Kentlerin İnşasında Genç Tasarımcıların Rolü
Ülkemizin ve dünyanın güncel koşullarında, yılmadan ve umutsuzluğa kapılmadan üretimlerini sürdürmeye devam eden genç tasarımcı ekiplere, çağdaş mimarlık ortamında kendilerini nerede konumlandırdıklarını, topluluk ihtiyaçlarını ele alarak katılımcı tasarım ilkelerini başarıyla entegre ettikleri projelerini, kentsel tasarım sürecinde topluluk katılımını ve etkileşimini artırmak için neler yapılabileceğini, teknolojinin araç olarak üretimlerindeki yerini, karşılaştıkları zorlukları ve diğer genç jenerasyon tasarımcılara olan önerilerini sorduk.
Derleyen: Ebru Şevli, Mimar
Kapak Fotoğrafı: ©Emre Dörter
Bugün içerisinde bulunduğumuz, biçimsel üslup birliklerinden azade mimarlık ortamı, belirli yapı unsurları ya da estetik ifadeden ziyade, kavramlar etrafında şekilleniyor. Son yıllarda üzerine en çok yazınsal ve mekansal üretim gerçekleştirilen konular arasında yer alan “katılımcılık” ve “sürdürülebilirlik” kavramlarının özellikle genç tasarımcıların kentlerin geleceğindeki rolünün artırılması ile daha etkili ve yerleşik karşılıklar bulması hedefleniyor.
Gezegenimizin mücadele içerisinde olduğu, her geçen gün şiddetinin arttığı iklim felaketi, ekonomik ve sosyolojik adaletsizlikler, ham madde ve enerji kaynaklarının tükenmesi gibi problemler ile başa çıkmak için kentlerin dirençliliğinin artırılması ve yeni kurulacak kentsel alanların da bu anlayış ile tasarlanması geleceğimiz için büyük önem taşıyor. Bu noktada, bugüne kadar sahip olduğumuz karar alma ve yapma biçimlerimizi yeniden düşünmek, gereken değişimlerin yaşanması için kent tasarımının aktörlerinin yeniden tanımlanması, çoğalması, ve bu yapılanmanın iktidarsızlaşması gerekiyor. Sözgelimi, merkezine sadece insanı alan, yalnızca sonuç ürün ve kar odaklı kentsel üretimin yerini dirençlilik, döngüsel ve doğa tabanlı tasarım, kapsayıcı karar alım ve üretim süreçleriyle değiştirmemiz gerekiyor. Üretim ve karar alma süreçlerinin başından itibaren, bir yapının inşaatı tamamlandıktan sonra da devam eden, kent içerisindeki yolculuğunun tamamında demokratik, adil ve çevreye karşı sorumlu süreçlerin yürütülmesi gerekiyor.
Sürdürülebilir ve etkili stratejilerin, uygulanabilir ilkelerin ortaya konması için gerekli olan ortamda genç zihinlerin daha çok söz sahibi olması sağlanmalı ve taze fikirlerin süreç yönetiminde daha fazla yetkilendirilmesine müsaade edilmeli.
Her nesil, kendi kentinin kuruluşunda karar almalı; sosyolojik ve tarihsel gerçekliklerini yaşadıkları fiziksel ortamda yeniden üretebilme fırsatı bulmalı; ekonomik ve ekolojik olarak karşı karşıya oldukları problemlerin tanımlanmasında ve çözümünde söz sahibi olmalı. Mimarlığın; sosyoloji, felsefe, teknoloji, ekonomi ve ekoloji alanlarındaki güncel tartışmalara paralel ve eş zamanlı olarak ilerleyebilmesi, kentin içerisinde yaşayan toplum tarafından sürekli olarak yeniden kurulması, iyileştirilmesi ve beraber gelişebilmesi bu sayede mümkün olabilir.
Ülkemizin ve dünyanın güncel koşullarında, yılmadan ve umutsuzluğa kapılmadan üretimlerini sürdürmeye devam eden genç tasarımcı ekiplere, çağdaş mimarlık ortamında kendilerini nerede konumlandırdıklarını, topluluk ihtiyaçlarını ele alarak katılımcı tasarım ilkelerini başarıyla entegre ettikleri projelerini, kentsel tasarım sürecinde topluluk katılımını ve etkileşimini artırmak için neler yapılabileceğini, teknolojinin araç olarak üretimlerindeki yerini, karşılaştıkları zorlukları ve diğer genç jenerasyon tasarımcılara olan önerilerini sorduk.
EKA Creative Studio
EKA Creative Studio, genç ve yetenekli profesyonellerin bir araya geldiği yaratıcı bir toplulukla birlikte çalışan bir dijital tasarım stüdyosu. 10 kişilik ekibimiz ve 50 kişilik yaratıcı topluluğumuz; mimarlık, tasarım, sosyal bilimler gibi çeşitli disiplinlerden gelen bireylerden oluşuyor. Hedefimiz, genç profesyonellerin hem maddi hem de mesleki özgürlüklerini destekleyerek onlara sürdürülebilir iş fırsatları sunmak ve disiplinler arası projelerde yer alma imkanı sağlamak. Bunu sağlarken genç yaratıcılara ilgi duydukları ulusal, uluslararası projelerde ve yarışmalarda destek olarak kendi üretim odaklı oyun alanlarını yaratmaları için destek oluyoruz. Bu çerçevede çalışma alanımız, mimari tasarım ve kentsel müdahaleler, öğrenme ve topluluk tasarımı ile görsel iletişim ve sanat yönetimini kapsayan geniş bir yelpazeyi içeriyor.
Kendimizi çağdaş mimarlık ortamında, toplumsal ve çevresel sorunlara duyarlı, sosyal etki odaklı bir tasarım stüdyosu olarak konumlandırıyoruz. Bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz 45 projede, geliştirdiğimiz disiplinler arası yaklaşımımızla, genç profesyonellerin özgün fikirlerini geliştirmelerine ve küresel iş birliklerine katılmalarına olanak tanıyoruz. Ayrıca, onları bireysel olarak adım atmaktan çekinecekleri projelerde sorumluluk almaya teşvik edip bu süreçte ihtiyaçları olan hukuki ve finansal danışmanlıkları ve proje yönetimi başlıklarını onlar adına takip ediyoruz. Bu da topluluktaki yaratıcıların üretime yoğunlaşmalarına alan açıyor.
Yaratıcı topluluk içerisinde yer alan kişilerin bireysel girişim fikirlerini geliştirmelerini sağlamak amacıyla gerekli çalışma alanı, yaygınlaştırma ve etkinlik desteğinden ATÖLYE ve Impact Hub İstanbul gibi komünite partnerlerimiz aracılığıyla faydalanmalarını sağlıyoruz. Çalışma kültürümüzü de toplumsal dönüşümü teşvik eden tasarım projeleri ekseninde genişletiyoruz. Bu anlamda, mimarlık pratiğini çeşitli yönlerden değerlendirme fırsatı buluyoruz. Katılımcılığı odağına alan yeni nesil kentsel müdahalelerle birlikte mimari temsil yöntemleri ile sanatsal anlatıyı bir araya getirdiğimiz üretimler sürekli güncel kalmamıza olanak sağlıyor. Özellikle katılımcı tasarım pratiklerini mimarlık ve kent ölçeğindeki müdahalelerin ötesinde, ele aldığımız her projenin paydaşları ve etkilenen gruplar özelinde geliştiriyoruz. Örneğin, çok paydaşlı projelerimizden Maltepe’de yer alan “TOPUK (Toplu Taşımaya Ulaşan Kadın)” ve “Game Street” projelerinde edindiğimiz deneyimlerde, katılım süreçlerinin etkilenen her odak grup için özelleştirilip yeniden şekillendirilmesi gerektiğini anladık. Bu pratiklerin, Türkiye özelinde çok daha çeşitlenebilme potansiyeli olduğunu görmüş olduk. Bu süreçlerdeki en değerli çıkarımlarımızdan biri de katılımcı tasarımın, sadece mekansal değil, aynı zamanda sosyal adaletin de sağlanmasına katkı sağlayacak araçlardan bir tanesi olduğu.
İçerisinde yer aldığımız her projede yenilikçi stratejiler geliştirerek proje bağlamında tüketilen kaynakların etkin kullanımını ön planda tutuyoruz. Özellikle yerel yönetimlerle ilişkilenen kentsel müdahale projelerinde gerçekleştirilecek yeni tasarımların büyük bölümünü bölgedeki atık ve kullanılmayan materyallerin ileri dönüşümü ile sağlıyoruz. Ayrıca topluluğumuzda çok sayıda döngüsel ekonomi üzerine çalışan yaratıcı ve bu yönde üretim yapan girişimciler de mevcut. Örneğin, topluluğumuzda yer alan girişimlerden bir tanesi “Born” ile atık plastiklerin geri dönüşümü ve nitelikli tasarım ürünlerine dönüştürülmesine yönelik projeler geliştiriyoruz. Kent ölçeğinde gerçekleştidiğimiz projelerde mekansal adaletin sağlanması ve döngüsel tasarımın önceliklendirilmesi her aşamada ele aldığımız konular arasında yer alıyor. Topluluk katılımı, projelerin kapsayıcılığını ve sosyal adaletini güçlendirirken döngüsel tasarım teknikleri kaynak yönetimini optimize ediyor. Özellikle dezavantajlı grupların mekansal ihtiyaçlarını karşılayacak kapsayıcı tasarım çözümleri geliştirerek projelerimizi daha dirençli ve adil hale getiriyoruz.
Odak grubumuz olan genç ve yetenekli tasarımcılar için teknolojinin sunduğu fırsatlar da topluluk katılımını artırma açısından oldukça değerli. Öncelikle ekip ve topluluk içerisinde, sonrasında da yürüttüğümüz projelerde kullandığımız dijital araçlar bizlerin daha adil ve katılımcı bir süreç yürütmesini sağlıyor. Bu kapsamda güncel kalmaya çalışmak, en çok keyif aldığımız ve dikkat ettiğimiz konu. Her geçen gün değişen gündemi topluluk içerisinde bilgi paylaşım alanı yaratarak kolektif değerlendirmek, sunduğumuz en kıymetli değer önerilerinden bir tanesi. Projelerimizde ise katılımcı süreçlerin dijitalleştirilmesi, bilginin hızlı yayılmasını ve farklı kitlelerin projelere dahil edilmesini mümkün kılıyor. Fakat katılımcı tasarımı uygulamaya çalıştığımız projelerde çeşitli zorluklarla da karşılaşıyoruz; bunlardan en zoru da farklı toplumsal grupların farklılaşan ihtiyaçlarını dengelemek. Ancak bu zorlukları aşmak için sürekli ve açık bir diyalog ortamı geliştirmeye özen gösteriyoruz. Toplulukların karar süreçlerine aktif olarak katılımını sağlamak, projelerimizin başarısına büyük katkı sağlıyor. Ayrıca projeler öncesinde gerçekleştirdiğimiz test uygulamaları ve etkinlikler olası reaksiyonları önceden almamızı, böylelikle proje hayata geçmeden tasarımlarımızı itere etmemizi sağlıyor.
Deneyimimizden hareketle şunu diyebiliriz ki; kentsel alanların hem dirençli hem de adil olmasını sağlamak, kamu kuruluşları, yerel topluluklar ve diğer profesyonellerle kurulan iş birlikleri ile mümkün oluyor. Genç mimarların, bu iş birliklerini güçlendirmek ve sürdürülebilir projeler üretmek için topluluklarla yakın temas halinde olması gerektiğine inanıyoruz. Topluluk içinde gerçekleştirdiğimiz akran mentörlüğü ve profesyonel projelerimiz sayesinde genç tasarımcıların hem mesleki gelişimlerini destekliyoruz, hem de onları topluluklarla iş birliği yaparak yaratıcı çözümler üretmelerini teşvik ediyoruz.
Son olarak, EKA Creative Studio olarak, genç tasarımcıların alternatif üretim biçimlerini ve yeni kariyer rotalarını keşfetmelerinin onlar için her zaman değer oluşturacağını söylemek istiyoruz. Disiplinler arası iş birliğine açık, topluluğu merkezine alan projelerde aktif rol almanın çok yönlü kabiliyet kazandırdığını geçtiğimiz beş yıldır yer aldığımız ve hayata geçirdiğimiz projelerde fazlasıyla deneyimliyoruz. Bu süreçlerin bireyin yetkinliklerinin farkına varması ve 21. yüzyılın ihtiyacı olan yeteneklere sahip yeni nesil bir tasarımcı olması yönünde büyük katkılar sağladığını düşünüyoruz. Bizler de EKA olarak ekibimizle ve topluluğumuzla yeni nesil tasarımcıların endüstriye kazandırılması noktasında yarattığımız değer önerisini büyütmeye ve geliştirmeye devam ediyor olacağız.
Herkes İçin Mimarlık
Herkes İçin Mimarlık 2011 yılının Aralık ayında kurulmuş bir dernek. Kuruluşunda yer alan üyeler o dönemde okullarından henüz mezun olmuş kişilerdi. Bu kişiler öğrencilik hayatlarında okul ve müfredat dışında etkinlikler, tasarım ve uygulama faaliyetlerinde bulunmuşlardı. Mezuniyet sonrası memnun olunmayan ya da yeterli bulunmayan mimarlık yapma ve akademik eğitime devam etme biçimlerine karşı arayışlar içinde olan ve başka katılımlarla da genişleyen bu grup, toplumsal ve sosyal faydalar da düşünülerek yapılmış bu geçmiş deneyimleri üzerine tekrar değerlendirme yapmaya yöneldi. Ağustos’tan Aralık’a kadar yapılan tartışmalar neticesinde, başka türlü mimarlık yapma ve bunu sadece mimarlık alanı ile sınırlı kalmadan alan dışı ekip, kurum ve kişilerle temasa açık olacak ve bu yolla karşılıklı öğrenmeyi besleyecek bir yapı olabileceği düşüncesiyle dernek kurma kararı alındı. O günlerde yaş ortalaması 23 olan bir ekipti ve “Dernek olmak ne demek?” konusunda kimse tam anlamıyla bir fikir sahibi değildi. Ama, aradan geçen on üç yılda dayanışmayı ve birlikteliği önemseyerek alınan o günkü karardan dönülmüş değil ve hala mimarlığın kim için ve nasıl yapıldığı konusundaki memnuniyetsizlikler ya da arayışlar devam ettiği için de Herkes İçin Mimarlık yoluna devam etmekte.
On üç yılın ardından, “Bir sivil toplum kuruluşu olmak ne demek?”, “Biz başka STK’lara ne kadar benziyoruz ya da benzemiyoruz?” gibi noktaların her yeni deneyimle birlikte daha çok farkına varıyoruz. Başlangıçtan beri içkin olarak gelişen tavırlarımızdan biri; çoğu kuruluşun dile getirdiği gibi faaliyetlerimizi ve onlarda yer alanları gönüllülük değil katılımcılık üzerinden tanımlamamız. Aslında “katılımcılık”, geçmişin birikimiyle gelen tanımları, ilkeleri ve günümüzde çok rahatlıkla içi boşaltılan popüler uygulamaları göz önüne alarak kullanırken dikkatli olmaya çalıştığımız bir kavram oldu. “Birlikte yapmak” deyimini daha çok tercih ettik ama aynı şekilde emek ve itibar ilişkileri çerçevesinde istismar edilmeye çok açık olan “gönüllüler” yerine de, her zaman istedikleri oranlarda sorumluluk alabilen “katılımcılarla” işlerimizi sürdürdük. Anlama dair bu ayrım başlangıçta biraz sezgiler ve niyetler eksenindeyken işlerimizi yaptıkça bu ayrımın ve eylemsel karşılığını daha iyi kavrar hale geldik.
Daha çok, eyleme geçme alanında faal gözüksek de fikirsel arka planları unutmamanın ve bunları süreçlerden öğrenerek geliştirmenin önemli olduğunu düşünüyoruz. Katılımcılık, belli yöntemlerle kısıtlanmadan, durum özelinde açık olma ilkesine bağlı kalarak geliştirmeye çalıştığımız bir konu oluyor. Büyük bütçelerle, büyük işler yapmak yerine, değişken ölçeklerde yayılım etkileri olabilecek; yeniden kullanım, alternatif malzeme kullanımı gibi konuları düşündürebilecek; ayni, maddi ve en önemlisi emek kaynaklarının bir araya gelişini farklı şekilde örgütleyebilecek işler yapmaya çalışıyoruz. Benzer konuları dert edinen başta yeni mezun, tüm mimar ve tasarımcılar da, büyük işler peşinde olmak yerine hayata geçirme ihtimalleri daha çok olan ölçeklerde işler üzerinden, yerel topluluklar ve karar alıcılarla iletişime geçebilirler. Bu şekilde üretimler, mesleği dönüştürücü yöntemlerle de yapılmaya çalışıldığında, aslında büyük ölçekli üretimlerin dünyanın bugün içinde bulunduğu krizlerin sebeplerinden biri olduğu hakkında da bir farkındalık yaratıyor.
Gelişen ihtiyaçlara karşı çözümler üretmeye çalışıyoruz, ancak yaptığımız işlerin ihtiyaçlar ya da aciliyetlere karşı verilmeye çalışılan cevapların ötesine geçip, süreçlerde yer alan her kişi ve topluluk için bugünden itibaren proaktif olarak harekete geçmeyi besleyecek öğrenme süreçleri olması için çalışıyoruz. Proaktiflik ile sorumluluk alma ve sorumluluk paylaşma sayesinde kentsel ve kırsal alanlarımızın, dünyamızın ve topluluklarımızın sorunlarıyla daha ilgili, daha adil ve daha eşitlikçi bir mimarlık ortamı oluşabileceğini düşünüyoruz.
Son olarak ve tekrar, karşılıklı öğrenme meselesini deprem bölgesine bağlayarak vurgulamak isteriz. 6 Şubat 2023’ten beri, o tarihe kadar öğrendiklerimizi, geçmiş bağlantılarımızı ve imkanlarımızı Kahramanmaraş ve Hatay’a aktarmaya çalışıyoruz. Deprem bölgesindeki her anımız da bize geçmişin yanlışlarını ve doğrularını öğreten, maalesef bugünün de hatalarını gösteren deneyimler oluyor. Geçmiş afetlerden yoğun bir birikimi olduğunu halde, ülkemizin bunlardan bir deneyim çıkaramadığını, bir şeyler öğrenemediğini düşünüyoruz. Uzun süreceği ilk günlerden belli olan geçici yaşam koşulları hakkında da mimarlık alanının inanılmayacak derecede az fikir geliştirmiş ve üretmiş olması, büyük bir hayal kırıklığı oluşturuyor. Geçmişten ve içinde bulunduğumuz durumdan öğrenerek sağlam temellere oturulabilecek bir geleceğin mümkün olması için bugünden başlayarak sağlıklı koşulların oluşturulması yönünde bir tavır alamayan; şartları bunun için zorlamayan ve sadece “yapabildiğinin en iyisini yapma” düşüncesinde kısıtlı kalan, üstyapı ürünlerden oluşan mimari üretimler gelecek afetler karşısında yetersiz ve son derece moral bozucu. Ancak yine de deprem bölgesinde ve diğer her yerde, dayanışmayla var olmaya çalışan her kişi ve topluluk yanında sahada yer almaya devam etmenin, mimarlığı da demokratik anlamda dönüştürebileceğini düşünmeye devam ediyoruz.
MEF FADA Tasarla ve Yap!
Yeni Kısıtlar/Yeni Kıstaslar: Tasarla ve Yap!
Bir mimarlık okulu öğrenciye ne öğretebilir? Bugünlerde bu sorunun cevabını vermek oldukça zor. BIM, üç boyutlu dijital tasarlama programlarında üretilen mimarlık öğretisi var olan kaynakları aklında tutarak bir mekanı ortaya koymamızı sağlarken, aynı anda gezegene verilen zararı önlemek adına ekoloji, döngüsel ekonomi, yenilenebilir enerji gibi etik kaygıları tartışan derslerin de yer aldığı karmaşık eğitim programlarına tanıklık ediyoruz. Oysa Antroposen dönem; hakim estetiğin problemleri, yapı endüstrisindeki kaynakların tükenebilirliği, çevresel zararı ve kitlesel işleyen mekanizmaların tehlikeleri konusunda sinyal veriyordu. Aşina olduğumuz malzemeler, bir araya getirilme yöntemleri ve buradan çıkan hakim estetik sorunluysa, bütün parçalar nasıl yeniden inşa edilebilir? Bu hatalı dizilimde parçaların değişimi ve onların bir araya gelmesini yavaşlatmak bir çare mi? Mevcut meslek pratiğini besleyen ön kabullerin ya da (diğer tarafta) aşina olunanı ikonik nesneler/biçimler üretme yoluyla aşmaya çalışan mimarlıkların ıskaladığı bir alan, bu sorular için ipuçları barındırıyor olabilir mi? Mimarlık eğitimcileri bu soruları, eğitimi tekrardan merkeze alan, bakım (care) ve sürdürme (maintenance) taktikleri üzerinden bir kurgu ile cevaplamaya çalışıyor. Onarımı, sorunlu bulunan yaklaşımların araştırılması ve sürdürülmesindeki mikro manevralar ile gerçekleştiriyorlar. Kısıtları ve küçük adımları merkeze alan yeni bir pedagojiyi inşa ediyorlar.
Mimarlık eğitimi, madde ve fail etkileşimi (öz) eylem planını aktif tutabilmek için esnek öneriler getirebilecek şekilde tekrardan güncellenmekte. MEF FADA Tasarla ve Yap! Stüdyosu 2015 yılından bugüne, mimarlık eğitim içinde bu ilişkileri canlı tutabilen bir pedagojiyi ortaya koymayı amaçlıyor. Öyleyse Tasarla ve Yap! nasıl çalışır? Stüdyo, kamu yararı ve ihtiyaçları doğrultusunda projeler geliştirir ve inşa eder. Bununla birlikte, birinci sınıf eğitiminin hemen ardından gelerek mevcut kısıtları hem eğitim hem de tasarım problemi olarak ele alan bir yaklaşımı sahiplenir. Tam da bu sebeplerle standart bir stüdyodan farklı olarak kurgulanır.
Komisyon
Tasarla ve Yap! projelerinin hayata geçirilmesi ve proje faillerinin aktif olarak görev alacakları uygun ortamın sağlanması, komisyon üyeleri tarafından eğitim yılı boyunca yürütülen ve dönem ihtiyaçlarına göre şekillenen bir planlama çerçevesinde gerçekleşir. Olası proje alanlarına dair araştırma yapmak ve iş birliklerine açık bir iletişim ağı kurmak bu planlamanın başlangıç adımları. Ortaya çıkan veri seti içinde kesinleşen projeler için yürütücü, asistan ve öğrenci listelerinin oluşmasıyla proje failleri de belirmiş olur. Çalışmalar için gerekli malzeme ve ekipmanın imkanlar doğrultusunda tespiti, temini ve projelerin takvimine göre alanlara nakledilmesi, son olarak iş güvenliğini sağlayan önlemlerin ve eğitimlerin organize edilmesiyle hazırlıklar tamamlanır.
Proje
Stüdyonun kurgusu da bu dizginlenmiş imkanlar içinde “az” ile neler yapılabileceğine dair sorgulamalar ekseninde gelişmeye devam eder. Hedeflenen, sabit olmayan koşullara uyum sağlayabilecek taktikler oluşturmak, böylelikle tasarlamayı/yapmayı sabit ve sürekli kılmak. Minimum kaynak kullanarak, ağırlaşmadan, basit araçlarla ve küçük ekiplerle, fakat bol özveri ve iyi örgütlenmiş bir emek ile yapılı çevre için alternatif bir üretim yolu keşfetmek. Hem de olağan konularda, çılgınca tüketilmesi gerekmeyen mekanlar inşa etmek. Bu etkileşimleri aktif tutabilmek için, MEF FADA öğrencilerinin ve akademik ekibin inisiyatifiyle şartlar doğrultusunda evrilen bir stüdyo “Tasarla ve Yap!”. Temel motivasyonu, öğrencilerin aktif olarak yapma faaliyetinin içine girmelerini sağlayan dinamik bir eğitim programı kurgulamak. Bunuysa kısıtları organize edebildiği çeşitli taktiklerle gerçekleştiriyor.
Değişken Failler
Her yıl farklı konu, yer ve bağlamda ortaya çıkan projeler, genellikle 15 kişiyi aşmayan gruplar halinde tasarlanıp inşa ediliyor. Ekiplerin önemli bir bölümünü birinci sınıfı henüz tamamlamış mimarlık ve iç mimarlık öğrencileri oluşturuyor, akademik kadro da ekiplerde yürütücü olarak yer alıyor. Önceki yıllarda çalışmalara katılmış tecrübeli öğrencilerin daha sonra mentör olarak tekrar dahil olabildiği, hatta mezunların doğrudan yürütücülük yapabildiği, kendi kendini büyüten bir sistem söz konusu. Yapma biçimine dair ortaya konan bilginin ve kolektif çalışma alışkanlıklarının aktarıldığı bir ortamda bu, zamanla bir kültüre dönüştü.
Ekipler, ortalama iki haftaya yayılan oldukça yoğun bir tasarım ve uygulama sürecinde bir araya geliyor. Yeri, durumu ve ihtiyaçları anlamaya çalışmak, potansiyelleri tartışmak ve eldeki kaynaklar ile yeni mekansal ilişkiler kurgulamak; bu doğrultuda birlikte tasarlamak ve inşa etmek esas. Uygulama aşamasında öğrenciler, temel ekipman kullanımı ve iş güvenliğine dair eğitimler dışında profesyonel yardım almadan çalışıyorlar. Tasarlanan şeyin fiziksel gerçeklikle çarpıştığı şaşkınlık anı, üretim yapılacak ortamın ve işleyişin kendisi dahil her şeyi ortak bir şekilde kurgulamanın verdiği mesuliyet, bazen öngörülemeyen ile karşılaşmak, fakat sorunları birlikte çözerek ilerlemek bu sürecin parçası.
Değişken ve Kısıtlı Kaynaklar
Pandeminin fiziksel dünyayla ilişkimizi yeniden tanımladığı sıralarda stüdyonun bu duruma cevabı, tasarım ve uygulama yöntemlerini alternatif bir izlek üzerinden ele alarak daha erişilebilir, açık kaynaklar üretmek olmuştu. Diğer yandan ekonomik şartların kötüleşmesi, stüdyonun sürekliliği için ihtiyaç duyulan materyal kaynakların temin edilmesini gün geçtikçe zorlaştırıyor. İş birliği yapılan yerel yönetimlerin ve üniversitenin bütçe kısıtlarına rağmen devam edebilmek için her yıl proje ölçeği, malzeme kullanımı ve temel lojistik planlama gibi konular güncel koşullara göre yeniden tartışılıyor. Bu doğrultuda, devam etmekte olan işlerin bir parçası olmak, var olan malzemeleri tekrardan kullanmak gibi taktikler geliştiriliyor. Fakat kurgunun detayları değişse bile yapma faaliyetinin merkezde olduğu proje üretimlerinden ve stüdyo hedeflerinden taviz verilmiyor.
Mimarlık eğitiminin nasıl bir nosyon/yöntem/içerik üzerinden tarif edilebileceği, güncelliğini yitirmeyecek bir mesele. Güncel konulara açılan ve esnek alanlar yaratan bir eğitim yöntemi; öğrencilerin birlikteliğini, alternatif durumlara cevap verebilen bir tasarım yetisi geliştirmelerine olanak tanıyor. Böylelikle, öncelikleri ve standartları sorgulayan, hızlı hareket edebilen, birlikte yapmanın gücünün farkına varan ve kendi donanımları ötesine inisiyatif alabilen genç failler yetişebiliyor. Bugünün mimarlığı ne yaptığımızdan daha çok, kimlerle ve nasıl yaptığımıza odaklanmışken, Tasarla ve Yap! gibi dokuz yıldır, yaklaşık 60 projeyi hayata geçirmeyi başaran, dönüşümlere açık eğitim modellerinin teşvik edilmesi ve sürdürülmesinin gerekli olduğunu düşünüyoruz.
MEF FADA Tasarla ve Yap! Komisyonu Adına
Derya Uzal ve Hasan Murad Adalı
Roof Coliving
Genç Tasarımcılara Kentsel Mekanda Atanan Roller: Sistem Kimin Eseri?
Lefebvre’nin “Mekanın Üretimi”nde bahsettiği üzere, mekan toplumu etkili bir şekilde şekillendirir ve toplum da karşılığında mekanı şekillendirir. Bu nedenle mekan üretkendir ve herkes mekanı yeniden üreterek toplumu ve kendisini şekillendirme hakkına sahiptir (Lefebvre, 1991; Harvey, 2008; Petrescu ve Trogal, 2017, s. 3). “Kent hakkı” olarak bahsedilen bu hak, mekanın doğası gereği bireysel değil, ortak bir haktır (Harvey, 2008, s. 23). Çünkü mekan birden bire ortaya çıkmaz ve var olmaz; toplumsal etkileşimler ve süreçler mekanı üretir ve varlığını sürdürür (Schneider, 2017, s. 24).
Ne yazık ki, günümüzde hakim olan ve 1970’lerden beri kentsel gelişimi şekillendiren neoliberal planlama, genellikle çevresel ve sosyal adalet pahasına karı, ekonomik büyümeyi ve özel sermaye çıkarlarını teşvik eder (Baeten, 2017). Bu süreçler, özel sektör gücünü artırırken kentsel eşitsizliklere ve çevresel bozulmaya yol açmış, kaynakları birkaç kişinin elinde toplarken sosyal ve mekansal adaletsizlikleri daha da derinleştirmiştir (Sager, 2011). Ayrıca ana akım mimaride iklim krizine karşı direnç yaratan çözümler sıklıkla tasarımın inşa süreci fiziksel özellikleriyle ilişkilendirilir. Düşük karbonlu çözümler, sistem optimizasyonu, enerji verimliliği ve malzeme seçimi sürdürülebilir tasarım için elzem olsa da, bütünsel sürdürülebilirliğe ulaşmak için binaları teknik bir aygıt olarak algılamaktan daha fazlasına ihtiyacımız var. Çünkü mevcut iklim krizi, sosyal bağlamından ve kullanıcılarının görüş ve katılımlarından izole edilmiş tasarımlarla çözülemez (Awan vd., 2011). Bu nedenle, mimarlar ve plancılar kendilerinin de sorunun bir parçası olduklarını fark etmeli (Petrescu, 2020) ve mevcut sosyal ve ekolojik adaletsizliklerle bağlantılı olarak neoliberal kentleşmedeki rollerini ve katkılarını sorgulamalıdır (Baeten, 2012; 2017; Petrescu, 2020). Daha adil, sürdürülebilir bir gelecek yaratmak için alternatif mekan üretme pratiklerini ve kendi rollerini keşfetmelidir (Baeten, 2012; Kartal, 2023).
Lefebvre’nin (1991) de belirttiği gibi mekan toplumsal bir ürün olduğundan toplumsal ilişkiler aracılığıyla yeniden üretilebilir (Miraftab 2017, s. 5; Wungpatcharapon, 2017; Petrescu, 2020; Alatalo vd., 2023). Bu nedenle, yapılı çevrenin sürdürülebilirliğe ve demokrasiye yanıt vermesi için mimarlar; insanlar, mekan ve mekanın üretim süreci arasındaki ilişkiyi önemseyerek hareket etmelidir (Schneider, 2017, s. 25). Mimarlar ve plancılar; mimariyi ve kentleri, neoliberalizmi ve adaletsizlikleri yeniden üreten, belli grupları dışlayan “estetik bir nesne” olarak soyutlamamalıdır (Kartal, 2023). Aslında estetik, soyut bir nesne olmanın ötesindedir. Estetik; tasarım felsefesi bağlamında ele alınarak, estetiği yaratma ve tasarım bilimi olarak değerlendirilebilir. İsmail Tunalı, “Tasarım Felsefesi” başlıklı kitabında bilimlerin temelinde estetik felsefesinin yer aldığını savunur ve bilimsel kuramların aslında birer tasarım modeli olduğunu vurgular. Ona göre, estetik felsefesi hem epistemolojik hem de ontolojik bir ilgi alanıdır. Estetiğin hem bilgi edinme süreciyle (epistemoloji) hem de varlığın doğasıyla (ontoloji) ilgili olduğunu belirtir. Yani estetik, bir yandan sanat ve güzellik hakkında nasıl bilgi edindiğimizle ilgiliyken aynı zamanda güzellik tanımının ötesinde bu sanat eserlerinin, estetik deneyimlerin varoluşu ve yapısına da odaklanır. Tunalı, estetiği bir yaratma ve tasarım bilimi olarak değerlendirir ve estetiğin sadece güzellik ile değil, aynı zamanda bilim, felsefe, sanat ve teknik gibi geniş bir kapsamla ilişkili olduğunu belirtir. Bu bağlamdan, kentlerin tasarım sürecinde estetiğin çok boyutlu ve katmanlı bir role sahip olduğunu gösterir.
Estetik, varoluşun temel yapısıyla ilgili ise o zaman aslında kentlerin tasarım sürecinde kentin fiziksel ve sosyal yapısının şekillendiren temel ilkeleri içerir. Bir kent, yalnızca binalardan ibaret değildir; sokakları, meydanları, parkları ve tüm kamusal alanlarıyla bütüncül bir varlık olarak tasarlanır. Kentin bu varlık durumu, insanların bu mekanlarla kurduğu ilişkiyi belirler. Kentin estetiği sadece tasarımcıların, mimarların ve/veya plancıların biricik tasarım yetkinliklerinin ötesinde insanların kenti nasıl algıladığı, nasıl deneyimlediği ve anlamlandırdığıyla doğrudan ilişkilidir. Bu yüzden, sosyal, ekolojik ve mekansal adalet için mimarlar ve plancılar bilgi ve becerilerini taban örgütleri içinde rasyonalize ederek mekanı kolektif olarak üretmeye teşvik edilmelidir (Böhm, 2017, s. 183; Wungpatcharapon, 2017, s. 30).
Kente dair tepeden inme kararların aksine, tabandan gelen hareketler, mekanın metalaştırılmasına direnerek ve yere özgü ihtiyaçları ele alan topluluk odaklı çözümlere odaklanarak mekansal adaleti savunur (Miraftab, 2017; Milián Bernal et al., 2022). Mimarlar ve plancılar için taban hareketlerine katılmak, neoliberal projelerde pasif katılımcılar olmaktan aktif değişim öncüleri olmaya geçmek anlamına gelir. Toplulukla iş birliği yaparak yere özgü değerleri yansıtan mekanları birlikte tasarlamak planlama sürecini demokratikleştirdiği gibi genç tasarımcıların insanı ve doğayı önceliklendiren dirençli şehirler yaratmadaki rollerini fark etmelerini sağlar (Petrescu, 2020; Miraftab, 2009; Böhm, 2017). Genç tasarımcılar toplumsal ve çevresel adaletsizliğe karşı yaratıcı ve eleştirel düşünme becerileri ile tasarımı kolektif mücadele için bir araç olarak kullanabilirler. Taban hareketinin mekan üretme biçiminden, eylemlerinden öğrenebilir ve tasarım becerilerini topluluk odaklı projeleri kolaylaştırmak için kullanabilir (Kartal, 2023). Genç tasarımcılar hem yurttaş hem de profesyonel olarak toplulukların bir parçası olup kapsayıcı ve dirençli kentler yaratarak toplumsal adaleti ve sürdürülebilirliği teşvik edebilirler.
Roof Coliving olarak farklı kimlikleriyle ve disiplinleriyle insanların bir arada yaşayabileceği ortak yaşama alanları kurma hayali ile çalışmalarımızı gerçekleştiriyoruz. Yaşam alanlarını, insan ve topluluk ilişkilerini de içerecek biçimde katılımcı yöntemlerle yeniden tasarlıyoruz. Bu alanlar ile insanların birlikte yaşama ve üretme yetilerini geliştirerek yeni bir birlikte yaşama kültürü oluşturmayı hedefliyoruz. Kent ölçeğinde yaptığımız çalışmalarla yurttaşların katılımlarını sağlıyor, bölgesel ihtiyaçlara yönelik ortak yaşama alanlarını modelliyor, tepeden inme tasarım yaklaşımlarını kabul etmeyerek kentlerde çoğulcu, katılımcı diyalog alanları yaratmaya çalışıyoruz. Çalışmalarımızda özellikle genç tasarımcılarla birlikte katılım odağında üretim alanlarını yaratarak, karşılıklı öğrenerek, topluluk olarak sosyal etkiyi geliştirmeye, genişletmeye özen gösteriyoruz. Tepeden inme tasarım yaklaşımlarını kabul etmeyerek kentin bütün bileşenlerini ön planda tutarak tasarımlar geliştiriyor ve uyguluyoruz.
Ancak biliyoruz ki, mekansal adalet ve iklim krizi gibi konuların çözümüne yönelik mimarlık ve planlama pratiklerinin hayata geçirilmesi sorumluluğu yalnızca gençlere ve genç profesyonellere yüklenmemelidir. Genç profesyoneller, uzun çalışma saatlerine rağmen düşük ücretlerle çalışmakta, barınma gibi temel ihtiyaçlarına erişimde zorluklar yaşamakta ve adaletsizliklere maruz kalmaktadırlar. Ayrıca, özel ya da kamu sektöründe karar verici konumlarda bulunmadıkları gibi, çoğu zaman emekleri sömürülmektedir. Bu nedenle genç profesyonellere emeklerinin anlamlı hale geleceği toplumsal bir mücadelenin bir parçası olarak kendilerine bir nefes alanı yaratmalarını önermekle birlikte, esas sorumluluğun sermaye sahiplerinde, politikacılarda ve bu yapının bir parçası olan “star mimarlarda” olduğu da unutulmamalıdır.
Kaynaklar
1. Alatalo, E., Turku, V., Milián Bernal, D., & Kyrönviita, M. (2023). Learning urban activism: a retrospective look at how to engage students.
2. Awan, N., Schneider, T. and Till, J. (2011). Spatial agency : other ways of doing architecture. London: Routledge, pp.50–51.
3. Baeten, G. (2012). Normalising Neoliberal Planning: The Case of Malmö, Sweden. GeoJournal Library, (online) 102, pp.21–42. doi:https://doi.org/10.1007/978-90-481-8924-3_2 (Son Erişim: 15 Ekim 2024).
4. Baeten, G. (2017). Neoliberal Planning. In: M. Gunder, A. Madanipour and V. Watson, eds., The Routledge Handbook of Planning Theory. Routledge, pp.105–117.
5. Böhm, K. (2017). Trade as Architecture: Public Realming Through Tangible Economies. In: D. Petrescu and K. Trogal, eds., The Social (Re)Production of Architecture. Routledge, pp.175–191.
6. Kartal, S. (2023). The Role of Architects and Planners as Part of Grassroots Practices: In Response to a Sustainable Built Environment and The Climate Emergency (Master’s thesis).
7. Lefebvre, H. (1991). The Production of Space. Oxford: Blackwell.
8. Milián Bernal, D. (2022). Narratives of Appropriation Abandoned Spaces, Entangled Stories and Profound Urban Transformations. Writingplace: Journal for Architecture and Literature., 6, pp.69–89.
9. Miraftab, F. (2009). Insurgent Planning: Situating Radical Planning in the Global South. Planning Theory, 8(1), pp.32–50. doi:https://doi.org/10.1177/1473095208099297 (Son Erişim: 15 Ekim 2024).
10. Miraftab, F. (2017). Insurgent Practices and Decolonization of Future(s). In: M. Gunder, A. Madanipour and V. Watson, eds., The Routledge Handbook of Planning Theory. Routledge, pp.276–288. doi:https://doi.org/10.4324/9781315696072-22.
11. Miraftab, F. (2017). Insurgent Practices and Decolonization of Future(s). In: M. Gunder, A. Madanipour and V. Watson, eds., The Routledge Handbook of Planning Theory. Routledge, pp.276–288. doi:https://doi.org/10.4324/9781315696072-22.
12. Petrescu, D. (2020). An Alternative Practice in Times of Crisis. In: H. Harriss, R. Hyde and R. Marcaccio, eds., Architects After Architecture: Alternative Pathways for Practice. Milton: Taylor and Francis, pp.105–111.
13. Petrescu, D. (2020). An Alternative Practice in Times of Crisis. In: H. Harriss, R. Hyde and R. Marcaccio, eds., Architects After Architecture: Alternative Pathways for Practice. Milton: Taylor and Francis, pp.105–111.
14. Petrescu, D., and Trogal, K. (2017). The social (re)production of architecture in ‘crisis-riddled’ times. In: D. Petrescu and K. Trogal, eds., The Social (Re)Production of Architecture.Routledge, pp. 1–21.
15. Sager, T. (2011). Neo-liberal urban planning policies: A literature survey 1990–2010. Progress in Planning, 76(4). https://doi.org/10.1016/j.progress.2011.09.001 (Son Erişim: 15 Ekim 2024).
16. Schneider, T. (2017). Notes on social production. A brief commentary.In: D. Petrescu and K. Trogal, eds., The Social (Re)Production of Architecture. Routledge, pp. 21–29.
17. Wungpatcharapon, S. (2017). Making places, building communities, empowering citizens: Participatory slum upgrading in Thailand. In The Social (Re) Production of Architecture (pp. 29-44). Routledge.
Superpool
Superpool 2006 yılında Selva Gürdoğan ve Gregers Tang Thomsen tarafından kurulan; kent plancısı, sosyolog, endüstriyel tasarımcı ve mimarlardan oluşan çok disiplinli bir mimarlık ofisi. Faaliyet alanı mimariden şehir planlamaya, iç mimariden haritalamaya, yayından sergi ve etkinliklere kadar çeşitleniyor. Son yıllarda ise odağında “kent ve çocuk” çalışmaları yer alıyor. Şehir liderlerinin ve şehircilerin çocukların gelişimini olumlu yönde etkileyebilecek alanlar yaratmalarına yardımcı olmayı amaçlayan küresel bir girişim olan “Urban95” programının bir parçası olarak Hollanda merkezli Van Leer Vakfı ile birlikte çalışıyoruz. 2016 yılında Urban95’ın İstanbul ayağı olarak İstanbul95 ile başlayan çalışmalar bugün Ürdün ve Etiyopya’da devam ediyor.
“Kenti 95 santimden, yani üç yaşındaki sağlıklı bir çocuğun boyundan görseydiniz, neyi değiştirirdiniz?” sorusunun cevaplarını, şehir yöneticileri, kent plancıları, tasarımcılar, mimarlar ve girişimcilerle beraber arıyoruz. Bu bağlamda 0-3 yaş arası çocuklara ve ailelerine yönelik parklar ve güvenli okul-yaya yolları tasarlanması, tasarım eğitimlerinin ve danışmanlıklarının verilmesi, atölye, seminer ve konferanslar gerçekleştirilmesi gibi çeşitli çalışmalar yürütüyoruz. Yürüttüğümüz çalışmaların bir kısmı yayımlandı ve yararlanılmak üzere belediye çalışanlarından öğrencilere, ihtiyaç duyan merak eden herkesin ücretsiz erişimine açık. Zümrütevler Meydanı Dönüşüm Provası, 0-3 Yaş Oyun Parkı Fikir Rehberi, İstanbul95 Okumaları: Şehirde Oyun bunlardan birkaçı.
Sahada toplanan verilerin önemli olduğunu düşünüyoruz. Bunu Zümrütevler örneğiyle açabiliriz. Zümrütevler Mahallesi dezavantajlı çocuk sayısının çok olduğu, açık alan ve park konusunda eksiklik yaşayan bir mahalle. Gerçekleştirilen prova uygulaması, mahalleden toplanan verilerde ve yapılan anketlerde de ortaya çıkan ihtiyaçlarına çözüm sunuyordu. Uygulama sonrası mahalle sakini, araç sahibi perspektifi ile dar yollardan ve park yerlerinin iptalinden şikayet etse de, meydanın eski haline dönmesini istemedi: “Eskiden oturacak yer yoktu şimdi herkes burada vakit geçiriyor.” “Çok güzel olmuş. Dinleniyorum burada. Evden dinlenmeye geliyorum her gün.”
Bir diğer önemli şeyse katılım; beraber yapmak. Prova uygulaması öncesi veri toplama esnasında kurulan yakın temas ve uygulama sırasında sahada beraber boyama ve ortaklaşa yapmanın verdiği sahiplenme duygusu, uygulama sonrası (bazı bordür taşlarının yeri değişse de) alanın mahalleli ve esnaf tarafından başta öngörülene kıyasla büyük bir değişiklik yapılmadan kullanılmasında önemli rol oynuyor. Meydan ve sokak dönüşümleri ya da günübirlik oyun etkinlikleri için yerel belediyelerle yaptığımız iş birliklerinde belediye depoları malzemenin çoğunun geldiği yerler oluyor. Önce elimizde olanın envanterini çıkarıp kullanılması mümkün olanları tasarıma dahil etmeye çalışıyoruz. Bazen bir beton bir saksı bir yol babasına dönüşebiliyor… Bazen de “az” tasarlamak doğru tercih olabiliyor. Ağaçların arasındaki yeşil bir araziyi oyun parkına çevirmek için birkaç çim tepe ve ağaç kütüğü yeterli olabiliyor.
Sahada olmak, sahaya inip veri toplamak ve gözlem yapmak şüphesiz hazırladığımız projelerde yerle ve kullanıcıyla daha sürecin en başında ilişki kurmamızı sağlıyor. Kullanıcıların boş bir arazi, bir okul, market önü ya da bir konutun önündeki dar bir kaldırım gibi kent parçalarını nasıl kullandıklarını anlamak, farklı zamanlarda bir kent parçasının nasıl yaşadığına tanık olmak tasarımı kendiliğinden yönlendiren bir etkiye sahip. Sürecin başında sahada topladığımız veriler bizi doğru tasarıma, doğru tasarım ise doğru zaman ve kaynak yönetimine doğru yönlendiriyor.
Genç mimarlar ve tasarımcıların yerel topluluklar, kamu kuruluşları, karar alıcılar ve diğer profesyonellerle etkili bir şekilde iş birliği yürütebilmeleri için küçük adımlarla başlamak önemli. “Böl, parçala, yönet” gibi ama daha derli toplu haliyle Aşamalı Tasarım Stratejisi; değişimi kolaylaştırmak için tasarım sürecini bilinçli olarak hızlı ve uygulanabilir adımlar halinde tanımlayan bir yöntem. Her aşama, bir öncekinin deneyimi üzerine inşa edilecek şekilde kurgulanıyor. Bu şekilde bütçe sıkıntılarını, karmaşık izin ve onay süreçlerini ve kentlinin katılımını daha sağlıklı bir şekilde yönetmeyi hedefliyor. Aşamalı Tasarım Stratejisine göre yüksek maliyetli bir yatırımdan önce düşük maliyetli, geçici ve esnek kullanımı olan malzemeler ile tasarımların uygulama “provası” yapılır. Uygulamanın öncesinde ve sonrasında veri toplanır ve mahallelinin tasarıma katılımı için imkanlar oluşturulur. Yapılan prova veya provalardan sonra tasarım ve uygulamanın son haline getirilmesi amaçlanır. Bu süreç kamu çalışanları, karar vericiler tarafından yönetilebileceği gibi bazen kentlinin kendisi veya sivil toplum kuruluşlarının liderliğinde de ilerleyebilir.
Şehir Dedektifi
Çocuklarla Yeniden İnşa: Hayat Parkı
Şehir Dedektifi olarak çocukların sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkını odağımıza alıyor; projelerimizde çocukların kentle kurdukları ilişkiyi gözlemlemek, anlamak, belgelemek ve desteklemek için disiplinler arası yöntemler geliştiriyoruz. İstanbul’da, kent hakkı mücadelelerinde yer almış şehir plancıları, mimarlar, iç mimarlar, çocuk gelişim uzmanları ve araştırmacılardan oluşan bir ekibiz. Çekirdek ekibimizde, şehir plancısı, kent tarihçisi ve çocuk katılımı uzmanı Gizem Kıygı, oyun alanları tasarımı üzerine doktorasını tamamlamış iç mimar İpek Kay ile çocuk katılımı uzmanı yüksek şehir plancısı Elif Ertekin yer alıyor. Çocuk dostu şehirler yaratma hedefiyle hak izleme ve savunuculuk projeleri yürütüyor, çocukların şehir deneyimlerini zenginleştirecek araçlar tasarlıyoruz. Çocukların yaşadıkları çevrede daha fazla söz sahibi olmalarını ve kent hakkını çocuk perspektifinden ele almak önceliğimiz. Kent hakkını; kültürel miras, kentsel ekoloji, kentsel hareketlilik, çocuk odaklı afet planlaması ve katılımcı tasarım programlarımızla bütüncül bir yaklaşımla ele alıyoruz. Her program, çocukların şehirlerini daha iyi anlamalarını, kendilerini ifade etmelerini ve toplumsal yapılarla daha güçlü bağlar kurmalarını destekleyen disiplinlerarası çalışmalar içeriyor. Katılımcı tasarım süreçlerinin, toplumsal adalet ve sürdürülebilirlik açısından geleceğin kentlerini inşa ederken kritik olduğuna inanıyoruz. Mimarlık ve şehircilik pratiklerini, oyun parkları ya da eğitim yapılarıyla sınırlandırılan kent ve çocuk tanımlarından çıkarak çocukların kentsel düzeyde oyun, eğitim, kültür ve sanat haklarına erişim ve katılımı odağında yeniden yorumluyoruz. Tasarım disiplininin erken yaşlarda bireylerin yaşamına katılması gerektiğini ve kentin üçüncü bir öğrenme ortamı olarak desteklenmesinin önemini savunuyoruz.
Bu doğrultuda, hayata geçirdiğimiz projelerden biri olan Adıyaman’daki Hayat Parkı, çocukların katılımıyla ve ihtiyaçlarına göre tasarlanan bir alan olarak yaklaşımımızı somutlaştırıyor. 2023 Kahramanmaraş depremlerinin ardından büyük yıkım yaşayan Adıyaman’da, Hayat Parkı ile depremden etkilenen çocuklar için güvenli, kapsayıcı ve iyileştirici bir kamusal mekan oluşturmayı hedefledik. FİSA Çocuk Hakları Merkezi ve Adıyaman Belediyesi ile iş birliği içinde yürütülen bu projede, çocukların tasarım sürecine doğrudan katılımını sağladık. Bu katılımcı süreç, sadece fiziksel mekanların planlanmasını değil, aynı zamanda çocukların iyileşme ve sosyalleşme süreçlerinin de desteklenmesini mümkün kıldı. Çocuklar, oyun alanlarının tasarımında ve parkın genel düzenlemesinde aktif rol alarak mekanın kendi ihtiyaçlarına ve hayal güçlerine uygun şekilde tasarlanmasına katkıda bulundular. Bu sayede, Hayat Parkı onların sadece oyun oynayacakları bir yer değil, aynı zamanda kendilerini ifade edebilecekleri ve toplulukla bağ kurabilecekleri bir alan oldu. Projemizin bir diğer önemli boyutu, iklim koşullarına ve yerel ihtiyaçlara duyarlı bir tasarım anlayışı benimsemek oldu. İklim değişikliği ve çevresel faktörleri göz önünde bulundurarak dayanıklı malzemeler kullanmaya özen gösterdik. Ahşap ekipmanlar, hava koşullarına dayanıklı yapılar ve gölgelik alanlarla, çocukların her mevsim rahatlıkla kullanabileceği bir park inşa ettik.
Deprem gibi afetlerden sonra, toplumsal dayanışmanın ve iyileşmenin mekan üzerinden nasıl güçlendirilebileceği sorusu, Hayat Parkı’nın çıkış noktalarından biriydi. Bu süreçte, çocuk güvenliği ve evrensel tasarım ilkelerine bağlı kaldık. Herkes için erişilebilir, güvenli, sosyal, topluluk temelli ve katılımcı bir alan yaratmanın, şehirlerin sürdürülebilir ve dirençli yapılarının inşasında hayati olduğuna inanıyoruz. Park, çocukların ve yetişkinlerin birlikte vakit geçirebileceği, dayanışma içinde olabileceği bir sosyal alan olarak kurgulandı. Bu proje, hem yerel ihtiyaçlara yanıt veren hem de çocukların kendilerini özgürce ifade edebileceği, oynarken öğrenebileceği, sosyal ilişkilerini geliştirebileceği güvenli alanlar oluşturmanın ne kadar önemli olduğunu gösterdi.
Genç tasarımcılar, kentsel tasarım süreçlerinde topluluk katılımını artırmak için farklı yaş gruplarına, cinsiyetlerine, sosyal koşullarına ve kültürel arka planlarına duyarlı katılımcı tasarım yöntemleri geliştirebilirler. Bu yöntemlerin başarılı olması için süreçlerin yerel halkın taleplerine ve ihtiyaçlarına dayalı olması, onların seslerini duyurabilmeleri için alan açılması gerekiyor. Günümüzde teknolojinin sunduğu dijital veri toplama gibi yöntemler tasarım süreçlerine katılım ve büyük verinin analiz edilmesi için önemli bir araç olabilir, ancak bu süreçte toplulukları anlamak, empati kurmak, onların dilinde ve hak temelli çözüm üretmenin önemli olduğunu vurgulamalıyız. Tasarım sürecinde karşılaştığımız zorluklardan biri, belediyenin tahsis ettiği küçük bir alanda kısıtlı bir bütçe ile farklı yaş gruplarının ihtiyaç ve taleplerini dengelemekti. Farklı yaş grupları için üç aşamalı bir atölye süreci kurguladık ve bu talepleri ortak bir zeminde birleştirerek tasarım çözümleri geliştirdik. Katılım sürecinde karşılaştığımız bir diğer zorluk, çocukların, toplulukların ve yerel yönetimin katılıma dair güvensizliğiydi. Çocukların görüşlerinin dinleneceğinden ve tasarıma yansıyacağından emin olmaları için sürekli iletişim, şeffaflık ve güven oluşturma adımlarına önem verdik. Adıyaman’daki çalışmalarımızda çocuk katılımının, çocukların ihtiyaçlarını ortaya koymada ne kadar etkili bir yöntem olduğunu yerel yönetim kademelerine gösterebildik. Böylelikle, projeyi çocuklar ve bakımverenlerle birlikte yerel yönetim de sahiplendi.
Genç mimar ve tasarımcılar, kentsel alanların hem dirençli hem de adil olmasını sağlamak için, yerel topluluklarla güçlü diyaloglar kurarak onların bilgi ve deneyimlerine değer veren, şeffaf ve katılımcı tasarım süreçleri geliştirebilirler. Kamu kuruluşları ve karar alıcılarla toplulukların temel ihtiyaçlarını merkeze alan, eşitlik, adalet ve katılımı gözeten hak temelli bir çerçevede iş birliği yapmak, bu süreçte stratejik bir adım olabilir. Ayrıca, kentsel alanları sadece insanların yaşam alanı olarak gören yaygın anlayışın aksine, tüm canlıların birlikte var olma pratiklerine duyarlı bir yaklaşım, bu alanları karşılıklı bağların kurulduğu ortak bir yaşam ağı olarak düşünmeye olanak sağlayacaktır.
Hak temelli yaklaşımlarla tasarım yapmaya, yerel topluluklarla güçlü diyaloglar kurmaya ve disiplinler arası üretime istekli mimarlık ve tasarım öğrencileri, projelerimize katılmak için duyurularımızı takip ederek bizimle iletişime geçebilirler. Ayrıca, kendi gözlemlerine dayanan önerilerini bizimle birlikte geliştirmek için her zaman bize ulaşabilirler. Bağımsız projeler üretmek isteyenlere tavsiyemiz, farklı disiplinlerden uzmanlarla iş birliği yaparak projelerine çok yönlü bir perspektif kazandırmaları, benzer deneyimlere sahip kişilerin tecrübelerinden faydalanmaları ve gözlemledikleri sorunlara sürdürülebilir çözümler üretmeye odaklanmalarıdır.
Hayat Parkı Oyun Alanı Tasarımı
Proje Yeri
Adıyaman
Proje Koordinatörü
Şehir Dedektifi & FİSA Çocuk Hakları Merkezi
Konsept ve Uygulama Tasarım Ekibi
İpek Kay, Gizem Kıygı
Açık Sınıf ve Çok İşlevli Oyun Ekipmanı Tasarımı
İpek Kay
Park Logo Tasarımı
Ufuk Aydın
Katılımcı Tasarım Atölye Yürütücüleri
Gizem Kıygı, Elif Ertekin, İpek Kay
Peyzaj Projesi ve Uygulama
Adıyaman Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü
Elektrik & Mekanik Projesi ve Uygulama
Adıyaman Belediyesi Fen İşleri Başkanlığı
Ahşap & Demir İşleri Uygulama
ER-AY Ahşap Dekorasyon (Firma sahibi Erhan Tunçay)
Ahşap İşleri Montaj Ekibi
Yılmaz Angay, Ercan Tunçay, Tuncay Erşen, Ercan Avşar, Mehmet Dermirçin
Tente Projesi & Uygulama
İstanbul Tente Membran Yapılar ve Çelik Konstrüksiyon, İbrahim Ertek, Yüksel Uçar, Süleyman Aydın, Mustafa Bozdağ, Berfu Uysal, Sadettin Akbay
Tente Ayakları Plastik Kapama Ürünleri
Öztepe Plastik
Hazır Oyun Elemanları
Parkorium
Proje Başlangıç – Bitiş Tarihi
Ağustos 2023 – Nisan 2024
Fotoğraflar
İpek Kay