Değişen Kavramlar, Mimarlık Tarihi ve Felsefesi ile Hesaplaşma

Doğan Tekeli, Mimar

Son aylarda, sık sık meslek yaşamım boyunca değişen mimarlık anlayışlarını ve bunların karşısında mimarlık tarihi ve mimarlık felsefesinin duruşlarını düşündüm. Aklıma gelenleri paylaşmak ve biraz da dertleşmek istiyorum. Mimari tasarım ile İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde 2. ve 3. sınıflarda Emin Onat ve kürsüsünün elemanlarından öğrenerek tanıştım. Rasyonel ve çağdaş bir eğitim veriyorlardı. Bu eğitimin, aslında Emin Onat’ın İsviçre’deki hocası Otto Rudolf Salvisberg’den kaynaklandığını sonradan fark ettim. Bu iki yıldaki eğitimin, benim sonraki tüm mimarlık yaşamımda sağlam bir temel oluşturduğuna inanıyorum.

4. ve 5. sınıflarda, Profesör Paul Bonatz’ın daha muhafazakar mimarlık anlayışıyla karşılaştım. “Akademik-klasik” diye adlandırılan bu mimarlığın en güzel örneklerinden biri, Doğan Erginbaş ve İsmail Utkular’ın İstanbul Harbiye’deki Radyoevi binasıdır. 1952 yılında mezun olduğumda, yardım almadan yapı yapacak donanıma sahiptim. Öğrendiğimiz mimarlığın “mutlak doğru” bir mimarlık olduğundan da hiç kuşkum yoktu. Askerlik görevimden hemen sonra Sami Sisa ile birlikte sıfırdan başlayarak büromuzu kurduk. Kısa sürede, bizim gibi çevresi, tanıdığı olmayan genç mimarların ayakta kalabilmeleri ve iş alabilmeleri için, o zaman oldukça yaygın olan mimari proje yarışmalarına katılmaktan başka bir çare olmadığını gördük. Yarışma sergilerinde kazanan projeleri izledikçe, bizim okulda öğrendiğimiz mimarlığın neredeyse gündemden düştüğünü, Türkiye’ye yeni bir mimarlık anlayışının geldiğini fark ettik. Okuldayken sadece isimlerini duyduğumuz bazı Batılı mimarların başını çektiği bu yeni mimarlığı hızla anlamaya çalıştık. Güçlükle birkaç mimarlık kitabı getirtebildik ve Sami Sisa ile satır satır okuduk. Le Corbusier’nin tüm eserlerini içeren beş ciltlik kitabını inceledik. Bu yeni mimarlığın etik anlayışını, “Less is more” (Az çoktur) ve “Form follows function” (Form işlevi takip eder) gibi sloganlarını hem çekici hem inandırıcı buluyorduk. Böylece benim meslekte mutlak doğru olarak kabul ettiğim mimarlık anlayışı sarsılmış, yerini yeni bir mimarlık anlayışına bırakmıştı. Modernist olarak adlandırılan bu yeni mimarlığın simetriden kaçınan, daha serbest bir plan anlayışı; yalın, süsten uzak ve zarif cepheleri vardı. 

Marcel Breuer, Paul Rudolf, Bernard Zehruss, Mies van der Rohe ve Alvar Aalto’nun projelerinden, yapılarından görerek bu mimarlığı benimsemeye, içselleştirmeye çalışıyorduk. Katıldığımız ikinci proje yarışmasından başlayarak birincilik dahil, birçok derece ve mansiyon kazandık. Bizim için artık yeni mutlak doğru “modernist mimarlık” düşüncesiydi. Bir yandan da, yeni ustaların yaklaşımları arasında birtakım farklar olduğunu görüyorduk. Örneğin Mies van der Rohe ile Alvar Aalto, Frank Lloyd Wright ile Oscar Niemeyer aynı tarzda yapı yapmıyorlardı. Bu farka rağmen, tüm dünya gibi biz de onların hepsini modernist olarak kabul ediyorduk. Gerçi sonradan, Charles Jenks’in Aalto’yu postmodernist olarak sınıflandırdığını da görecektik. Biz hepsinden yararlanarak, onları kendimize göre yorumlayarak çalışıyorduk. Mimarlığın temel ilkelerinin, işleve uygunluk, sağlam bir strüktür ve estetik/güzellik olduğunu biliyorduk. Modernist mimarlık uygulamalarında, ilk iki ilkede bir sorunumuz yoktu. Modernist mimarlık da bunları bizim anladığımız gibi anlıyordu. Açık bir formülü olmayan, sadece hissedilebilen estetik niteliğine gelince, bunu da akıl ve duygu ile çözmeye çalışıyorduk. Usta mimarların yapılarına bakarak, kendimize göre yorumlayarak, tekrar tekrar etüt ederek, bir bakıma deneme yanılma yöntemiyle güzelliğe ulaşmaya çalışıyorduk. 

1960’lı yıllarda, Mimarlık Fakültesi yurt dışından bazı önemli mimarları İstanbul’da konferanslar vermeye davet etmişti. Bunların en önemlisi bence 1963’te İstanbul’da üst üste üç konferans veren Bruno Zevi olmuştur. İtalyan mimarlık tarihçisi üç konferansında da modernist mimariyi monoton ve şematik olmakla eleştiriyor; Alvar Aalto’nun, Hans Scharoun’un yapılarını gösteriyor, o zaman postmodernizmin sözü edilmediği için övdüğü mimarlığı “organik mimari” diye isimlendiriyordu. Zevi’nin konuşmalarının İTÜ Mimarlık Fakültesi hocalarını etkilediğini hatırlıyorum. Gene o yıllarda İstanbul’a gelen, zamanın Domus dergisi sahibi İtalyan Mimar Gio Ponti, ucu açık mimariyi reddediyor; planda ve kütlede bitmiş formların kullanılmasını öğütlüyor; kendisinin Milano’daki Pirelli binasını örnek gösteriyordu. Bir zamanlar, adı Corbusier ve Wright ile birlikte altı büyük mimar arasında sayılan Richard Neutra da kendi ünlü büyük camlı villalarını övüyor; bir yandan Mies’i gelişigüzel düzenli, Aalto’yu gelişigüzel düzensiz mimarlıkları dolayısıyla eleştiriyor; doğru mimarlığın ancak kendi yapılarında olduğunu iddia ediyordu. Neutra’yı da konferanslarını da pek ikna edici bulmadığımızı iyi hatırlıyorum. 1970’li yılların ortalarına kadar büroda Sami Sisa ile beraber modernist mimarlığın mutlak doğru olduğuna inanarak çoğu büyük ölçekli olmak üzere bir hayli yapı gerçekleştirmiştik. Halbuki bu yıllarda Saint Louis’deki Pruitt-Igoe apartmanlarının yıkılışıyla modernist mimarinin ölümünün ilan edildiği yazılıp çiziliyordu. Gerçekten, modernist mimarlığın sıkı kuralcılığı yapıları monotonlaştırmış, bu mimarlık anlayışının ilk yıllarında olduğu gibi heyecan verici yeni yapılar ortaya çıkmaz olmuştu. Herhalde bu nedenle daha 1961 yılından başlayarak Robert Venturi ve bazı diğer mimarlar modernist mimariye yoğun eleştiriler yöneltiyor, yeni fikirler ileri sürüyorlardı. Mesela, yapılarda süs kullanmanın insan doğasından kaynaklanan bir ihtiyaç olduğu, tarihsel yapıları anlayıp onlardan ilham almanın pekala meşru sayılabileceği iddia ediliyor; hatta modernistlerin “kitsch” kabul ettiği Las Vegas mimarlığı övülüyordu. Biz ise o eleştirileri haklı ve mantıklı buluyor, ama postmodern mimarlık örnekleri olarak yayımlanan ve bu yazı içinde görselleriyle yer alan bazı yapıları mimarlık eseri olarak kabul edemiyor ve 1955’ten beri benimsediğimiz modernist mimariye devam ediyorduk. Belki de modernist mimariye yapılan eleştirilerin etkisinde kalarak daha serbest, daha hareketli, biraz tarihsel referansları olan, biraz gölge-ışık etkileri güçlü bir mimarlık ortaya koymaya çalışıyorduk. Ankara’daki Halk Bankası Genel Müdürlüğü için tasarladığımız iki yapı ve İstanbul, Levent’teki İş Bankası Genel Müdürlüğü Kompleksi bu dönemin ürünleridir. Dünyanın yeni ekonomik ve sosyal koşulları; yeni inşaat malzemelerini, yapı teknolojilerini ortaya çıkartıken mimarlıkta değişim elbette kaçınılmazdı. Her alanda yaşanan bu değişime paralel olarak mimarlar yeni strüktürel sistemler, yeni biçimler gerçekleştiriyorlardı. Mimarlık tarihçileri ise arkadan gelerek bu yenilikleri belki felsefenin katkısıyla kendilerine göre açıklıyor, yeni yapıları yeni akım isimleriyle sınıflandırıyorlardı. Böylece, değişen mimarlığın ve yeni üslupların isimleri konulmuş oluyor; belki de mimarlar yapılarının hangi yeni mimarlık akımına ait olduğunu, yapıları gerçekleştikten sonra öğreniyorlardı. 

“Bu mimarlık örnekleriyle aynı sınıfta sayılmayı kabul edemiyorduk.”Resim 1. Sculpture in The Environment (SITE) tarafından tasarlanan BEST Mağazası, Houston, ABD, 1970’ler, (URL-1).

“Bu mimarlık örnekleriyle aynı sınıfta sayılmayı kabul edemiyorduk.” Resim 1. Sculpture in The Environment (SITE) tarafından tasarlanan BEST Mağazası, Houston, ABD, 1970’ler, (URL-1).

“Bu mimarlık örnekleriyle aynı sınıfta sayılmayı kabul edemiyorduk.”Resim 2. Kengo Kuma tarafından tasarlanan M2 Binası, Tokyo, Japonya, 1991, (URL-2). Fotoğraf: Wakiiii.

“Bu mimarlık örnekleriyle aynı sınıfta sayılmayı kabul edemiyorduk.” Resim 2. Kengo Kuma tarafından tasarlanan M2 Binası, Tokyo, Japonya, 1991, (URL-2). Fotoğraf: Wakiiii.

Mimarlık tarihçilerinin uluslararası alanda en tanınmışlarından biri olan İngiliz Charles Jencks, 1977-1988 yılları arasında üç önemli kitap yayımladı. Bunlardan birincisi 1977 tarihli ve “Postmodern Mimarlık” adını taşıyor. Modernist mimarlıkta 1960’lı yıllardan başlayarak birtakım yeni yaklaşımların görüldüğüne dikkat çekiyor; bunun, yeni bir üslubun yavaş yavaş ortaya çıktığı bir süreç olduğunu yazıyordu. Kitapta yayımlanan bir şemada, 1950-1977 yılları arasında, beş ana başlıkta, kırk kadar alt akım sıralıyor ve bu alt akımlarda öne çıkan mimarların isimlerini veriyor, altıncı ana başlığın ise “Postmodern Dönem” olduğunu ve öne çıkan ilk isimlerin Aalto’dan başlayarak Scharoun, Venturi, Graves ve Eisenman gibi mimarlar olduğuna işaret ediyor, eserlerini gösteriyordu. 1980’de Jenks, “Geç Modern Mimarlık adlı yeni bir kitap yayımlandı. Bu kitapta da modern mimarlık ideolojisinin 1960’lardan beri can çekişmekte olduğunun görüldüğünü söylüyordu. Jencks’e göre, pek çok yetenekli mimar, modernizm etiketi altında eser vermeye devam ediyor ve kendilerini postmodernist olarak kabul etmiyorlardı. Aynı kitapta, “late-modern” (geç modern) teriminin ilk defa 1977 yılında kullanıldığını, böylece ortada “geç modern” ve “postmodern” olarak iki ana akım kaldığını anlatıyordu. Jencks gene bu kitabında, 1920-1980 arasında modernist, 1960-1980 arasında da geç modern ve postmodern olmak üzere üç ana akım belirdiğini üçlü bir cetvel halinde gösteriyor; her ana akım altında otuzar alt akım sayıyor; her birini mimarları ve eserleriyle açıklıyordu. Charles Jencks 1988 yılında, “Günümüzde Mimarlık” adı ile yeni ve daha büyük bir kitap yayımladı. Bu yeni kitabında, 1970-1988 yılları arası dönemi ele alıyor ve iki yeni akımın yürürlükte olduğunu tespit ediyordu. Bu iki ana akım arasında şiddetli bir mücadele yaşandığını da belirterek her iki akımı onar yıllık ikişer bölümde inceliyordu. Ortaya çıkan bu dört bölümü, gene öne çıkan mimarları ve eserleriyle ayrıntılı olarak gösteriyordu. Sanıyorum, Jencks’in bu sınıflandırması uluslararası alanda olduğu gibi bizim mimarlık tarihçileri tarafından da genel olarak kabul görmüştü. 

1995 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülleri programında yönetim kurulu üyesi olarak görev yaparken Charles Jencks’le de tanışmış, görüşmüştük. Son derece yüksek bir özgüvene ve agresif davranışlara sahipti. O kadar ki, herkesin ortasında Peter Eisenman’a sertçe çıkıştığını bile görmüştüm. Acaba mimarlık tarihçiliğinin doğasında böyle bir üstten bakış mı vardı, yoksa bu, tamamen kişilik yapılarından mı kaynaklanıyordu? Çünkü rahmetli Doğan Kuban’da da, Bülent Özer’de de bu tür bir üstten bakışın varlığını, daha Jencks’i tanımadan önce de görüyordum. Şimdi de bence öncellerinden daha donanımlı değerli Mimarlık Tarihçimiz Uğur Tanyeli aynı yolu tutmuş görünüyor; bazen de kabul edilemez saptamalarda bulunuyor. Örneğin Cumhuriyet Dönemi mimarlığımızın en önemli mimarlarından Emin Onat’a “Mimar değildi.” diyebiliyor (1). Tanyeli, bu saptamasına itirazımı içeren ve Arredamento Mimarlık (2) ile YAPI (3) dergilerinde yayımlanan iki yazıma doğrudan cevap vermiyor; yerine, tarihsel metinlerden alınmamak gerektiğini anlatan bir yazı kaleme alıyordu (4). Oysa ben alınmamış, sadece bu saptamasına itirazımın nedenlerini yazmıştım.

Son yıllarda tanışma fırsatı bulduğum saygın Mimarlık Tarihçisi ve Eleştirmen Aykut Köksal, bazı yapılarımızın modern olmadığını, kesinlikle postmodern olduklarını söylüyordu. Oysa ben postmodernist sayılmayı kabul edemiyordum. YAPI (5) dergisinde, postmodern etiketini kabul edemediğimi açıklayan bir yazı yazdım. Sayın Aykut Köksal herhalde lüzum görmemiş olacak ki, bu yazımı cevapsız bıraktı ve aramızdaki anlaşmazlık öylece kaldı. Aylar sonra, hakkımızdaki yayınları topladığım dosyaya bakarken, nedense daha evvel fark etmediğim bir yazı gözüme çarptı. Büyük boy bir sayfayı kaplayan, bizim Levent’teki İş Bankası kuleleri fotoğrafı ve yanında dikkat çeken “Postmodernin Simgesi: İş Bankası Kuleleri” manşeti yer alıyordu. Yazı 2014 yılında, Strategy dergisinde, Simgenur Güdeberk imzasıyla yayımlanmış ama manşetin gerekçesi yazılmamıştı (6). Demek ki Aykut Bey’den başkaları da yapıyı postmodern olarak niteleyebiliyordu. Acaba son altmış, yetmiş yıl içinde üretilen bir yapının, tespit edilen doksan kadar akımdan herhangi birinin içinde yer almasının bir önemi var mıydı? Yapı yapılıyor, tüm nitelikleriyle ortada duruyor, ardından mimarlık tarihçileri ve eleştirmenleri tarafından etiketlendiriliyordu. Bu durumda, mimarlıkta mutlak doğrunun varlığından da herhalde söz edilemezdi. 

“Bu mimarlık örnekleriyle aynı sınıfta sayılmayı kabul edemiyorduk.”Resim 3. Frank Gehry ve Vlado Milunić tarafından tasarlanan Dans Eden Ev, Prag, Çek Cumhuriyeti, 1992-1996, (URL-3). Fotoğraf: Diego Delso. 

“Bu mimarlık örnekleriyle aynı sınıfta sayılmayı kabul edemiyorduk.” Resim 3. Frank Gehry ve Vlado Milunić tarafından tasarlanan Dans Eden Ev, Prag, Çek Cumhuriyeti, 1992-1996, (URL-3). Fotoğraf: Diego Delso.

“Bu mimarlık örnekleriyle aynı sınıfta sayılmayı kabul edemiyorduk.”Resim 4. WAM architecten tarafından tasarlanan Inntel Hotel, Zaandam, Hollanda, 2010, (URL-4).

“Bu mimarlık örnekleriyle aynı sınıfta sayılmayı kabul edemiyorduk.” Resim 4. WAM architecten tarafından tasarlanan Inntel Hotel, Zaandam, Hollanda, 2010, (URL-4).

“Bu mimarlık örnekleriyle aynı sınıfta sayılmayı kabul edemiyorduk.”Resim 5. Frank Gehry tarafından tasarlanan Beyin Sağlığı Cleveland Kliniği Lou Ruvo Merkezi, Las Vegas, ABD, 2010, (URL-5).

“Bu mimarlık örnekleriyle aynı sınıfta sayılmayı kabul edemiyorduk.” Resim 5. Frank Gehry tarafından tasarlanan Beyin Sağlığı Cleveland Kliniği Lou Ruvo Merkezi, Las Vegas, ABD, 2010, (URL-5).

Zaten Postmodern Dönem’de eskiden olduğu gibi bir toplumsal beğeniden söz edilemiyor, mimarlıkta artık kişisel beğeninin egemen olduğu söyleniyordu. O halde, kişisel beğenilerle tasarlanan yapıların oluşturduğu kentler, modernist mimarlığın zaafı olarak gösterilen monotonlaşmanın tam tersi bir kaos yaratmaz mıydı? Ne yapalım ki, ülkemizle beraber tüm dünyanın yaşamakta olduğu siyasal, ekonomik, sosyal krizler içinde mimarlığın da bir çok çeşitlilik krizi yaşaması doğal sayılmalı idi. Mimarlığın iki bin yılı aşkın süredir var olan üç ana temelinden “estetiğin” net bir tarifi, formülü olmadığından söz etmiştim. Bilinmeyen konuları araştırmaya, sorulara yanıt bulmaya çalışan felsefe de doğası gereği mimarlıkta estetiğin niteliği konusuna el atarak yüzyıllardır kendince düşünceler ortaya koyuyor. 1960’larda elime geçen 19. yüzyıl İngiliz filozoflarından John Ruskin, “Mimarlığın Yedi Meşalesi (Seven Lamps of Architecture)” adlı kitabında biraz da inançlardan yararlanarak mimarlığa bir açıklama getirmeye çalışıyordu. Ruskin’e göre bu yedi meşale; özveri, gerçek, güç-kuvvet, güzellik, yaşam, hafıza, itaat başlıklarıyla yedi bölümde anlatılıyordu. Ama doğrudan yararlanılabilecek net bir tanımlama getirmiyordu. 1938 tarihli “Mimari Bilgisi” adlı kitabında Bruno Taut, estetiğin oran demek olduğunu, güzel oranlı tasarımların estetik niteliğe sahip olacağını anlatıyordu.

“Bu iki yapımızın postmodern mimarlık örneği sayılmasına önce karşı çıktım. Sonra, hele postmodernin simgesi sayıldığını görünce, yapılar ortada, isteyen istediği sınıfta sayabilir anlayışına geldim.”Resim 6. Tekeli-Sisa Mimarlık tarafından tasarlanan Halkbank Genel Müdürlük Kompleksi, Ankara, 1983-1991. Fotoğraf: Reha Günay. Salt Araştırma, Doğan Tekeli-Sami Sisa Arşivi, (URL-6). 

“Bu iki yapımızın postmodern mimarlık örneği sayılmasına önce karşı çıktım. Sonra, hele postmodernin simgesi sayıldığını görünce, yapılar ortada, isteyen istediği sınıfta sayabilir anlayışına geldim.” Resim 6. Tekeli-Sisa Mimarlık tarafından tasarlanan Halkbank Genel Müdürlük Kompleksi, Ankara, 1983-1991. Fotoğraf: Reha Günay. Salt Araştırma, Doğan Tekeli-Sami Sisa Arşivi, (URL-6).

“Bu iki yapımızın postmodern mimarlık örneği sayılmasına önce karşı çıktım. Sonra, hele postmodernin simgesi sayıldığını görünce, yapılar ortada, isteyen istediği sınıfta sayabilir anlayışına geldim.”Resim 7. Tekeli-Sisa Mimarlık tarafından tasarlanan İş Bankası Genel Müdürlük Kompleksi, İstanbul, 1983-1991. Fotoğraf: Cemal Emden. Salt Araştırma, Doğan Tekeli-Sami Sisa Arşivi, (URL-7).

“Bu iki yapımızın postmodern mimarlık örneği sayılmasına önce karşı çıktım. Sonra, hele postmodernin simgesi sayıldığını görünce, yapılar ortada, isteyen istediği sınıfta sayabilir anlayışına geldim.” Resim 7. Tekeli-Sisa Mimarlık tarafından tasarlanan İş Bankası Genel Müdürlük Kompleksi, İstanbul, 1983-1991. Fotoğraf: Cemal Emden. Salt Araştırma, Doğan Tekeli-Sami Sisa Arşivi, (URL-7).

Resim 8. Güdeberk, S., “Postmodern Mimarinin Simgesi İş Bankası Kuleleri”, Strategy, 04, Ağustos-Ekim 2014, s. 18.

Resim 8. Güdeberk, S., “Postmodern Mimarinin Simgesi İş Bankası Kuleleri”, Strategy, 04, Ağustos-Ekim 2014, s. 18.

1978’de Güzel Sanatlar Akademisi’nde felsefe dersleri veren İsmail Tunalı’nın “Estetik” adlı kapsamlı bir çalışması yayımlandı. Tunalı, estetiği bir bilim olarak tanımlıyor; çok sayıda örnekle, estetiğe akıl ve duygu ile ulaşılabileceğini açıklıyordu. Biz, büroda yoğun bir şekilde projelerle uğraşırken felsefecilerin çalışmalarını yakından izleyemiyorduk. Zaten, çağdaş felsefecimiz Dücane Cündioğlu, yazdığı “Mimarlık ve Felsefe” isimli kitabında, insanların hem yapmayı hem düşünmeyi aynı anda yürütemeyeceğini, başarı için bunlardan birinin seçilmesi gerektiğini söyleyerek daha çok tasarım ve uygulamayla uğraşmamızı bir anlamda doğru buluyordu. Bununla beraber son kırk yılda çağdaş filozofların mimarlığa daha fazla ilgi duyduğu, bir hayli yeni düşünce ortaya attığı görülüyordu. Son kırk, elli yılda ünlü filozoflar mimarlıkla yakından ilgilendiler. Michel Foucault, Martin Heidegger, Jacques Derrida, Jürgen Habermas, Jean Baudrillard, Gilles Deleuze, Alain de Botton ve daha başkaları yaşam, zaman, mekan, mekanın oluşumu, mekanın tüketilmesi, mekan-insan ilişkileri, varlık, varoluş vb. kavramlar üzerinde yeni bakış açılarıyla açıklamalar yaptılar.

Mimarlığın günümüzdeki konumu, rolü ve mimarlıkta tasarım sürecinin niteliği üzerinde duranlar olduğu gibi, mimarlığın çağdaş yaşamda bir önemi kalmadığı gibi tespitler yapanlar da vardı. Ne var ki, tüm bu filozofların düşüncelerini paylaşmak için oldukça karmaşık kavramlar kullanarak yaptıkları uzun açıklamaları çözmek de sabırlı ve uzun çalışmalar yapmayı gerektiriyor; gene de örneğin mimarlıkta estetiğin tam olarak ne olduğu, estetiğe ulaşmanın yöntemi açık olarak ortaya konulamıyordu. Felsefecilerin mimarlığa katkısı, bence mimari tasarım ve uygulama alanından çok, mimarlık tarihçilerinin, genç akademisyenlerin makalelerinde görülmektedir. Günümüzün akademik dünyasında ise yukarıda adı geçen felsefecilerin düşüncelerine atıf yapmayan yazı neredeyse yoktur. Söyleşimin sonunda, son yıllarda dünyamızı hızla kaplamaya başlayan yapay zekadan söz etmemek bir eksiklik olurdu. Yapay zekanın hayatın tüm alanlarına çok yakın bir gelecekte iyice yayılacağını, belki de bugünkü yaşam biçimini tümden değiştireceğini söyleyenler bile var. Bu değişimin mimarlığı nasıl etkileyeceği bilinmese de, mimarlığın bugünkü önemini yitireceği öngörülüyor. Ne var ki yaşam bugünkü gibi devam ettiği sürece, mimarlık tarihçileri de felsefeciler de kendi ilgi alanlarının gerektirdiği çalışmaları yapmayı sürdürecek, ancak yaratıcı mimarlık uygulamaları daima önden gidecektir.

Notlar

  1. Tanyeli, Uğur. Mimarlığın Aktörleri: Türkiye 1900-2000, Garanti Galeri, İstanbul, 2007, s. 270-272.
  2. Tekeli, Doğan. “Düşünce: Emin Onat Mimar Değil Miydi?”, Arredamento Mimarlık, 360, Eylül-Ekim 2023, s. 100-103.
  3. Tekeli, Doğan. “Görüş-Tartışma: Emin Onat için Mimar Değildi Denmesi Kabul Edilemez”, Yapı, 489, Ocak-Şubat 2024, s. 14-16.
  4. Tanyeli, Uğur. “Öngörünüm: Tarihi Metinlerden Alınmak Üzerine Gözlemler”, Arredamento Mimarlık, 361, Kasım-Aralık 2023, s. 10-11.
  5. Tekeli, Doğan. “Görüş-Tartışma: Mimari Kimlik Konusunda bir Söyleşi”, Yapı, 486, Temmuz-Ağustos 2023, s. 18-21.
  6. Güdeberk, Simgenur. “Postmodern Mimarinin Simgesi İş Bankası Kuleleri”, Strategy, 04, Ağustos-Ekim 2014, s. 18-21.

Kaynaklar

  1. URL-1: (https://failedarchitecture.com/the-ironic-loss-of-the-postmodern-best-store-facades/) 
  2. URL-2: (https://elephant.art/postmodern-architecture-pomo-book-photography-robert-venturi-23022020/042-m2-building/)
  3. URL-3: (https://en.wikipedia.org/wiki/Dancing_House#/media/File:Casa_Danzante,_Praga,_Rep%C3%BAblica_Checa,_2022-07-01,_DD_01.jpg)
  4. URL-4: (https://www.uniqhotels.com/inntel-hotels-amsterdam-zaandam/#lg=1&slide=16)
  5. URL-5: (https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Gehry_Las_Vegas.jpg)
  6. URL-6: (https://archives.saltresearch.org/handle/123456789/204565)
  7. URL-7: (https://archives.saltresearch.org/handle/123456789/204634)