Çarpık Kentleşmeden, Çarpık Dönüşüme…
Doğan Hasol
Y. Müh. (Mimar), Dr.h.c.
Tarihsel, kültürel birikimleri ve özgün kimlikleriyle bize miras olarak kalmış şehirlerimizi ne yazık ki gerektiği gibi koruyamadık. 1950’den bu yana yoğun bir şekilde süren iç göç, başıboş yerleşmelere ve yapılaşmalara neden oldu. Sanayileşme çağında iç göç normaldi; denetimsiz olunca gecekonduyu getirdi. Kötü etkilerine karşı alınabilecek önlem, “planlama” olabilirdi. Planlamanın ülke, bölge ve şehirler çapında yapılması ve göçün bilimsel, akılcı önlemlerle düzenlenmesi gerekirdi. Bu yapılmadı.
Nüfus patlaması, özellikle büyük şehirlerimizi çözümü güç sorunlarla karşı karşıya bıraktı. Şehirlerimiz, gecekondu ve kaçak yapılaşma furyasıyla gelişigüzel büyüdü. Siyasetçiler, planlama yolunda gerekli adımları atmadıkları gibi, oy deposu olarak gördükleri gecekonduları yüreklendirmekten de geri kalmadılar. Bu, kentsel dönüşümün birinci evresiydi. Başlangıcı masum olarak görülebilecek gecekonduların 1980’den sonra, yine siyasal ödünlerle, dört, beş katlı apartmanlara dönüşmesi süreci başladı. Bu da, dönüşümün ikinci evresi oldu. Gelişmeler karşısında toplumumuz sadece “çarpık kentleşme”den yakınmakla yetindi. Yüzde 70-75’i kaçak yapılardan oluşan ve doğal, tarihsel, kültürel değerlerini ve özgün kimliklerini büyük ölçüde yitiren şehirlerimiz daha hızlı bir dönüşüm içine girdi.
Dönüşüm, bir yandan eskinin biriktirdiği çarpık ve riskli yapıları ortadan kaldırma amaçlı olarak ele alınırken, bir yandan da toplumu gözetmeyen neo-liberal anlayışla kent toprağının değerini vahşi ranta dönüştürme yolunda ilerledi. Gelişmelere hakim olması gereken plan düzeni ve disiplini hala yok. Biliyoruz ki plan, geleceği ve hedefleri belirlemek için hazırlanan en önemli stratejik belgedir; vizyon ve bilimsel yöntemle hazırlanır. Ne var ki, bölge planı, şehir planı yine göz ardı edilmekte…
Kentlerde, şehircilik ilkelerine uygun bütüncül planlama yerine plan değişiklikleri ve noktasal kararlar, ayrıcalıklı imar durumları ve kayırmacı emsal uyarlamalarıyla çoğu kez yoğun ve altyapı olanakları kısıtlı yüksek yapılaşma söz konusu. AVM’leşme ve gökdelenleşme furyası bunun sonucudur. Günümüzde sanayi çağının yerini bilgi ve iletişim çağı aldı. Durum değişebilirdi; olmadı. Kentleşme hala yoğun biçimde sürüyor.
Kentleşmeyi hiç değilse yavaşlatacak adımlar atılmazken, büyük şehirlerde nüfusu daha da artıracak türden yatırımlara yöneliniyor. Bu konuda en çarpıcı örnek İstanbul’dur. Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 20’sini toplayan İstanbul dev gibi sorunlarla boğuşurken, yaşanabilir bir şehir olmaktan gitgide uzaklaşıyor. Bu büyüme sürdürülebilir değildir.
Şehircilik yönünden özetlersek:
• Vizyon ve hedeflere yönelik bölgesel ve kentsel strateji ve planlama yok gibi; olan planlar da uygulanamıyor. Kamuda, planlama yetkilerinde tam bir karmaşa var.
• Kentsel tasarım anlayışı zayıf…
• Doğal ve tarihsel çevrelerin ve mimari değerlerin korunması zayıf.
• Kentsel dönüşüm, rantsal dönüşüme dönüşmüş durumda…
• Kentler gelişigüzel dönüşüyor. Örneğin; azman kent haline getirilen İstanbul, plana göre değil, merkezi yönetim dayatmalı mega yatırımlarla yanlış ve anormal şekilde büyüyor. Giderek zor yaşanır hale geliyor.
Bütün bunlar şehirciliğin çözüm bekleyen öncelikli sorunları… Ülkedeki demokrasi krizi kentsel planlamaya ve mimarlığa da yansıyor. Mimarlık alanında da ciddi sorunlar var; onlara da başka bir yazıda değiniriz.


