfine olan katkılarını araştıran; mimarların metalaşmaya direndiği günümüz dünyasında, mimarlıkta anlam kaygısını yeniden ele almaya odaklanan bir çalışma.

Mimarlık, zengin bir duygu, değer ve fikir dokumasını iletmek için biçimin sınırlarını aşarak, anlam ağımızın önemli yapı taşını oluşturur. Bu nedenledir ki mimarlığın anlamının sorgulanması, varoluşunu yer üzerinden inşa eden insan için aslında yaşamın sorgulanmasıdır. Uzun zamandır, anlamlandırma sürecinden vazgeçip yapıları dayattığı şekliyle kabul etmeye bizi zorlayan iktidarla, anlam peyzajlarını genişletmek için toplumsal mücadeleye destek veren mimarların çatışmasına tanıklık ediyoruz. Mimarların metalaşmaya direndiği böylesi bir ortamda, mimarlıkta anlam kaygısının yeniden gözden geçirilmesinin son derece önemli olduğunu düşünüyorum. 

Mimarlıkta anlam tartışmaları tarih boyunca çeşitli felsefi kuramlar etkisinde biçimlenmiştir. Bu felsefi perspektifler kronolojik olarak özetlenecek olursa, ilk olarak 17. ve 18. yüzyıllarda “ampiristler” (empiricists), olaylara algılandıktan sonra anlam atfedildiğini (Locke, 1836); yani bireylerin mekan, malzeme ve biçimle etkileşime geçtikten sonra, deneyim ve gözlemleriyle anlam ürettiğini savunmuştur. Zaman içinde, anlık deneyimlerin tek başına mimari anlamın zenginliğini ve karmaşıklığını yakalayabileceği varsayımı sorgulanmış ve 20. yüzyıl başında fenomenolojinin yükselişi ve insan-çevre etkileşimlerinin incelenmesiyle mimari söylemde ön plana çıkan “işlemciler” (transactionalists), anlamın önceki deneyimler tarafından şekillendirildiğini öne sürmüştür (Grice, 1989). İşlemcilerin, kişisel tecrübelere vurgu yapan bu yaklaşımı, mimarinin genel anlamına katkıda bulunan daha geniş kültürel, toplumsal veya nesnel faktörleri gözden kaçırabileceği veya önemsizleştirebileceği endişesini de beraberinde getirmiştir. 20. yüzyılın başından ortasına kadar etkin olan “geştalt teorisyenleri” ise anlamların çevrenin geometrik karakterinden türetildiğine inanmıştır (Köhler, 1929). Bu bakış açısı, mimarinin biçimsel yönlerine ışık tutarken, anlama önemli ölçüde katkıda bulunan kültürel ve bağlamsal boyutları çoğunlukla göz ardı etmiştir. 20. yüzyılın ortasında Freud öncülüğünde ortaya çıkan “psikanalistler” (Freud, 1961), bilinçsiz arzular, duygular ve anıların, bireyin düşüncelerini, eylemlerini ve deneyimlerini şekillendirmede önemli rol oynadığını, bu nedenle çevrenin veya mimari yapının anlamının, tasarımcının ve kullanıcının bilinçaltında kök saldığını iddia etmiştir. Ancak, bu bakış açısı da bireysel bilinçaltı deneyimlerinin daha geniş bir mimari anlam anlayışına ne ölçüde genellenebileceği konusunda soru işaretleri doğurmuştur.

Özet olarak, tüm bu felsefi yaklaşımlar yerin meal düzeyini, çevrenin potansiyel araçlarıyla ve deneyimleyen kişinin duygusal-düşünsel serüveniyle ele almış ve mimarlığın anlamına yönelik çeşitli teorik çerçevelerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Çevresel Estetik: Mimari Anlamının Eksik Kalan Tartışması
Mimarlıkta anlam konusunun en çok tartışıldığı teorik çerçeve, belirli malzemelerin veya tasarım öğelerinin kullanımının, kültürel veya tarihi anlamlarla ilişkilendirilmesini ve böylelikle bir yapının görünümünün çeşitli fikirleri veya değerleri nasıl aktardığını incelemeyi esas alan “çevresel estetik”tir (Nasar, 1997).

Bir yapının çevresine uyum sağlama biçimi, sembolik çağrışımlar yaratarak algımızı şekillendirir. Bu nedenle yapının estetiği, onun insanlar tarafından deneyimlenme ve anlaşılma biçiminde rol oynar.  Çevresel estetiğin iki ana kategorisi vardır: Formların yapısına odaklanan “biçimsel estetik” ve anlamını vurgulayan “sembolik estetik”. Bu iki kuramdan bahsetmeden önce, bu gruplamayı ilk ortaya atan Santayana’nın (2002) “duyusal (sensory) estetik” adıyla tanımladığı ve 1980’lere kadar hakkında çok fazla araştırma yapılmamış, öznel ve iç gözlem analizine dayanan üçüncü bir kategori daha olduğunu not düşmek gerekir. Santayana “Güzellik Duygusu” adlı kitabıyla estetik teori için bir temel oluşturmuştur. Ona göre estetik yargılarımızı şekillendirmede görme, dokunma ve işitme gibi duyusal deneyimler çok önemlidir ve bu nedenle anlamsal değerlendirme, rasyonel ve entelektüel anlayışın ötesine geçen karmaşık ve çok yönlü bir olgudur (Santayana, 2002). Santayana duyusal estetik kuramıyla çevresel anlam deneyimlerinin zenginliğini ve derinliğini vurgulamış ve bunların doğası gereği dünyayla olan duyusal ve duygusal etkileşimimize bağlı olduğunu öne sürmüştür. Santayana’nın estetik kavramını, duyularımız tarafından tetiklenen anlık ve duygusal tepkiler üzerine kurması, estetik değerlendirmelerde daha rasyonel ve analitik yaklaşımlar sunan biçimsel ve sembolik estetik kuramlarının literatürde daha fazla kabul görmesine katkıda bulunmuş olabilir.

Biçimsel estetik, bir yapının şekil, orantı, ritim, ölçek, karmaşıklık derecesi, renk, aydınlatma ve gölge gibi şekilsel niteliklerinin, çekiciliğine nasıl katkıda bulunduğunu inceler. Bu çözümleme, bir nesnenin anlamının geometrik özellikleri ve biçimsel arka planına göre nasıl algılandığıyla belirlendiğini öne süren geştalt psikolojisinin ilkelerine dayanır (Köhler, 1929). Biçimsel estetik, forma vurgu yaparak, yapının anlamını doğrudan çizgi ve düzlem aracılığıyla ilettiğini öne sürer.  Ancak, bu yaklaşım, çevrenin iki boyutlu yönlerine odaklanması ve çevresel unsurların üç boyutlu etkilerinin yanı sıra bireysel algı farklılıklarını dikkate almaması nedeniyle eleştirilmiştir (Norberg-Schulz, 2000; Venturi ve diğerleri, 1996; Jencks, 1991).

Sembolik estetik ise, yapılı çevrede yankılanan, birbirine bağlı anlamların karmaşık ağına ve bunların sözsüz iletişime dönüşümüne odaklanır. Bu kuram, mimarinin semboller aracılığıyla sosyal değerleri ve inançları ifade eden bir iletişim aracı olarak hizmet ettiğini öne sürer (Norberg-Schulz, 2000; Venturi ve diğerleri, 1996; Rapoport, 1990). Sembollerin anlamları farklı toplumlar için büyük değişiklikler gösterebileceğinden, yapının yer aldığı kültürel bağlamın anlaşılması burada büyük önem taşır (Rapoport, 1990). Sembolik estetik, kültürel ve sosyal bağlamlar geliştikçe mimari sembollerin anlamlarının zaman içinde değişebileceğini ve bu durumun tasarım sürecinde göz önünde bulundurulması gerektiğini vurgular.

90’lı yılların sonunda Krampen (1997), anlamın mimarlık pratiği üzerindeki etkisini analiz etmek için iki yaklaşım önermiştir: Yapılı çevrede işaret sistemlerinin veya kodların eşzamanlı yapısını inceleyen “göstergebilimsel” bakış açısı ve yer ile davranış arasındaki ilişkiyi araştıran “çevresel psikoloji”. Sembolik estetik kuramının temelini oluşturan göstergebilimsel yaklaşım, şehirlerdeki hızlı inşaat patlamasına yanıt olarak 1950’lerde ortaya çıkan İtalyan “yeni göstergebilim dalgası” ile uzun bir geçmişe sahiptir (Krampen, 1997; Eco, 1972). Çevresel psikolojisi çalışmalarıysa 1960’larda başlamış ve “çevresel biliş” şemsiyesi altına girmiştir (Stokols ve Altman,1987; Moore, 1979; Lynch, 1960). İnsan düşüncesinin mekanizmalarını ve süreçlerini inceleyen bilişsel psikolojiden farklı olarak, çevresel psikoloji fiziksel çevrenin davranış ve zihinsel süreçler üzerindeki etkisini araştırır.

Sembolizm, insan davranışlarını yansıttığı ve etkilediği için mimari söylemde merkezi bir rol oynar. Bazı kültürlerde, evin veya tek bir odanın düzeni ve yerleşimi bile sembolik anlam taşıyabilmektedir.   Göstergebilim, işaretlerin doğasını ve onları yöneten yasaları anlamayı içerir (Preziosi, 1979). Göstergebilimci Eco (1972), mimariyi sadece fiziksel yapılar olarak değil, onları yaratan toplumların değerlerini, ideolojilerini ve tarihlerini ortaya çıkaran, okunabilen ve yorumlanabilen kültürel metinler olarak görmeyi teşvik etmiştir. Ona göre mimarlıkta birincil ve ikincil işlevler vardır. Birincil olarak adlandırılan işlevler, yapının biçimidir; ikincil işlevler ise içinde yer alan sembolik nesneler veya olaylarla bağlantılıdır. Örneğin, bir piramit sadece firavun için bir mezar işlevi görmez (birincil işlev), aynı zamanda firavunun ilahi otoritesini, dünyevi ve ilahi olan arasındaki bağlantıyı ve eski Mısır’ın kültürel ve tarihi mirasını sembolize eder (ikincil işlev). Eco’ya göre mimarlığın göstergebilimini inceleyerek, çevresel anlama dair daha derin bir anlayış kazanılabilir.

Yapılı çevre, pratik işlevinden sembolik değerine kadar bir dizi anlamı iletme kapasitesine sahip olduğundan, sembolleri algılamak çevresel anlamın farkına varmada oldukça önemlidir. Davranış ve algıyı şekillendiren kalıtsal arketipleri içeren Jung’un (1934-1954) kolektif bilinçdışı teorisi, belirli biçimlerin neden bireyler için özel anlamlar taşıdığını kavramada oldukça yararlıdır. Örneğin benliğin simgesi olarak ev, rüyalarda ve mitlerde karşımıza çıkan, çeşitli özellik ve unsurları açısından incelenebilen yaygın bir arketiptir. Bunun yanı sıra içinde yaşadığımız toplumun kültürel değerlerini ve normlarını yansıtan bir mikrokozmos olarak da hizmet eder. İnsanların unutamadıkları çocukluk yerlerinin çizimleri üzerinde yıllarca çalışan Marcus-Cooper (1995), Jung’un kolektif bilinçdışı ve arketip kavramlarına dayanarak, ev inşa etmenin, bir benlik inşa etmenin sembolik ifadesi olduğunu savunur. Gerçekten de evlerimiz, yıllarca türettiğimiz anlamlarla “yuvaya” dönüşen, varlığımızı, ruhumuzu, kalbimizi ve benliğimizi bir arketip üzerinden ifade etme biçimimizdir.

 Yaşam evrelerini organik süreç, bilinçdışı zihin ve rasyonel düşünce olarak tanımlayan Lévi-Strauss (1963), bilinç öncesi ve bilinçdışı arasında radikal bir ayrım yaparak, anlam kavramına alternatif bir yaklaşım sunmuştur. Ona göre, her birey yaşamı boyunca kendi deneyim dağarcığını biriktirir ve bilinçaltı bu birikimi semboller, sözlü metaforlar ve simgeler aracılığıyla somut biçimlerle bir dile dönüştürerek yapılandırır. Lévi-Strauss’un 20. yüzyılın ortasında ortaya attığı bu “yapısalcı” yaklaşım, kültür ve toplumsal örüntülerle mimari anlamın kültürel ve sembolik boyutlarının irdelenmesinde önemli rol oynamıştır. Lévi-Strauss’tan kısa bir süre sonra Sartre (1956), mimari anlamın yorumlanmasında insan bilincini ve öznel deneyimi daha geniş bir açıdan ele alan “varoluşçu” bir bakış açısı getirmiş ve çevresel anlamın nitelikler veya yorumlar gibi dış etkenler tarafından bulandırılmaması veya saptırılmaması gerektiğini savunmuştur.

Varoluşçuluk, kökleri Kierkegaard (1980), Nietzsche (2010) ve Heidegger (1962) gibi filozofların fikirlerine dayanan, kişinin kendi yaşamının anlamını yaratma konusundaki bireysel sorumluluğunu vurgulayan felsefi bir harekettir. Özellikle Sartre (1956), varoluşun özden önce geldiğini, yani bireyin önce var olduğunu ve sonrasında kendi özünü (gerçekliğini), yani kimliğini ve anlamını tanımladığını savunmuştur. Bu felsefeden yola çıkarak Norberg-Schluz (1975), coğrafi alandan farklı olarak, deneyimlenen özellikler, süreçler ve ilişkilerle anlamlandırılan, “varoluşsal alan” kavramını önermiştir. Varoluşsal alan, kültürel, sosyal ve fiziksel nesnelerin yanı sıra içindeki bireylerin davranışlarıyla şekillenen kamusal veya özel yerdir. Bu yerin anlamıysa keyfi değil, orada gerçekleşen faaliyetler ve günlük hayatın doğasından türetilir.

Resim 1. Salk Enstitüsü, Louis Kahn.Image 1. Salt Institute, Louis Kahn.

Resim 1. Salk Enstitüsü, Louis Kahn. Image 1. Salt Institute, Louis Kahn.

Resim 2. Vals Termal Banyolar, Peter Zumthor (Fotoğraf: Micha L. Rieser).Image 2. Therme Vals, Peter Zumthor (Photo: Micha L. Rieser).

Resim 2. Vals Termal Banyolar, Peter Zumthor (Fotoğraf: Micha L. Rieser). Image 2. Therme Vals, Peter Zumthor (Photo: Micha L. Rieser).

Resim 3. Ningbo Tarih Müzesi, Wang Shu.Image 3. Ningbo Museum of History, Wang Shu.

Resim 3. Ningbo Tarih Müzesi, Wang Shu. Image 3. Ningbo Museum of History, Wang Shu.

Resim 4. Ormandaki Noh Sahnesi’nde, Kengo Kuma (Fotoğraf: Mitsumasa Fujitsuka).Image 4. Noh Stage in the Forest, Kengo Kuma (Photo: Mitsumasa Fujitsuka).

Resim 4. Ormandaki Noh Sahnesi’nde, Kengo Kuma (Fotoğraf: Mitsumasa Fujitsuka). Image 4. Noh Stage in the Forest, Kengo Kuma (Photo: Mitsumasa Fujitsuka).

2GG6DRM La Jolla, CA / Dec 22, 2018: The Louis Kahn-designed Salk Institute for Biological Studies architecture is world-renowned as an homage to reseach.20. yüzyılın ortalarında öncelikle felsefe ve edebiyat teorisi içinde ortaya çıkan ve daha sonra mimarlık da dahil olmak üzere çeşitli alanları etkileyen “postyapısalcı” felsefeyse, sabit anlamlar, istikrarlı kimlikler ve nesnel gerçekler fikrine meydan okuyarak, güç dinamikleriyle mekansal konfigürasyonlar arasındaki simbiyotik ilişkiyi incelemiştir. Postyapısalcı düşünürler (Derrida, 1997; Deleuze ve Guattari, 1987; Foucault, 1972) anlamın tek bir merkezden değil, farklı bağlamlar ve perspektifler üzerinden inşa edildiğini savunmuştur. Sembolik estetik kuramının gelişimine büyük katkı sağlayan bu yaklaşım, mimari anlamı şekillendirmede dil, güç, bağlam ve algı arasındaki dinamik etkileşime vurgu yapmıştır (Coyne, 2011).

Yer Duygusu: Çevresel Psikoloji Perspektifinden Mimari Anlam Konusunu Yeniden Düşünmek
Krampen (1997), 1990’lı yılların sonunda, mimari anlam tartışmalarına, çevresel psikolojinin ekolojik yaklaşımının daha somut, hatta varoluşsal bir perspektif sunacağını öne sürmüştür. Krampen, bu tartışmayı Gibson’ın (1979) ekolojik algı yaklaşımı ve 1940’lı yıllarda ortaya atılan çevresel biliş (Moore, 1979) kuramı çerçevesinde gerçekleştirerek, mimari ve kentsel çevreyi nesnel bir alan olarak değil, insanların çevre nişinin bir parçası olduğu, büyüleyici ama zor bir çalışma alanı olarak tanımlamıştır.  Krampen, ortaya attığı bu yaklaşımın gelecekteki araştırmalar için bazı köklü değişikliklere neden olacağını öngörmüş, ancak mimari kuram içerisinde anlam konusu, maalesef çevresel psikoloji perspektifinden pek tartışılmamıştır.

Bunun başlıca nedenlerinden biri, mimari kuramın odağına, mimarın tanımlamaya ve manipüle etmeye çalıştığı soyut bir alan olarak biçim ve işlevin birleştiği “mekan”ı koymasıdır. Buna karşın, çevresel psikoloji ise tasarım ve deneyimin simyasından doğan, yapı, bağlam ve belleğin anlamlı bir koreografisi olan “yer”e yoğunlaşmaktadır (Tuan, 1977). Çevresel psikoloji çalışmalarında yer kavramı, salt bağlam olarak değil, bağlılık, kimlik ve anlamlandırma süreçlerinin parçası olarak ele alınmıştır (Devine-Wright & Lyons, 1997; Twigger-Ross & Uzzell, 1996; Korpela, 1989) ve çevresel anlam, kişisel deneyimler ve etkileşimler üzerinden incelenmiştir (Stedman, 2002). Bir başka deyişle, biçimsel veya sembolik estetik kuramlarından farklı olarak çevresel psikoloji çalışmaları, ölçümleme yerine neden ve nasıl sorularına odaklanmıştır.  

Çevresel psikoloji çalışmalarında, insanların çevrelerini algılama ve ilişki kurma biçiminin en çok tartışıldığı kuram “yer duygusu”dur (Tuan, 1977). Ancak, yer duygusu, mimari anlam tartışmalarında çok fazla ele alınmış bir kuram değildir. Bunun nedenlerinden biri, mimarlık eğitiminin daha çok mekansal ve teknik yönlere odaklanmasıdır. Bir diğer neden ise, bağlamsal duyarlılık yerine verimliliği önceleyen piyasa güçlerinin mimarlık üzerindeki baskısıdır. Ayrıca, bu kuramın tanımının yapılması da kolay değildir. “Yer duygusu” kavramı, coğrafya, çevresel psikoloji, mimarlık, sosyoloji, antropoloji, kentsel tasarım ve insan ekolojisi gibi birçok alanda kullanılan bir terimdir ve fiziksel, kültürel ve duygusal unsurların iç içe geçerek belirli bir konum içinde derin ve ayırt edici anlam uyandırması nedeniyle bireylerin çevreleriyle kurdukları derin bağlantıyı özetler. Bu yüzden, yer duygusunu sadece yer bağlılığı veya yer kimliği olarak değil, aynı zamanda köklülük (rootedness), yabancılaşma (alienation), yersizlik (placelessness) gibi birçok anlam katmanını barındıran, kapsamlı bir çerçevede ele almak gerekir.

Örneğin, Stedman (2002), yer duygusunun nüanslı ölçeklerini daha da derinleştirerek, onu hem bireysel hem de grup dinamiklerinden etkilenen ortamlardaki sembolik anlamlar, bağlılık ve memnuniyetin bir toplamı olarak tanımlamıştır. Yer duygusunun oluşumunu etkileyen faktörler, çevrenin fiziksel özelliklerin yanı sıra insanın bilişsel ve algısal süreçlerini de kapsamaktadır. Steele (1981) ise yer duygusunun sadece duygusal bir bağ değil, bireysel anlamları çevreyle iç içe geçiren bilişsel bir yapı olduğunu vurgulamıştır. Ona göre boyut ve ölçek gibi fiziksel parametreler, doku, renk ve koku gibi çeşitli duyusal unsurlar, yerler arasındaki farklılaşmaya katkıda bulunmakta ve insanların onlarla ilişkilendirdiği anlamları etkilemektedir. Ayrıca kimlik, tarih ve çevresel özellikler gibi faktörler de bireylerin mekanlarla iletişim kurma ve algılama biçimlerini şekillendirmektedir (Steele, 1981). Jorgensen ve Stedman’a (2001) göreyse yer duygusu, insanların bir yerdeki duyguları, inançları ve bu yerlerin işlevlerindeki duygusal, bilişsel ve davranışsal yönlerin etkileşimini kapsamaktadır. 

Tasarımcıların küreselleşme, teknolojik ilerlemeler ve çevresel kaygıların getirdiği yeni zorluklarla boğuştuğu günümüz dünyasında, mimarlar artık yalnızca kültürel önemi somutlaştıran değil, aynı zamanda hızla değişen dünyanın taleplerine yanıt veren yerler yaratma ihtiyacıyla karşı karşıyadır. Tam da bu noktada, “yer duygusu” kavramı, “mimarlıkta anlam”ın araştırılması için önemli bir kavşak noktası olarak ortaya çıkmaktadır. Çevresel psikoloji çalışmaları, mimarları insanların çevrelerini nasıl algıladıkları ve etkileşime geçtiklerinin muhtelif boyutlarını araştırmaya teşvik ederek, mimari seçimlerin psikolojik etkileri konusunda artan bir farkındalık sağlamıştır. Eş zamanlı olarak, “yer duygusu” kavramı da çeşitliliğe saygı duyma yönündeki etik zorunluluğa uyum sağlayan, kültürel açıdan duyarlı ve özgün tasarımların önemini kavramak açısından önemli bir potansiyele sahiptir. 

Bence yer duygusu, Santayana’nın (2002) “duyusal estetik” kuramının eksik kalan tartışmalarına denk düşen ve mimari anlam konusuna daha bütünlükçü bakış açısı sunabilecek bir teorik çerçevedir.  Pallasmaa (1996) “Tenin Gözleri-Mimarlık ve Duyular” adlı kitabında, mimarlığın fenomenolojik deneyimini ve anlam yaratmak için duyularımızı nasıl harekete geçirdiğini araştırarak, “duyusal estetik” konusunda eksik kalan tartışmalara büyük katkı sağlamıştır. Gerçekten de mimaride anlam kuramını duygular olmadan düşünmek mümkün değildir. Mimarlık, her daim işlevselliğin ötesine geçmiş ve duygusal deneyimler için bir alan haline gelmiştir. Bir yerin duygusal rezonansı, onu anılarımız ve algılarımızla iç içe geçen, yaşanmış bir deneyim haline getiren, ona anlam ve önem kazandıran; kısaca fiziksel bir mekandan daha fazlasına dönüştüren şeydir. Duygular, yorumlama katmanlarını ve mimari alanlarla etkileşimi zenginleştirir ve bireylerin bir yeri nasıl algıladığını, iletişim kurduğunu ve hatırladığını etkiler. 

Şekil 1. Mimarlıkta anlam kavramının gelişim süreci (Yazar, 2024).Figure 1. Process development of “meaning” notion in architecture (Author, 2024).

Şekil 1. Mimarlıkta anlam kavramının gelişim süreci (Yazar, 2024). Figure 1. Process development of “meaning” notion in architecture (Author, 2024).

Bitirirken 

22 yıl önce, doktora çalışmama yeni başladığımda, “mimarlığın anlamı nedir?” sorusu beni, yapılaşmış çevrede insanlara zevk veren, birbirine bağlı anlamlar ve bu anlamların iletişim kurmak için dönüştükleri sözsüz mekanizmayı inceleyen sembolik estetik konusuna yönlendirmişti.   Böylelikle, mimaride anlam konusunu Post-modern felsefe üzerinden tanımlamaya çalışmıştım – ki bu da biçimsel estetiğin imaj, sembolik estetiğin ise insanlar için değer yaratabileceği çıkarımına dayanıyordu. Bugün, mimaride anlam konusunu sembolik estetikle sınırlı değil, yer duygusu kuramının en karmaşık boyutu olarak görüyorum. Bu bağlamda, kapsamlı bir yaklaşımın, teorik çerçeveler ve yaşanmış deneyimler arasında hassas bir dengeyle geliştirilebileceğine inanıyorum. 

Louis Kahn, Peter Zumthor, Kengo Kuma ve Wang Shu gibi mimarların eserlerinde gördüğümüz gibi, duyusal açıdan zengin deneyimler sunan, kültürel bağlama kök salmış yapılar, mimarlığı işlevsel kaygıların ötesine taşımaktadır.  Örneğin, Louis Kahn, Salk Enstitüsü’nde büyüleyici ışık oyunuyla tanımladığı avluyla, ziyaretçileri hem görsel hem de duygusal olarak meşgul eden bir atmosfer yaratmıştır. Peter Zumthor ise Vals’teki yerel taş kullanımı ve detaylara gösterdiği titizlik sayesinde, doğal çevreyi kucaklayan Termal Banyolarıyla mimarın duyusal zenginliğe ve güçlü bir yer duygusuna olan bağlılığını en güzel şekilde ortaya koymuştur. Kengo Kuma, Ormandaki Noh Sahnesi’nde, mimari ve doğanın uyumlu karışımını sergileyerek benzersiz bir duyusal karşılaşmayı teşvik etmiştir. Geleneksel Japon malzemelerinin kullanımı ve sahnenin orman ortamına entegrasyonu, hem sanatçılar hem de izleyiciler için sürükleyici bir deneyim sunmuştur. Kuma’nın tasarımı, doğal çevreden kaynaklanan işitsel ve görsel duyumları vurgulayarak, geleneksel bir performans alanının ötesine geçmiş ve içinde yer aldığı daha geniş bağlamla yankılanan kültürel bir ifade odağı haline gelmiştir. Wang Shu ise kurtarılmış malzemelerle inşa edilen Ningbo Tarih Müzesi ile mimariye kültürel bir anlatı olarak yaklaşmıştır. Yeniden kullanılan tuğla ve kiremitlerin dokusal kalitesi, geleneksel işçilikle birleşerek, ziyaretçileri mimarinin içine yerleştirilmiş tarihi ve kültürel katmanlarla etkileşime geçmeye davet etmiştir. Müze, bireyleri Ningbo’nun tarihine ve kimliğine bağlayan, zaman içinde duyusal bir yolculuğa çıkarmaktadır. Shu’nun dokunsal, görsel ve tarihi yönlere yaptığı vurgu, müzenin duvarları içinde derin bir yer duygusuna katkıda bulunmaktadır.

Kısaca, bu mimarlar, metalaşmaya direnen bir mimarlık yaklaşımını benimseyerek, çeşitli anlamlar türeten tasarımlarıyla toplumdan yana taraf olmuşlardır. Ben bunun başlıca nedeninin, onların “yer duygusu” kavramına olan derin bağlılıkları olduğuna inanıyorum. Bu nedenle, mimarların, sembolik estetiğin sınırlamalarının ötesinde, mimari anlamın çok yönlü boyutunu ortaya çıkarma potansiyeline sahip yer duygusu kuramı üzerine daha fazla araştırma yapmaları gerektiğini düşünüyorum. Böylelikle tasarımlar, toplumsal dokunun hayati bir parçası haline gelerek, kültürün kolektif ruhuna dair derin bir bakış sunabilir ve insanların yaşamla yer arasında daha güçlü bağlar kurmasına hizmet edebilir.

Zaten mimarlığın esas amacı hayatın anlam repertuarını çoğaltmak değil midir? 

Kaynaklar

  1. Coyne, Richard (2011). Derrida for Architects, Amerika ve Kanada, Routledge.
  2. Deleuze, Gilles  ve Guattari, Félix  (1987). A Thousand Plateaus: Capitalism and Schizophrenia. University of Minnesota Press. Londra.
  3. Derrida, Jacques (1997). Of Grammatology. Editör Gayatri Chakravorty Spivak, Johns Hopkins University Press. Baltimore.
  4. Devine-Wright, Patric & Lyons, Evanthia (1997). “Remembering pasts and representing places: the construction of national identities in Ireland”, Journal of Environmental Psychology, 17, ss. 33-45.
  5. Eco, Umberto (1972). “A Componential Analysis of the Architectural Sign/ Column”, Semiotica, s. 97-117.
  6. Foucault, Michel (1972). The Archaeology of Knowledge. Editör Paul Rabinow. Pantheon Books. New York.
  7. Freud, Sigmund (1961). Beyond the Pleasure Principle. Editör ve çev. James Straghey, Giriş yazısı Gregory Zilboorg, W.W. Norton, New York & London. 
  8. Gibson, James J. (1979). The Ecological Approach to Visual Perception, Houghton Mifflin, Boston.
  9. Grice, H. Paul (1989). Studies in the Way of Words, Harvard University Press.
  10. Heidegger, Martin (1962). Being and Time, Çev. John Macquarrie and Edward Robinson, Harper & Row, New York.
  11. Jencks, Charles (1991). The Language of Postmodern Architecture, Academy Editions, London.
  12. Jorgensen, Bradley S. & Stedman, Richard C. (2001). Sense of place as an attitude: Lakeshore owners attitudes toward their properties, Journal of Environmental Psychology, 21, 3, SS.233– 248.
  13. Jung, Carl Gustav (1934–1954). The Archetypes and the Collective Unconscious, (1981-2nd ed. Collected Works Vol.9 Part 1), Bollingen, London, Princeton, N.J. 
  14. Kierkegaard, Søren (1980). The Sickness Unto Death, Editör ve Çev. Howard V. Hong ve Edna H. Hong, Princeton University, Press Princeton, N.J.
  15. Korpela, Kalevi M. (1989). “Place identity as a product of environmental self-regulation”, Journal of Environmental Psychology, 9, ss. 241-256.
  16. Köhler, Wolfgang (1929). Gestalt Psychology, Liveright, New York.
  17. Krampen, Martin (1997). “Environmental Meaning”, Advances in Environment, Behavior, and Design- Volume 3, (ed.) Ervin H. Zube & Gary T. Moore, Plenum, New York & London, ss.231-268. 
  18. Lévi-Strauss, Claude (1963). Structural Anthropology 1 (Vol. 1), Çev. Claire Jacobson & Brooke Grundfest Schoepf, Penguin Books, London.
  19. Locke, John (1836). An Essay Concerning Human Understanding, Thomas Tegg, London.
  20. Lynch, Kevin (1960). The Image of the city, Cambridge, MIT Press, MA.
  21. Marcus-Cooper, Clare (1995). House as a Mirror of Self: Exploring the Deeper Meaning of Home, Conari Press, Berkeley, CA. 
  22. Moore, Gary T. (1979). “Knowing about environmental knowing”, Environment and Behavior, v.11, n1 ss. 33-70.
  23. Nasar, Jack. L. (1997). “New Developments in Aesthetics for Urban Design”, Advances in Environment, Behavior, and Design- Volume 4, (ed.) G. T. Moore & R. W. Marans, Plenum Press, New York.
  24. Nietzsche, Friedrich (2010). Beyond Good and Evil: Prelude to a Philosophy of the Future, Çev. Walter Kaufmann, Vintage Books, A Division of Random House, Inc., New York.
  25. Norberg-Schulz, Christian (1975). Meaning In Western Architecture, Prager Publishers, New York.
  26. Norberg-Schulz, Christian (2000). Architecture: Presence, Language, Place, Skira, Milano.
  27. Pallasmaa, Juhani (1996). The eyes of the skin: architecture and the senses, AcademyEditions, London.
  28. Preziosi, Donald (1979). Architecture, Language, and Meaning: The Origins of the Built World and its Semiotic Organization (Approaches to Semiotics [AS], 49), De Gruyter Mouton, Berlin ve Boston.
  29. Rapoport, Amos (1990). The Meaning of the Built Environment: A Nonverbal Communication Approach, University of Arizonian Press, Tucson.
  30. Santayana, George (2002). The Sense of Beauty, Routledge, New York.
  31. Sartre, Jean-Paul (1956). Being and Nothingness: An Essay on Phenomenological Ontology, Çev. Hazel E. Barnes, Washington Square Press, New York.
  32.  Stedman, Richard C. (2002). “Towards a social psychology of place: predicting behavior from place-based cognitions, attitudes, and identity”, Environment and Behavior, 34 (5), ss. 405–425.
  33. Steele, Fritz (1981). The sense of place, CBI Publishing Company, Inc.
  34. Stokols, Daniel, & Altman, Irwin (1987). Handbook of environmental psychology, Wiley, New York.
  35. Tuan, Yi-Fu (1977). Space and Place: the Perspective of Experience, The University of Minnesota Press, Minnesota.
  36. Twigger-Ross, Clare L. & Uzzell, David L. (1996). “Place and Identity Processes”, Journal of Environmental Psychology, 16, ss.  205-220.
  37. Venturi, Robert, Brown, Denise Scott & Izanour, Steven (1996). Learning from Las Vegas, The MIT Press, Cambridge, MA.