İklim Krizinin Sorumlularından Biri Olarak Mimar
Cüneyt Elker, Prof. Dr.
Mimar ve Sorumluluk
Bir sanatçının yaptığı resim, heykel veya beste başarılı bulunur ya da bulunmaz. Eğer beğenilirse satılır, müzelerde sergilenir, konserlerde çalınır. Aksi durumda ise kimse seyretmez ya da dinlemez. Bu kadar basit! Ama mimarlıkta böyle mi? Yapı ayakta durduğu sürece, kullanıcılara konfor, mutluluk vermesi, işlevini bir makine gibi kusursuz yerine getirmesi beklenir. Üstelik kullanıcıları da sadece yapının içinde oturanlar, çalışanlar veya okuyanlardan ibaret olduğunu düşünmemek gerekir… Çevresinde dolaşan ve duran, onu gören, rüzgarı ve güneşi engellemesinden yarar sağlayan veya zarar gören, kısacası binadan etkilenen herkes bu kullanıcı grubuna dahildir. Demek ki mimar, tasarladığı yapı nedeniyle tüm bu insan topluluğuna karşı sorumludur. Ayrıca, mimarın yükümlülüğü bununla da bitmiyor: Binanın daha tasarım aşamasından bir gün yıkılacağı zamana kadar geçen sürede, biçimi, kullandığı malzeme, iç dolaşım sistemi, kullandığı enerjinin türü ve miktarı gibi nedenlerle çevreye (hem yakın çevresine hem de atmosfere) yaptığı etki de tasarımın bir sonucudur tabii.
Aslında en basit ve masum bir bina bile dünyanın milyonlarca yılda oluşmuş doğal dengesine bir müdahale değil midir? Öyle ya: Yüzeyindeki bitki örtüsünden toprağın içindeki canlı varlıklara ve bunların karşılıklı etkileşimine dayanan, güneş ışınları, yağmur ve rüzgarla yoğrulan bir yaşam örüntüsünün üstüne birden göreceli olarak dev bir yapay kütle konuluyor… Ancak bu söylemden, mimarların yeryüzünün betonlaşmasının ana nedeniymiş gibi bir sonuç çıkarılması da doğru değildir elbette. Artan nüfus ve ekonomik faaliyetler gibi anlaşılabilir ihtiyaçların yanı sıra, rant dürtüsü gibi insan tabiatının hastalıklı yanlarının, mimarlık mesleğinin ötesinde ve dışında, küresel yapı stoğunun artmasının ve bu başkalaşmanın başlıca nedeni olduğu söylenebilir. Eninde sonunda, mimarlar kendilerine üst veri olarak tanımlanan arsalarda öngörülen büyüklükteki yapıları tasarlamakla yükümlü değiller midir? Tam da bu sebeple bu yazıda, iklim krizinin sadece ve sadece mimarların sorumlu olduğu yanları irdelenecektir. Ne azı, ne de fazlası…
Yeniden sanat-mimarlık ikilemine dönelim. Her ne kadar “sanat sanat(çı) için mi, toplum için mi?” tartışması zaman zaman yapılıyor olsa da, sanatçının sorumluluğunun, mimarla kıyaslandığında, çok daha az olduğu bilinmekte. Dünyanın en eski mesleklerinden olan “yapı yapma” eylemi, yapı ustalığı, zanaat aşamasından tasarım düzeyine yükseldiğinden itibaren, mimar toplum içinde yaratıcı, biçimlendirici bir role bürünmeye başladı kuşkusuz. Bu kendisine yakıştırılan yaratıcı, yarı-tanrı algısının, biz mimarlar tarafından zaman zaman gizliden gizliye bir gururla sömürülmediğini kim söyleyebilir? Hele “sanat ile bilim arasındaki gri bir bölgede yer aldığı” söylenen mimarlıkta, sanat tarafının dengede biraz daha ağır basmasıyla, mimarda özgüven ve özgürlük artmakta, itiraf edelim, “keyfilik” öne çıkabilmektedir. Yapılan tasarım için hesap vermenin geri plana atıldığı böyle bir azaltılmış sorumluluk ortamının, sonuçları bakımından toplum ve yerküre için nasıl büyük bir tehlike oluşturduğuna yazının ilerleyen bölümlerinde değinilecektir.
Bir an için Christopher Alexander’ın 1950’lerin sonlarında, matematik ve fizik dallarından sonra mimarlık eğitimine başladığı andaki muhtemel şaşkınlığı göz önüne getirelim: Doğrular, yanlışlar, ölçülebilir sonuçlar evreninden ürünün neredeyse sadece “beğeni” ile değerlendirildiği bir dünyaya geçiş… Bu nedenle, Christopher Alexander’ın ilk kitabı “Community and Privacy”de (Chermayeff ve Alexander, 1963), mimariyi bir problemler kümesi olarak ele alıp büyük bir heyecanla çözümler üretmeye çalışması ve daha sonra mesleki yaşamının neredeyse tümünü bu alana yoğunlaştırması bir rastlantı olmasa gerek. Tasarımın farklı ölçeklerde, karmaşık ve çoğunlukla da birbirleriyle çelişkili kararlar dizisinden oluşması (Elker, 2003), ne yazık ki, kimileri için de iyi ki (!), mükemmel bir problem formülasyonuna olanak tanımamaktadır. Buna rağmen, sorumluluk duygusu gelişmiş mimarların tasarım elde etme sürecinde gelişmiş akılcı yöntemleri kullanarak projelerini hesap verilebilirlik temeli üzerine oturtmaları da mümkündür. Ancak bunu yapan az sayıda mimara karşın, büyük çoğunluğun bu ihtiyacı umursamadığı da bilinmektedir. Hele günümüzde, popüler kültür tarafından, kimi “yıldız mimarlar”ın mesleki topluluğa rol modeli olarak dayatılarak, içerikten yoksun simgesel görsellikleri ön plana çıkan ürünlerinin taklitlerinin baş tacı edilmesi durumu daha da dramatik hale getirmektedir.
Gelelim bütün bunların iklim krizi ile ilişkisine…
İklim Krizi ve Yapı Sektörü
2021’de toplanan “Glasgow İklim Değişikliği Konferansı”, Sanayi Devrimi’nden bu yana insan faaliyetlerinin ortalama küresel sıcaklıkta yaklaşık 1,10C artışa neden olduğunu ve bu artışın gelecekte 1,50C ile sınırlanmasının, iklim değişikliğinin risklerini ve etkilerini önemli ölçüde azaltabileceğini bir kez daha teyit etmiştir (UNFCCC 2021). Söz konusu konferansın kararları arasında, böyle bir hedefe erişmenin ancak küresel karbondioksit salımlarının 2030 yılına kadar 2010 seviyesinin % 45 altına ve yüzyılın ortalarında da net sıfıra indirilmesiyle mümkün olabileceği belirtilmektedir. Özetle son derece iddialı ve bütün sektörleri ve ülkeleri içine aldığı için de çok geniş kapsamlı bir iş! Aksi takdirde bizi bekleyen gelecek, iklimde büyük değişiklikler, aşırı ısınmalar ve yağışlar, deniz seviyesinde yükselmeler sonucu yok olan bölgeler, sel baskınları, orman yangınları, açlık, büyük göçler, ekonomik ve sosyal çalkantılar gibi olumsuzluklarla dolu olacak…
Peki böylesine büyük felaketlere yol açacak (ve açmakta olan) iklim değişikliğinde farklı sektörlerin rolü ne? Şekil 1’de yer alan pasta grafiği (IEA ve UNEP 2018) “yapıların ve inşaatların” nihai sera gazı salımındaki küresel payının toplam içinde %39 gibi yüksek bir oranı bulduğunu göstermektedir (grafiğin solundaki doğrudan ve dolaylı konut ve konut dışı ile yapım endüstrisinin toplamı).
Burada gösterilen “doğrudan salımlar” ısınma, pişirme gibi etkinlikler nedeniyle yapıların içinde ortaya çıkanlardır. Ancak, bu amaçla kullanılan enerji yapı dışında sera gazı üreten bir elektrik santralinden elde ediliyorsa, “dolaylı salım” sınıfına dahil edilmektedir. Bu durumda, elektriğin elde edilme sürecinde kullanılan kaynakların içindeki fosil yakıtların oranı önem kazanmaktadır. Aynı şekilde, binaların yapımında kullanılan malzemelerin üretimi ve taşınması sırasında ortaya çıkan kirlilik “dolaylı salım” sayılmaktadır. Malzemenin taşınmasının yarattığı salımın ulaştırma ve yapı sektörleri arasındaki dağılımı da bir takım varsayımlara dayanmaktadır. Özetle, farklı kuruluşlar ve uzmanlar tarafından üretilen bu istatistikler arasında farklılıklar bulunması doğaldır. Ancak, kesin olan şu ki, yapı ve inşaat sektörü iklim krizinin oluşumunda en önemli paya sahip etkendir. Bu da, küresel karbondioksit salımlarının yüzyılın ortalarında net sıfıra indirilmesi hedefinin, yapı sektöründe benimsenecek anlayış değişiklikliğine bağlı olduğunu göstermektedir.
Yapılabilecekler, Yapılmayanlar
Peki bu ürkütücü tablonun ortaya çıkmasında veya önlenmesinde mimarın katkısı ne kadardır? Yapabilecekleri ve yapamayacakları nelerdir? Daha önce de belirtildiği gibi, dünyadaki yapı stoğundaki artışın yükümlüsü mimar değildir. Küresel yapılaşmanın büyüklüğü elbette demografik, sosyal ve ekonomik değişimlerin sonucudur. Bir başka deyişle, mimar ne kadar bina yapıldığından değil, nasıl yapıldığından sorumludur. Ancak, konunun sayısal büyüklük tarafını bir tarafa bırakacak olursak, bu olumsuz tabloya gelinmesine yol açan tasarım hataları yine mimarlar tarafından yapılmamış mıdır?
Tam bu noktada, yapıların yarattığı sera gazının azaltılması ve giderek sıfırlanması için iki ayrı yoldan yürünmesi gerektiği anlaşılmaktadır: Mevcut yapıların salımlarının azaltılması, yeni yapılacak yapıların yepyeni bir anlayışla kirlilik yaratmayacak bir yaklaşımla tasarlanması. Mevcut yapılara ilişkin yapılabilecekler, çok önemli olmakla beraber, bu yazının kapsamı dışında tutulmuştur. Burada, bugünden itibaren tasarım yapmak üzere masasına oturan mimarın, iklim krizinin önlenmesine yönelik nasıl bir tasarım felsefesi benimsemesi gerektiği üzerinde durulacaktır. Kaldı ki, 2060 yılına gelindiğinde zaten dünyadaki yapı stoğunun en az yarısının bugünden sonra yapılacak binalardan oluşacağı tahmin edilmektedir (Architecture 2030). Demek oluyor ki, günümüzün ve geleceğin mimarlarına dünyanın yaşanabilir bir yer olarak sürebilmesi için önemli bir görev düşüyor: Kendine verilen programlar çerçevesinde, mesleki yetki alanındaki karar ve uygulamaları iklim krizine yol açacağı bilinen sonuçları yaratmayacak bir bilinç ve sorumlulukla belirlemesi…
Daha fazla ilerlemeden önce, sera gazı emisyonunun azaltılabilmesinde kimlerin nasıl rolleri olduğuna göz atmakta yarar bulunmaktadır. Aslında yeryüzünde yaşayan bireylerden her birinin, kişisel yaşamında bu doğrultuda alabileceği önlemler olduğu bilinmekte: Gereksiz yanan lambanın söndürülmesi, ihtiyaç olmadığı anlarda ısıtmanın kısılması, işe veya okula özel otomobil yerine toplu taşıma ile gidilmesi, elektrikli ev gereçlerinin gereksiz yere kullanılmaması… Bu liste uzayıp gitmektedir kuşkusuz. Aynı şekilde, neredeyse her meslek dalında da iklim krizinin önlenmesi için yapılabilecekler vardır. Sera gazı salımının azaltılmasını hedefleyen yasalar düzenlemesi, enerji politikalarının kirletici kaynakların kullanılmasını önleyecek biçimde değiştirilmesi, temiz enerji üretimini destekleyici finansal kolaylıklar sağlanması, tüketicilerin fosil yakıt kullanımlarının azaltmasına ve giderek sıfırlamasına yönelik tedbirler alınması, sanayide ve yapılarda enerji verimliliğini artıracak cihazların kullanılması, otomobil kullanımını caydırıcı önlemler alınması, ilk akla gelenlerden…
Bu çerçeve içinde yakın geçmişte, yapılarda kullanılan enerjinin niteliği ve niceliğini düzeltici pek çok cihaz üretilmeye ve kullanılmaya başlamıştır (ısı pompaları, fotovoltaik piller, v.b.). Bunlar kuşkusuz bir mimarın değil, elektrik, makine ve çevre mühendisleri gibi kişilerin mesleki sorumluluk alanındadır. Burada mimara, ilgili uzmanların görüşünü alarak bu cihazların yapıda yer almasını sağlamak görevi düşmektedir. Özetle bunların yapılarda kullanımı bir mimari tasarım eylemi değil, diğer mesleklerden beklenen bir destekten ibarettir. Doğal olarak, bu cihaz veya sistemlerin binalarda, tasarımla uyumlu ve onu destekleyici bir biçimde konumlandırılmaları beklenir.
Buna karşılık, küresel ısınmanın önlenmesine yönelik, diğer meslek gruplarının yanı sıra mimarın, ve sadece mimarın, yapabilecekleri bulunmaktadır. İklim krizi konusunda sorumluluğunun farkında olan duyarlı bir mimarın, tasarım yaparken kendine şunlara benzer soruları sorması gerekmez mi?
- Tasarlanan yapının biçimi enerji performansını destekliyor mu? Söz gelimi çevre uzunluğu ne kadar kısaysa (girintisiz çıkıntısız, parçalanmamış, avlularla delinmemiş bir bina) enerji kaybı o derece az olacaktır (Şekil 2). Sırf “mimari ifade” endişesiyle tasarlanmış, enerji performansı düşük böyle bir binanın atmosfere olumsuz etkisi sadece yapım aşamasında olmayacak, bütün yaşamı boyunca da sürecektir. Zorunlu bir neden yoksa, böyle bir “keyfiliğe” yönelmek yerküreye karşı bir sorumsuzluk değil de nedir?
- Yapının yönü iklimle uyumlu mu? Özellikle ülkemizin bulunduğu coğrafyada, dikdörtgen bir binanın uzun kenarının güneye bakmasının doğu veya batıya bakmasına göre ısıtma ve soğutma enerjisi açısından daha elverişli olduğu bilinmektedir.
- Yapının kabuğu enerji etkin mi? Birçok mimarın sadece bir “mimari üslup” ifadesi gibi ele aldığı yapının cephelerinin, aslında güneşi doğru zamanlarda doğru miktarda içeriye almak, veya almamak, için güçlü bir araç olduğu bilinmektedir (açıklık, duvar oranı, saçaklar, gölgeleme elemanlarının konum ve boyutları…). Ne yazık ki, birçok yapıda “sözde” güneş kırıcıların süsleme elemanı olarak kullanıldığı da yabancı olmadığımız bir uygulama (güneyde dikey, batıda yatay elemanlar). Güneş odaları, çift cidarlı cam cepheler, ısıl kitlesi yüksek malzemelerin gün boyu kazanılan enerjiyi depolaması gibi nice teknikleri de bu başlık altında saymak gerekir herhalde (Şekil 3). Yıl boyu bize “bedava” enerji sağlayan Güneş’ten yararlanmayı elinin tersi ile itmek nasıl bir sorumsuzluktur?
- Kullanılan malzemeler karbon salımını azaltabiliyor mu? Bu sorunun yanıtı birçok etmene bağlıdır. Bir: Seçilen malzemenin üretimi sırasında yaratılan kirlilik; iki: Malzemenin üretildiği yerin inşaat alanına uzaklığı (ulaşım yüzünden yaratılan salım); üç: Malzemenin yalıtım performansı (daha az enerji kullanımı için); dört: Malzemenin gelecekte yeniden kullanımı için geri dönüşüme elverişliliği.
- Yapıdaki tüm mekanlar doğal havalandırma ve aydınlatmadan yararlanabiliyor mu? Eğer zorunlu bir neden yoksa, iç mekanların tümünün doğal havalandırma ve aydınlatmadan yararlanacak şekilde tasarlanması gerekir. Bunun farkında olunmaması veya göz ardı edilmesi de bir sorumsuzluk örneği değil midir? Keşke çözüm imkanı olmasına rağmen, sırf mimarca tasarlanmadığı için fazladan kullanılan aydınlatma ve havalandırma enerjisinin faturası, yapının ekonomik ömrü boyunca mimarına (ve hatta varislerine) yansıtılabilseydi! O zaman mimarlar bu derece duyarsız olabilir miydi?
Bu liste daha uzayıp gidebilir elbette. Görüldüğü gibi burada sayılanlar, sadece mimarların karar verebileceği konuları içermektedir.
Günümüzde çevreye duyarlı tasarımları ödüllendiren ulusal ve uluslararası birçok sertifika bulunmaktadır. Çalışmalarını bu yönde yürüten mimarlar bu sertifika sistemlerine başvurarak kendilerini daha görülür kılabilirler kuşkusuz. Ancak, hem bu çabayı gösteren mimar sayısı çok azdır, hem de söz konusu değerlendirme sistemleri sadece mimari tasarımı değil yapıların genel sürdürülebilirliğini ölçmeyi hedeflemektedir. Diğer bir deyişle, çoğunluğu mimarın kararları dışında şekillenen proje öncesi girdiler (arsanın yeri, toplu taşımaya yakınlığı, yaya veya bisikletle ulaşıma elverişliliği, v.b), yapının kullanıcısı veya sahibinin her an kolaylıkla yaptırabileceği uygulamalar (yağmur suyunun toplanarak yeniden kullanımı, yapının daha iyi yalıtılması) ile başka meslek gruplarınca projelendirilen enerji verimliliğini artırıcı önlemler (ısı pompaları, fotovoltaik piller, v.b.) gibi mimari tasarım dışı önlemler de haliyle bu sertifikaların değerlendirme ölçütleri arasındadır. Kaldı ki, bu değerlendirme sistemlerinin yarattığı ortamın, kimi aracı kuruluşların ortaya çıkmasına yol açtığını ve göz boyayıcı uygulamaların teşvik edildiği ticari bir rant şekline dönüştürülebildiğini söylemek de pek yanlış olmaz herhalde.
Diğer yandan, ülkemizde de 2007 yılından bu yana, yapıların enerji performansını düzenlemeyi amaçlayan “Enerji Verimliliği Kanunu” (2007) ve ardından çıkarılan “Binalarda Enerji Performans Yönetmeliği” (2008) yürürlüktedir. Ancak, yukarıda sıralanan ölçütleri hiç yerine getirmeyen sıradan binaların bile, birkaç küçük düzenleme ile bu mevzuatın öngördüğü koşulları kolayca sağlayabildiği bilinmektedir. Kısacası, iklim krizinin önlenmesi için belirlenen hedeflerin çok gerisinde kalmakta olduğumuz açıktır. Sonsuz sayıdaki arsa, iklim, topografya koşulları için bağlayıcı yönetmelikler düzenlenmesi zaten mümkün ve gerekli değildir. Bunun için, sera gazı artışı tehdidinin ve bu konuda tasarım yoluyla yapabileceklerinin bilincinde olan bir mimarın, bütün bu sertifika programlarının ve ulusal mevzuatın beklentilerinin ötesinde, “içtenlikle ve dürüstçe” kendi yolunu çizmesi ve hatta iklim krizine cevap oluşturacak tasarımsal çözümlerin adeta refleks haline gelmesi gerekmektedir.
İtiraf Edelim, Hepimiz Sorumluyuz
Peki, eğer mimarların büyük çoğunluğunda böyle vahim bir umursamazlık varsa bunun sorumlusu kimdir? Kısa cevap: Hepimiz! Yani başta tasarımı yapan mimarların kendileri olmak üzere, eğitimciler, yarışma jürileri, mimarlık dergileri, günümüzün ve geleceğimizin ihtiyaçlarının dışında yapay bir beğeni ortamı yaratan herkes…
Henüz çevre bilincinin oluşmadığı 1960’larda, 1970’lerde eğitim programlarında iklime ve enerjiye duyarlı yapı tasarımının yer almaması belki doğal karşılanabilir. Ancak yine de daha bu dönemlerden önce F. L. Wright gibi mimarların iklimsel verileri gözeten yapılar tasarladığını (Şekil 4), Olgyay kardeşlerin “Design with Climate” adlı öncü kitabı yazdıklarını unutmamak gerekir (Olgyay 1963). Ancak bundan sonraki evrelerde, gündemi izlemediği için müfredata sürdürülebilir yapılarla ilgili dersler koymayan ve tasarım derslerinde bunların takipçisi olmayan öğretim elemanlarına ne demeli? Dramatik bir zihin tembelliği herhalde… Proje derslerinde iklime duyarlılığı görmezden gelen projelerin en iyi notlarla değerlendirildiğine de sıkça rastlamıyor muyuz? Günümüzde bile ne yazık ki, “yapılarda sürdürülebilirlik” konusu gündeme geldiğinde, “Bu da bir moda, geçer.” şeklinde yorumlar yapan akademisyenler bile görülmekte!
Böyle eksik bir eğitim programı ile yetişen mimarlardan iklim krizinin önlenmesine yönelik tasarım yapmamaları ilk bakışta doğal gibi algılanabilir. Ancak, eğitim bittikten sonra kitaplarını kapatıp bütün mesleki yaşamını bu bilgilerle idare etmenin bir mazereti olabilir mi? Her meslekte olduğu gibi, mimarların da okul sonrasında ortaya çıkan yeni koşul ve ihtiyaçlara göre kendilerini yenilemeleri topluma ve gelecek kuşaklara karşı görevleri değil midir?
Birçok yarışmada, jüri üyelerinin de benzer bir umursamazlıkla (belki de eski alışkanlıklarla), çevresel duyarlılığın yakınından bile geçmeyen projeleri ödüllendirebildiklerine de yabancı değiliz. Aynı şekilde, tasarım dergilerinin yaptıkları seçkilerle, görsel çekicilikleri ağır basan projelere öncelik verdikleri de bir gerçek. Bütün bunlar mesleki ve akademik çevrelerde ve giderek öğrenciler arasında sürdürülebilirlik ve iklim krizi gibi ölçütlerin geri planlara itildiği, umursanmadığı bir ortam yaratmakta haliyle…
Ancak, insanlığı ve yerküreyi tehdit eden tehlike öylesine büyük ve geri döndürülemez nitelikte ki, iklim krizindeki rolü tartışılmaz olan mimarların böyle bir sorumluluğu üstlenmemeleri kabul edilemez. Evet 2020’li yılların başlarında gündeme yerleşen çok büyük felaketlerle karşı karşıya kalındı: Dünyada pandemi ve buna bağlı ekonomik kriz, Türkiye’de ise bu krizin çok daha çarpıcı yansıması ve daha da beteri büyük deprem felaketi… Bunların yaraları belirli bir süre içinde kapanacak elbette. Ama, geçen bu dönem içinde küresel ısınma tehdidi tabii ki hız kesmedi; mimarın sorumluluğu artarak devam etmekte.
Tarihte, her dönemin sanat ve bilimdeki yaklaşımını belirleyen girdiler olmuş, mimarlığın duruş ve öncelikleri buna göre şekillenmiştir. İşte 21. yüzyıl da, mimarlara böyle bir sorumluluk yüklemektedir. Artık, çoğunluğu sürdürülebilirlik anlayışını görmezden gelen ve sadece kendi pazarlamalarını hedefleyen ürünler tasarlayan “yıldız mimarlar”ın devri kapanmıştır, ya da kapanmalıdır (Resim 1). Başka bir deyişle, mimarların kişisel egolarını bastırıp dünyaya ve gelecek kuşaklara yönelik görevlerini yerine getirme zamanıdır. Henüz azınlıkta kalan bir avuç çevreye duyarlı mimar dışındaki büyük kitle hala kendilerine dayatılmış ya da özendirilmiş eski bakış açısıyla uygulama yapmaktadır.
Burada açıklanan anlayış değişimi belki birçoğumuzda mimarlık mesleğinin sıradanlaştırılması, yaratıcılığının törpülenmesi gibi yorumlara yol açabilecektir. Oysa, özgür düşünce ilkesini temel alan bir öğreti ile yetişen mimarların, edindikleri diğer mesleki ölçütlerden ödün vermeden iklim krizini önlemeye yönelik yaratıcı tasarımlar üretmeleri mümkündür. Bunun da birçok başarılı örneği vardır. Böyle bir yaklaşımın çok daha fazla çaba ve emek gerektirdiği kuşkusuzdur. Ancak, mimarlık camiası bu yükümlülüğün üstesinden gelebilecek bir altyapıya sahiptir. Yeter ki bu tarihi sorumluluğa inanılsın!
Kaynaklar
- Chermayeff, S. ve Alexander, Ch. (1963), Community and Privacy: Towards a New Architecture of Humanism. Doubleday Anchor.
- Elker, C. (2003), The Use of Multi-criteria Decision Methods in Planning and Design. The 7th World Multiconference on Systemics, Cybernetics and Information. V. 8. Orlando USA. 218-223.
- Enerji Verimliliği Kanunu (2007), Resmi Gazete Sayı 26510.
- IEA ve UNEP (2018): 2018 Global Status Report: Towards a Zero‐emission, Efficient and Resilient Buildings and Construction Sector.
- Lechner, N. (1990), Heating, Cooling, Lighting: Design Methods for Architects. John Wiley & Sons, Inc. 108-109.
- Olgyay, V., Olgyay, A. (1963), Design with Climate: Bioclimatic Approach to Architectural Regionalism. Princeton University Press.
- UNFCCC Authors (2021), Glasgow Climate Change Conference, decisions/CP26. unfccc.int (03.06.2022 tarihinde alınmıştır).
- https:/Architecture2030.org/why-the-building-sector (Erişim Tarihi: 17.11.2022)
- https://archi-monarch.com/le-corbusiers-villa-savoye/ (Erişim Tarihi: 01.03.2023)
- https://www.reddit.com/r/architecture/comments/dq468d/gropius_house_by_walt er_gropius_lincoln/ (Erişim Tarihi: 01.03.2023)
- URL-1: https://archi-monarch.com/le-corbusiers-villa-savoye/
- URL-2: https://www.reddit.com/r/architecture/comments/dq468d/gropius_house_by_walter_gropius_lincoln/ (Erişim Tarihi: 01.03.2023)
- URL-3: https://www.archdaily.com/964109/luma-arles-gehry-partners (Erişim Tarihi: 19.03.2023)