Zamana Direnen Bir Proje: Ankara CSO
Celal Abdi Güzer, Prof. Dr.
ODTÜ, Mimarlık Bölümü
Ankara Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu ve Koro Binalarının (CSO) 1992 yılında Ulusal Mimarlık Yarışması ile gerçekleştirilmesine karar verildi. Yarışmayı Uygur Mimarlar, Semra ve Özcan Uygur kazandı. Yarışma sonrasında uygulama projeleri gerçekleştirilmesine rağmen bütçe sorunları, siyasi öncelikler ve teknik sorunlar gibi birçok nedenden dolayı inşaat birkaç kez durduruldu. Çok sayıda proje tadilatı gerçekleştirildikten sonra bina tamamlanarak 2021 yılında halka açıldı. Ankara CSO örneği yalnızca mimari nitelikleri, kentsel ve simgesel değerleri açısından değil, aynı zamanda uzun tamamlanma sürecinin ardındaki hikayesi ile de özgün bir örneği temsil ediyor. Zaman ve mimarlık arasındaki ilişkiyi çok boyutlu olarak okumak ve anlamak için bir zemin sunuyor.
Mimarlık tarihi boyunca tamamlanma süresi çeşitli nedenlerle uzayan çok sayıda örnek vardır. Çin Seddi ve Mısır Piramitleri gibi antik örnekler dışında en ünlü yapılardan biri Gaudi’nin Sagra d’Familia’sıdır. 1882’de başlayan inşaat hala devam etmektedir. Sydney Opera Binası, Jorn Utzon’un projesinin yarışmada kazanan teklif olarak seçilmesinden 16 yıl sonra tamamlanmıştır. Bir diğer örnek ise ilk proje tekliflerinden 30 yıl sonra 2020’de açılan Berlin Brandenburg Havaalanı’dır. Bu örneklerin çoğunda gözlemlediğimiz şey, inşaat sürecinin uzamasının proje üzerindeki etkilerinin sınırlı kalmasıdır. Öte yandan, CSO örneğinde uzayan sürecin projede radikal bazı değişiklikler getirdiğini görüyoruz. Temel tasarım fikri korunmuş olsa da bina form, malzeme, detay, iç düzenleme, akustik ve inşaat sistem seçimine yönelik olarak revize edilmiş ve proje radikal bir dönüşüm yaşamıştır. Öte yandan bu dil ve detay farklılıklarına rağmen bitmiş yapı ile yarışma projesi arasında ana fikir ve kurgu bazında önemli bir süreklilik gözlenmektedir.
Mimari Bağlam
CSO yarışmasının gerçekleştirildiği 90’ların başı, uluslararası ve Türkiye mimarlık ortamında radikal dönüşümlerin yaşandığı özgün bir dönem olarak görülebilir. Modern mimarlığın sıradanlaşmış yeniden üretim süreçlerine yönelik eleştiriler alternatif bir mimari dil yaratmak için bir dizi araştırmaya ve farklılaşan yeni yaklaşımlara zemin oluşturdu. Eleştirilerin merkezinde anlam kaybı, bağlamsal referansların ve yer bilincinin yitirilmesi yer alıyordu. Robert Venturi’nin kültürel zenginliği ve çeşitliliği anlam kaynağı olarak mimarlığa taşımaya yönelik çağrısı, modern mimari dilini zenginleştirmek için alternatif ve çoğul referansları öne çıkardı. Bunlar arasında Aldo Rossi’nin tarihsel referansları, James Stirling’in ve Michael Graves’in biçimsel arayışları, Peter Eisenman, Bernard Tschumi ve Daniel Libeskind’in felsefi yorumları ve Norman Foster, Renzo Piano, Richard Rogers ve hatta Zaha Hadid ve Frank Gehry’nin yeni dışavurumcu yaklaşımının teknolojik araştırmaları sıralanabilir. Bu geçiş dönemi, geleneksel modernden başka her şey olan bir çoğulluk dönemi olarak adlandırılabilir. Bu yaklaşımların ikinci el etkisi kaçınılmaz olarak Türkiye de dahil olmak üzere diğer coğrafyalara yansıdı. Yüzyılın sonu ve 2000’lerin başında Türkiye’de tarihsel ve eklektik referansların yaygın olarak kullanıldığı indirgemeci ve çoğulcu mimarlık denemeleri yoğunluk kazandı. 80’ler ve 90’lar, belediye binaları, yerel yönetimler, havaalanları, hastaneler ve hatta meclis binasının ek binası da dahil olmak üzere birçok hükümet binasının yarışmalar yoluyla elde edildiği bir mimari yarışmalar dönemi olarak da özetlenebilir. Ancak devlet kurumları tarafından düzenlenen bu yarışmaların çoğu katı sınırlamalar ve yönlendirmeler nedeni ile tipolojik binalarla sonuçlandı. Bu ortamda CSO yarışması, program ve sağladığı esneklik zemini ile bir ayrıcalık kazandı. Bugün tamamlanan özgün yapı bir yandan bu arayış ortamının öte yandan ayrıcalıklı bir proje elde etme sürecinin bir sonucudur.
Alan
Yarışma alanı eski ve yeni Ankara arasındaki geçiş bölgesi olan Ulus ve Kızılay’ın arasında, eski şehri Cumhuriyet dönemi kentleşmesine bağlayan ana akslardan biri üzerinde yer almaktadır. Jansen’in yeni Ankara planının başlıca belirleyicilerinden biri olan bu aksın kuzeyi, bir dizi erken cumhuriyet mimarlığı mirasına ev sahipliği yapmaktadır. Bunlar arasında İş Bankası (Giulio Mongeri), Sümerbank (Martin Elsaesser), Ziraat Bankası (Burhan Arif Ongun, Arif Hikmet Koyunoğlu), Sergi Salonu (Şevki Balmumcu, daha sonra Paul Bonatz tarafından Opera Binası’na dönüştürülmüştür), Radyo Evi (İsmail Utkular), Eski Tren İstasyonu (Şekip Akalın) ve İller Bankası (Seyfi Arkan, daha sonra yıkılmıştır) Ankara Palas (Vedat Tek, Mimar Kemaleddin) sayılabilir. Alan, kültürel işlevlerde süreklilik sağlamak amacı ile korunması öngörülen eski Hipodrom alanını ve bir dizi kamusal alanı içeren ve Atatürk Kültür Merkezi Alanı olarak adlandırılan bir sit alanının tamamlayıcı parçasını oluşturuyor ve kentin alt bölgelerini birbirine bağlıyordu. Alanda bir dizi mevcut ve önerilen bina yer alıyordu: Sergi Salonu (daha sonra Opera Binası’na dönüştürüldü), Atatürk Kültür Merkezi (sadece ilk aşaması tamamlandı), Eski Cumhurbaşkanlığı Senfoni Salonu, yeni bir Opera Binası (seçilmiş bir yarışma projesi, ancak inşa edilmedi) ve aynı mimari grup, Uygur Mimarlar, tarafından gerçekleştirilen Cer Modern (eski demiryolu atölyelerinin bir kültür merkezine dönüştürülmesi).
Alan ayrıca, Türk ve yabancı mimarların bir dizi Cumhuriyet Dönemi binasının yer aldığı Ankara’nın eski tarihi merkezi olan Ulus’un da ayrılmaz bir parçasıydı. Bunlar arasında Birinci Ulusal Meclis Binası, Roma hamamları ve diğer arkeolojik alanlar, Ankara Kalesi, Gençlik Parkı, Pier Luigi Nervi’nin taşıt köprüsü sayılabilir. Bu birikimle alan, eski ve yeni Ankara arasında bir sınır ve geçiş bölgesini temsil ettiği gibi Atatürk Kültür Merkezi Bölgesi’nin de kapısı konumundadır. Öte yandan, alan daha sonra inşaat sürecinde önemli bir gecikmeye neden olan zemin mukavemet sorunları barındırıyordu.
Program
Binanın programı esas olarak Türkiye Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ve Ankara Devlet Çoksesli Korosu’na ev sahipliği yapmayı amaçlamaktadır. Ayrıca programda Ankara Türk Dünyası Müzik Topluluğu, Ankara Devlet Türk Halk Müziği Korosu, Ankara Devlet Klasik Türk Müziği Korosu ve Devlet Halk Dansları Topluluğu’na yönelik mekanlar yer almaktadır. Bu kurumsal işlevlerin yanı sıra 2000 seyirci kapasiteli bir Senfoni Orkestrası Salonu ve 500 seyirci kapasiteli bir Oda Orkestrası Salonu ve ilgili hizmetler programın tamamlayıcı asal parçalarıdır. Bu temel işlevlerin yanı sıra, fuaye alanı, hediyelik eşya dükkanı, gastronomi tesisleri, sergi salonları vb. gibi farklı işlevlerin sağlanması öngörülmektedir. Tamamlanan yapı, park alanları ve teknik tesisler dahil olmak üzere yaklaşık 62.500 metrekarelik bir kapalı alandan oluşmaktadır. Binanın temel işlevi yarışmadan gerçekleştirilme dönemine kadar aynı kalmış olsa da küçük değişiklikler yapılmıştır.
Yarışma
Yarışma özetinde, “Yarışmanın amacı, Cumhuriyet Türkiye’sinin evrensel kültüre katkısını ve Türk Mimarlık seviyesini temsil eden, çağdaş ve kültürel bir anıt olması beklenen bir kompleksin ana fikirlerini geliştirmektir” denilmektedir. Yaklaşık 50 önerinin sunulduğu yarışmada Uygur’ların teklifi birincilik ödülüne layık görüldü. Jüri raporuna göre, “yapı, belirli bir süre geçerli olabilecek bir tasarım dili yerine, zamana direnebilecek sembolik bir mimari ortaya koyuyordu.” Kompleksin kurgusu, üçgen prizma biçimindeki şeffaf bir fuayenin Ankara Kalesi ile Anıtkabir, Atatürk’ün mozolesi arasındaki diyaloğu birleştirecek şekilde tasarlanması, böylece, bir kültür evi aracılığıyla “Cumhuriyet öncesi ve sonrası” arasında süreklilik sağlaması düşüncesine dayanıyordu. Raporda “zamansızlık” kavramının vurgulanması oldukça önemliydi ve yapının aşırı uzun inşaat süresi göz önüne alındığında, jürinin yerinde bir öngörüsü olarak değerlendirildi.
29 Yıllık Tarihçe
Yarışmadan üç yıl sonra 1995’te inşaat ihalesi yapıldı. Ancak yetersiz ödenek nedeniyle temeller ve zemin iyileştirmeleri tamamlanamadı ve şantiye ciddi bir yeraltı suyu sorunuyla karşı karşıya kaldı. 2008 ile 2013 arasında kayda değer bir ilerleme oldu. Üçgen prizma fuayesinin ve konser salonlarının şişme kalıplarının inşası o yıllarda yapıldı. Daha sonra yeniden üç yıldan fazla bir süre ara verildi. 2017 yılında inşaat süreci anahtar teslimi bir ihale ile tekrar başlatıldı. Bu yeni inşaat döneminin ilk 3 yılında, 2020 yılına kadar, proje mimarları müteahhit ile iş birliği içinde çalıştı. 3 Aralık 2020’de Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Salonu bazı eksiklerle birlikte açıldı. İronik gerçeklerden biri de bir yandan bu yapının inşaatı gecikirken öte yandan Türkiye ekonomisinin aynı dönemde büyük ölçüde inşaat faaliyetlerine dayalı olarak gelişmesiydi.
Nihai Yapı
Gerçekleşen yapı yarışma teklifinden oldukça farklı olsa da ilk fikir ile son tasarım arasında güçlü bir süreklilik ilişkisi olduğu söylenebilir. Yarışma sürecindeki birçok tekliften farklı ve benzer binalara göre alışılmadık olan “fuaye”, bu kompleksin ana ve baskın unsurudur. Yükseltilmiş üçgen prizma ve şeffaf kütleye sahip olan fuaye, yalnızca farklı program bölümlerinin birleştirici unsuru olmakla kalmaz, aynı zamanda ana fikrin sembolik temsili haline gelir. Bir kapı, bir kentsel mekan, bir geçit, bir işaret ve bir geçiş alanıdır. Fuaye kapısının yönelimi, Ankara Kalesi’ni görsel olarak Anıtkabir’e bağlar ve ana bulvar ile iç mekan arasında bir geçiş bölgesi, “Cumhuriyet öncesi ve sonrası” olarak adlandırılan iki dönem arasında bir bağlantı oluşturur. Giriş ekseni, yeni ve eski şehir arasında yaya bağlantısı sağlayan dikey bir müzik gezinti yolu ile desteklenmektedir. Fuaye kütlesinin şeffaflığı ve iç akışkanlığı, binanın farklı bölümlerini birbirine bağlayan bir merkez sağlamakla kalmayıp aynı zamanda mekandaki hareketi gözlemlemek ve binanın dinamizmine tanıklık etmek için bir ekran da yaratmaktadır. Fuaye ayrıca salonların doğrudan ifadesi olarak iki ana yumurta biçimli kütleyi de birbirine bağlamaktadır. Bu üçlü saf geometrik kompozisyon, diğer program öğeleriyle çevrilidir ve bir avlunun ortasında yer almaktadır. U biçimli avlu ana bulvara açılmaktadır. Bu kompozisyon içinde temel geometrik formlar, kamusal yüzü ve bina kompleksinin çekirdeğini tanımlar. Çekirdek ve çevredeki binalar arasında, avlu, farklı bölümleri hem izole eden hem de birbirine bağlayan önemli bir peyzaj öğesi olarak kentsel ölçekte bir yansıma havuzu ile kaplıdır. U biçimli arka plan binaları, iki paralel koro binasından ve bu kolları ve ana fuaye alanını birbirine bağlayan bir otopark kütlesinden oluşmaktadır.
Bu kurgu yönelim kolaylığı sağlayan, işlevsel basit bir şemadır. Çökük avlu içe dönük, tenha ve sakin bir dünya sunarken bina yükseltilmiş fuayesi aracılığıyla şehre bağlanmaktadır. Cam, çelik ve betonarme malzemenin bir bitirme elemanı olarak kullanılmasıyla, gereksiz eklemelerden ve süslemelerden kaçınan soyut, modern ve minimalist bir dilin sürdürülebilirliği sağlanmaktadır. Binanın dil ve ifadesi tektonik yapısının doğrudan sonucudur. Salonları oluşturan beton kabuklar özgün bir şişme kalıp yöntemi ile inşa edilmiştir. Bu deneysel teknik dünyada birkaç kez, Türkiye’de ilk kez kullanılmıştır. Pencerelerden merdivenlere ve korkuluklara, şeffaf asansör çekirdeklerinden mekanik ekipmanlara kadar binanın özgün detayları, dil ve tasarım duyarlılığında bir sürekliliği temsil etmektedir.
Bitmiş yapı ile buluştuğumuzda tanık olduğumuz şey sadece Türkiye mimarlık ortamında mekansal ve deneysel nitelikleri ile öne çıkan özgün bir örnek değil, aynı zamanda 30 yıl içinde bir maceraya dönüşen ilginç bir tasarım ve inşaat sürecidir. Bu alışılmadık uzun dönem, bir yandan binanın mimari dilinin zaman içinde eskimesi için doğal bir zemin oluştururken öte yandan tasarım kalitesini yükseltme, iyileştirme ve zamanı yeniden yakalamak için bir şans sunmaktadır. Mimarların sabırlı ve ısrarlı ilgisiyle, bu dönemin çeşitli değişiklikler ve iyileştirmeler için kullanıldığını, yapının bu anlamda zaman direnebildiğini gözlemliyoruz. Şüphesiz bu direncin temelinde yarışma projesinin güçlü ilk fikri ve ana yaklaşımın sadeliği yatmaktadır. Bu anlamda, yarışma jürisinin seçilen önerinin zamansızlığını vurgulamaya yönelik saptaması sürecin arkasındaki en önemli eleştirel değerlendirmedir. Böylelikle 30 yıl sonra Ankara sadece yeni konser salonuna değil, çağdaş ve özgün bir mimarlık örneğine kavuşmuştur. Ancak yine de cevapsız kalan soru şudur: Bu kazanç Ankara’yı otuz yıl boyunca konser salonsuz bırakmaya değer mi?
Künye
Yarışma: 1992
Proje: 1993-2012
Yapım: 1997-2021
Mimarlar: Semra Uygur, Özcan Uygur
Tasarım Grubu: Semra Uygur, Özcan Uygur, Necati Seren, Güliz Erkan, Metin Cihan Yıldırım, Ayça Tüzmen, Kamer Tomris Çetin, Esra Gömceli, Deniz Karabacak, Oya Caymaz, Bozkurt Yurdakul, Umut Toker, Sandro Capadona, Onur Ergen, Ayhan Abanozcu, Alper Derinboğaz, Gökhan Kınayoğlu, Emre Şavural, Evren Başbuğ, Aslı Kaya, Ramazan Avcı, Evrim Özlem Kale, Eser Köken, Ebru Can, Rabia Uçay, Mustafa Kır, Kemal Yurtgezen, İrem Erdinç, Deniz Uygur.
Mimarlık Firması: Uygur Mimarlık
Yapısal Tasarım: Danyal Kubin
Mekanik Tasarım: Bahri Türkmen
Elektrik Tasarım: Kemal Ovacık
Peyzaj Tasarım: Can Kubin
Danışman: Profesör Wolfgang Fasold (Fraunhofer Instituts Für Bauphysik)