Yeni Dünya Düzeninde Mimarlık: “Kalıcılık” ve “Geçicilik” İlişkisinin Sınırları

Prof. Dr. Celal Abdi Güzer
ODTÜ Mimarlık Bölümü

Mimarlık doğrudan bir tüketim ürünü olmanın yanı sıra tüketime mazeret oluşturan, farklı tüketim ürünlerini bir araya getiren, tüketimi yönlendiren bir zemini temsil eder. Bu nedenle tüketim toplumunun öncelikli üretim, tüketim ve değer üretme ortamıdır ve tüketim toplumunun yarattığı kültürel değerlere karşı geçirgendir. Öte yandan tüketim toplumu kültürünün öne aldığı değerler ve öncelikler, zaman zaman mimarlığın kendi alanında ürettiği ve sahip çıktığı değerlerle çatışmaya açıktır. Mimarlık özü itibarı ile zamana direnmeyi, olabildiğince kalıcı olmayı, değer aşınmalarına karşı durmayı, böylelikle tarih, aidiyet, kimlik, gelenek gibi kavramlarla süreklilik kurmayı hedefler. Tasarlanan yapıların çoğu olabildiğince uzun süre ayakta kalacağı, coğrafyaların, kentin ve belleğin izlerini oluşturacağı varsayımı ile tasarlanır. Oysa tüketim büyük ölçüde hızlı bir yenilenme, giderek ivmelenen bir üretime yer açma anlayışına dayanır. Geçiciliğin ve gereksinimin sürekli canlı tutulması olgusu, tüketim toplumu kültürünün temel dayanaklarından birdir. Tüketim toplumu moda, kimlik, statü gibi kavramların oluşturduğu beklenti üzerinden malzeme ömrünü yitirmemiş nesneleri, kültürel ömür sorunu ile karşı karşıya bırakır. Kullanım değerini koruyan pek çok nesne güncel beğeni normlarını ve öncelikleri karşılayamadığı için kültürel geçerlilik ve değer sorunu ile yüzleşir. Jean Baudrillard “Tüketim Toplumu” kitabında gerçek ihtiyaçlar ile sahte ihtiyaçlar arasındaki ayrımın ortadan kalktığını vurgulayarak tüketim toplumunda nesneleri satın almanın ve bunları sergilemenin toplumsal bir ayrıcalık ve prestij getirdiğine yönelik inancı meşrulaştırıldığından bahseder (1). Benzer şekilde “Nesneler Sistemi” kitabında tüketimin simgesel boyutuna dikkat çekerek nesnelerin kendi işlevleri dışında işaret ettikleri değerlerin ve bu yolla oluşturulan artı değerin altını çizer (2). Şüphesiz mimarlık ürünü de gerçek işlevinin ötesinde oluşturduğu işaret değeri ile tüketim kültürünün öncelikli araçlarından biridir. Yapılar sadece işlevsel gereksinimleri karşılayan barınma mekanları değil aynı zamanda kimlik, prestij aracılığı ile artı değer oluşturan tüketim araçlarıdır. 

Tüketim toplumunun itici gücü olan moda kavramı “geçicilik” kavramı ile iç içedir. Moda işlevsel geçerliliği olan ve malzeme ömrünü tamamlamamış nesnelere kültürel ömür biçer, yapay bir güncellik kavramı için zemin hazırlar. Yeni ve güncel olanın yarattığı çekicilik tüketimin ivme ve yoğunluğunu koruması için mazeret oluşturur. Mimarlık ürününün diğer tüketim ürünlerine göre uzun süreli var oluşu kaçınılmazdır. Bu nedenle mimarlık moda kavramının ve kurgulanmış kısa süreli, dönemsel beğeni normları dışında kalmaya, zamanın getirdiği önceliklere direnmeye çalışır. Mimarlık yaklaşımları ve değer öncelikleri kurgulanmış beklentilerden çok teknolojik gelişmelere, yeni malzemelerin sunduğu olanaklara ya da sanat, felsefe gibi alanlarla ilişki kuran anlayışlara bağlı olarak değişir. 

Mimarlık ürünü doğrudan seri üretime konu olmaması, ürünün içinde yer aldığı ortamın belirleyici gücü nedeni ile zorunlu bir özgünlük taşır. Şüphesiz mimari ürün de tipleşmeye ve tekrar etmeye açık bir ürün olmakla beraber bağlam, program, inşai sistem seçimi ve tasarımcının yaklaşım biçimi mimarlık ürününün aynılaşmasını, geleneksel anlamda seri üretimine dönüşmesini zorlaştırır. Bu anlamda birbirinin tekrarı gibi görünen tip projeler bile çevreleri ile kurdukları ilişki gözetildiğinde farklılıklar taşır. Öte yandan uluslararası bir dile dönüşen modern mimarlık aynı zamanda bağlamla ilgili girdilerin indirgendiği bir kısa yol olarak işlevselleştirilmiştir. Bugün sayıları giderek artan cam kuleler ya da dünyanın her yerinde tekrar eden alışveriş merkezleri bağlamsal girdilerin bir bölümünü göz ardı ederek tipleşirler. Tersten gidildiğinde de sınırlı olarak kazanılan özgünlükler ile bağlamsal girdilerin tasarımı yönlendirme biçimleri arasında bir bağ gözlenir. Öte yandan özgünlüğün bir başka zemini olan program, yani yapının kullanım biçimi giderek daha hızlı biçimde dönüşebilmektedir. Gelişen teknolojiler, yeni iş alanları, uzaktan çalışma gibi kavramlar yapıların geleneksel kullanım biçimlerini dönüştürmekte, mekan gereksinimlerini yeniden tanımlamaktadır. Bugün dünyanın pek çok yerinde ofise dönüşen konutlar ya da konuta dönüşen ofis kulelerinin yanı sıra işlevini yitirdiği için dönüştürülmeye çalışılan alışveriş merkezleri ya da sanayi mirası üretim yapılarını görüyoruz. Bu durum bir yandan işlevin tasarım üzerindeki belirleyici gücünün azalmasına, öte yandan biçimin işlevden bağımsız olarak şekillenmesine olanak tanıyor. Özü itibari ile benzer işlevleri barındıran pek çok yapı, biçimsel farklılıklarla bir özgünlük ya da işaret değeri oluşturmaya çalışıyor.

Benzer biçimde sürdürülebilirlik, enerji verimliliği, iklim krizi gibi sorun öncelikleri bu problemlerin en önemli kaynağı olan yapılı çevreye yönelik tasarım anlayışlarını çok boyutlu bir sorgulama ile karşı karşıya bırakmıştır. Olabildiğince az inşa etmek, inşa edilmiş olanı korumak ve yeniden değerlendirmek öne çıkan değerler haline gelmiştir. Bu yaklaşım ilk algısı içinde mimari tasarımın dokunulmazlığı ve müelliflik hakları ile çelişir gibi görünmekle birlikte köklü bir anlayış değişikliğine zemin hazırlamaktadır. Yapıların kalıcılığı ile işlevsel değişimlere ayak uydurabilmeleri arasındaki bağ ekleme, çıkartma ve dönüşümlere açık esnek tasarımları zorunlu kılmaktadır. Bu anlamda esneklik kavramı ile kalıcılık kavramı arasında doğrudan bir bağ oluşmakta, yapının esneklik olanakları kalıcılık değerini arttırmaktadır.

Mimarlık tarihine bakıldığında kalıcılık ve geçicilik önemli bir yaklaşım farkına işaret etmektedir. Bir yanda Frank Lloyd Wright, Mies van Der Rohe gibi mimarların neredeyse mobilyasından perdesine kadar tasarladıkları, imza değeri taşıyan ve bu anlamda dokunulmaz olan yapılarla Archigram’ın ya da Metobolistlerin eklenip çıkartılabilen ünitelerden oluşan, değişime, katkıya açık kentleri radikal bir anlayış farkına işaret etmektedir. Bina ölçeğinde de örneğin Center Pompidou içinde esnek düzenlemelere yer veren, değişimlere açık yapı ile kimlik arasındaki ilişkiyi dengeli biçimde çözen örneklerden biridir. Benzer biçimde John F. C. Turner’ın “sürmekte olan konut” ya da Alejandro Aravena’nın Şili depremi sonrası geliştirdiği “bitmemiş konut” projeleri tasarımı zaman içinde eklemelere ve değişikliklere açık bırakmaktadır. Turner insanların kendi evlerini inşa etmelerini bir sorun değil geliştirilecek bir kaynak olarak görmüş, bir tasarım modeli olarak işlevselleştirmeye çalışmıştır (3). Aravena ise kendisine Pritzker Ödülü kazandıran projesinde sabit bir iskelet sisteminin bireysel müdahaleler ile geliştirilebileceği ve zaman içinde çeşitlenebileceği düşüncesinden hareket etmiştir (4). Le Corbusier de Cezayir konutlarında sabit bir tektonik kurgu içinde değişebilen cephelere yer vermiş, daha önce gerçekleştirdiği konut bloklarının müdahalelerle esnekleşme sınırlarını denemiştir (5).

Resim 1. Fort l'Empereur, 1931, Cezayir, Le Corbusier.

Resim 1. Fort l’Empereur, 1931, Cezayir, Le Corbusier.

Mimarlık ile endüstri üretimini bir araya getiren bir kavram ise “modüler” kavramı. Tasarımın insanı esas alan ölçülere dayandırılması, bu ölçüleri kullanan ve  tekrarlarla bir araya gelebilen birimlerden oluşması, böylelikle bir yandan üretim kolaylıkları öte yandan çeşitlenmelere olanak veren bir üst kurgu oluşturulması modüler anlayışının esasını oluşturuyor. Bir anlamda seri üretimin çeşitlenmelere açık hale getirilmesi ile zenginleştirilmesi, tek tipleşmenin kısıtlarının aşılabilmesi hedefleniyor. Benzer biçimde yapıların ya da yapı bileşenlerinin yerden bağımsız ve  sanayi üretimine geçirgen olabilmesi için bir altyapı sağlıyor. Bugün yapılı çevre üretiminin büyük ölçüde geleneksel üretim süreçlerine dayandığı düşünüldüğünde, teknolojiye dayalı üretimin kazandığı esnekliğin mimari tasarıma yansımalarının kısıtlı kaldığını gözlüyoruz. Öte yandan giderek artan çelik ve modüler yapı üretimleri, ev ve araba kavramını bütünleştiren hareketli konutlar, ekleme, çıkartma ve değişikliklere olanak veren hareketli yapı bileşenleri alternatif tasarım ve kullanım biçimleri tanımlıyor. Esneklik, kalıcılık ve geçicilik kavramlarının iç içe olduğu yeni bir üretim süreci gözlüyoruz. Bu kavramsal dönüşüm sadece işlevsel düzenlemelerle sınırlı olmaksızın yapıların dilini ve dışavurumunu da etkiliyor. Bugün giderek yaygınlaşan ve teknolojik dönüşüm yaşayan giydirme cepheler yapının tektonik arka planından bağımsız bir ifade aracına dönüşüyor. Adeta bir ambalaj gibi yapıyı saran, metal ya da cam kaplamalar arkasında var olan dünyayı bir yandan saklarken öte yandan mimarlığın geleneksel kaygılarını, cephe dili ile inşai yapı arasındaki sürekliliği bir zorunluluk olmaktan çıkartmaya çalışıyor. Bu tavır salt bir tasarım özgürlüğü sağlamanın yanında yapıyı tüketim toplumunun beklentisi olan artı kimlik değeri ile buluşturmak için bir araç yaratıyor.

Resim 2. Nakagin Kapsül Kulesi, 1972, Japonya, Kisho Kurokawa.

Resim 2. Nakagin Kapsül Kulesi, 1972, Japonya, Kisho Kurokawa.

Şekil 1. Centre Pompidou, 1977, Fransa, Renzo Piano ve Richard Rogers.

Şekil 1. Centre Pompidou, 1977, Fransa, Renzo Piano ve Richard Rogers.

Resim 3. Villa Verde Konutları, 2010, Şili, Alejandro Aravena.

Resim 3. Villa Verde Konutları, 2010, Şili, Alejandro Aravena.

Sayıları giderek artan ve şimdilik ağırlıklı olarak hafta sonu konutu ölçeğinde kalan fabrikasyon üretimler, büyük yazıcı ya da robot aracılığı ile inşa edilebilen yapılar özünde teknolojiyi esas alan yeni tasarım modelleri ve buna bağlı mimarlık anlayışları sunuyor. Benzer bir durum geleneksel üretim süreçlerinin tamamlayıcı parçası olan yapı bileşenlerinin tasarımı yönlendirme biçimlerinde de gözleniyor. Tip cephe ve bitirme elemanları tasarım süreçlerinin özgün üretim süreçlerinden çok seçerek bir araya getirme süreçlerine evrilmesini getiriyor. Bu durum mimarın rolünü ve sürece katkısını da dönüştürüyor. Tasarım sürecine katılan ve doğrudan söz söyleyen uzmanların sayısı çoğalıyor. Cephe, otomasyon, yangın, trafik, sürdürülebilirlik, iç mimarlık gibi danışmanlık ve uzmanlaşmaların yanı sıra tasarım verimliliğini ve yapının pazar değerini artırmaya çalışan uzmanlar tasarımın doğrudan parçası haline geliyor. Bu çok girdili yapı içinde sadece tasarım süreçleri değil, mimarın belirleyici rolü de dönüşüme uğruyor.

Resim 4. Turner. John F. C., Housing by People, Towards Autonomy in Building Environments. 

Resim 4. Turner. John F. C., Housing by People, Towards Autonomy in Building Environments. 

Resim 5. Turner. John F. C., Fichter R., Freedom to Build. 

Resim 5. Turner. John F. C., Fichter R., Freedom to Build. 

Şekil 2. Free Time Node Trailer Cage, 1966, Ron Herron, Archigram.    

Şekil 2. Free Time Node Trailer Cage, 1966, Ron Herron, Archigram.    

Mimarlık bir yanda yeni yaşam biçimlerinin ve sorun önceliklerinin dayattığı esneklik ve ona bağlı dönüşümlere açık yapı çözümleri, öte yanda gelişen teknolojilerin dayattığı tipleşme zorlamaları ile karşı karşıya kalırken geleneksel özgünlük, zamana direnme ve kalıcılık iddiasını korumaya çalışıyor. Tüketim toplumunun kültürel öncelikleri her geçen gün mimarlık üretimini diğer üretim alanlarının doğasına biraz daha yaklaştırıyor. Kalıcılık kavramı bitmiş ve el sürmeye çekinilen bir ürünün zamana direnmesinden çok, zaman içindeki beklenti ve değişimlere uyum sağlama olanakları ile anlam kazanıyor.


Kaynaklar

  1. Baudrillard, J. 1997, Tüketim Toplumu (Çev: F. Keskin, H. Deliceçaylı) , Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
  2. Baudrillard, J. 2011, Nesneler Sistemi, (Çev: O. Adanır, A. Karamollaoğlu), Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, s. 241.
  3. Golda, K. 2021, John FC Turner (1927-2023), The Architectural Review, II, January (https://www.architectural-review.com/essays/reputations/john-fc-turner-1927)
  4. (https://www.theguardian.com/artanddesign/2016/apr/10/architect-alejandro-aravena-pritzker-prize-elemental-housing-iquique-constitucion-tsunami-defences)
  5. (https://www.moma.org/audio/playlist/269/3498)