Shunde Yunlu Sulak Alan Müzesi

Mimari Tasarım
Studio Link-Arc

Proje Yeri
Guangdong, Çin Halk Cumhuriyeti

Tamamlanma Tarihi
2024

Toplam İnşaat Alanı
1800 m²

Fotoğraflar
Tian Fangfang, Arch-Exist, Alexan DENG, Guo Shiyu

Studio Link-Arc tasarımı Shunde Yunlu Sulak Alan Müzesi, endüstriyel alanların ve gökdelenlerin arasında kalmış yeşil bir vaha olan Balıkçıl Cenneti’nde, ziyaretçileri için doğayı ve manzarayı gözlemleyecekleri, kentte var olan diğer canlı türlerine karşı ekolojik farkındalıklarını artıracakları alanlar barındırıyor.

Foshan kentinin Shunde bölgesinde yer alan Guangdong’da, kalabalık endüstriyel parkların ve gökdelenlerin arasında “Balıkçıl Cenneti” adı verilen gür bir yeşil alan bulunuyor; bu yeşil alanda yirmi binin üzerinde balıkçıl yaşıyor ve nesillerini devam ettiriyor. Müşteriler bu alan için mimarlardan bir sulak alan müzesi tasarlamalarını istemiş. Yapı, bir kuş gözlem kulesi ve sergi salonu içeriyor; ziyaretçilerin sulak alan ekolojisi hakkında farkındalığını artırmayı ve benzersiz bir kuş gözlem deneyimi sunmayı amaçlıyor.

Projenin kökenleri, yirmi altı yıl önce bu alanda Kuş Amca Xian Quanhui (Uncle Bird Xian Quanhui) tarafından ekimi gerçekleştirilen bir bambu ormanına dayanıyor. Xian Quanhui, 1998 yılında ıssız bir kıyıda kiraladığı iki yüz dönümlük alanda iskele işleri için bambu ağaçları ekmeye başlamış. İşler planlandığı gibi karlı olmasa da, bu bambu ormanı bölgeye kalabalık bir akbalıkçıl popülasyonu çekmiş. Balıkçılları kaçak avcılardan korumak için “Kuş Amca” ormanın etrafını saran bir hendek kazmış. Ormana yakın göletleri kiralayarak burada 600 binin üzerinde balık türü yetiştirerek balıkçılların beslenmesini sağlamış. On yıllar boyunca süren çabalar sonucunda burası kent içinde bir vaha, bir kuş cennetine dönüşmüş. Günümüzde Shunde kentinin yönetimi, alanın koruma sınırlarını on üç kat genişleterek yüz hektara çıkarmış. Alanın su sistemleri iyileştirilmiş, bambu ormanlar onarılmış ve bu alan Yunlu Sulak Alan Parkı olarak dönüştürülmüş.

Sulak Alan Müzesi’nin arazisi, Yunlu Sulak Alan Parkı’nın kuzeybatı köşesinde, Balıkçıl Adası’nın bitişiğinde yer alıyor. Alan hendek tarafından ayrıştırılmış; gür sekoya ve banyan ağaçları suyun iki tarafında serpiliyor. Müşteri ve mimarlar, bu alanda inşa edilecek bir yapının akbalıkçıllara minimum zarar vermesi için hassasiyet gösterme konusunda hemfikir oldukları bir anlayış geliştirmişler. Mimari karakterin “gizli” hatta “yok olmuş” bir izlenime sahip olması istenmiş. Son olarak belirlenen alan, bir sıra karaçam ormanının gerisinde, sekoya ve palmiye ağaçlarının bariyer oluşturduğu bir alanda yer alıyor. Yapı, buradaki yerli canlı türleri ile birlikte uyum içinde var oluyor, mütevazi bir tavır sergiliyor.

Mimar, ilk saha ziyareti sırasında Kuş Amca tarafından inşa edilen basit kuş gözlem kulesine tırmanmış. Yapı basit ve derme çatma olmasına rağmen, kulenin yüksekliği ziyaretçilerin akbalıkçıl adasını ağaçların gölgeliklerinin ve sık ormanın ötesindeki bir mesafeden görmelerini sağlıyor. Guangdong’da akbalıkçıllar “çalışan kuşlar” olarak biliniyor. Çoğu insan gibi akbalıkçıllar da yiyecek aramak için sabahın erken saatlerinde yuvalarından ayrılıyorlar ve akşam güneş battığında dinlenmek için yuvalarına geri dönüyorlar. Mimarlar, yeni sulak alan müzesinin, ölçülü inşaat öncülüğünde bu görkemli alanı ve yaşamın enginliğini yansıtabileceğini umuyor.

Binanın şekli, akbalıkçılların faaliyetlerini yakalayan, yatay olarak dönen mercekleri andıran, dikey olarak istiflenmiş dört adet yerinde dökme beton tüpten oluşuyor. Tasarım, binanın varlığını en aza indirmeyi ve mütevazı bir tavırla bu alandaki yerli canlılarla uyumlu bir şekilde bir arada var olmayı amaçlıyor. Müzeye Balıkçıl Adası’ndan bakıldığında, bina yemyeşil subtropikal ormanın içinde kayboluyor, sadece en uzun tüp sekoya ağaçlarından biraz daha yüksek görünüyor.

Müzenin her bir tüpü, saha koşullarına göre en uygun görüş yönüne döndürülerek iç mekanda dört kademeli “çerçeveleme çerçevesi” oluşturuyor. Birinci ve dördüncü katlar sırasıyla ağaç köklerine, gövdelerine, taçlarına ve ağaç tepelerine doğru bakıyor. İnsanlar binanın içindeki farklı yüksekliklerden ağaç gölgelerinin sallanışını ve Balıkçıl Adası’ndaki kuşların kanat çırpışlarını gözlemleyebilirler. İç mekan minimalist ve saf, yönelimsel mekansal oryantasyon duygusu tarafından şekillenmiş. Bu “izleme çerçeveleri”, binayı zaman ve mekan boyunca Balıkçıl Adası’na bağlayan köprüler olarak işlev görüyor.

Müzenin dört silindirik yapısının üst üste binen bölümleri, dört katın hacimlerini birbirine bağlayan dikey bir üçgen atriyum oluşturmak üzere “Boolean çıkarması” ile elde edilmiş. Tepedeki derin kirişlerden süzülen doğal ışık yumuşak bir hal alıyor ve iç mekanın her köşesine eşit olarak yayılıyor. Atrium, bina içindeki çeşitli perspektifler için ortak bir “bakış açısı” işlevi görüyor. Burada duran biri, kesişen perspektiflerin yarattığı fiziksel sınırları gözlemleyebilir ve ayrıca farklı açılardan farklı silindirik yapılar aracılığıyla doğaya göz atabilir. Silindirlerin uçlarındaki izleme pencereleri, mekana yerleştirilmiş özenle seçilmiş manzara resimlerini andırıyor. Hafif doğal ışıkla sarmalanan binanın içinde ziyaretçiler, bu çerçevelenmiş manzaralar aracılığıyla mevsimlerin geçişini ve doğadaki değişimleri algılayabiliyor.

Bina, her bir silindirik formun yan duvarlarının, çatısının ve zemininin genel yük taşıma desteği sağlamak için birlikte çalıştığı kutu şeklinde bir beton yapıya sahip. Binanın tamamında kolon bulunmuyor; kutuların dirsekli uçları, yükü taşıyan üçgen çekirdek tüpten asılıyor. Silindirik yapıların yerleşimi, binanın içindeki doğu-batı görünümünü kısıtlarken, kuzey-güney yönünde dağınık perspektifi andıran bir iç kompozisyon sunuyor. Yönlü mekansal tasarım, ziyaretçilerin dikkatini güneydeki tropikal yağmur ormanlarına ve Balıkçıl Adası’na doğru yönlendiriyor. Görüşlerin dikkatli bir şekilde düzenlenmesi sayesinde mekansal perspektif “yakın ve uzak arasında seçim yapma” fikrini yansıtıyor.

Beton yapı doğal olarak inşaatta brüt betonun benimsenmesine yol açıyor. Mimarlar “birleşik inşaat” süreciyle daha otantik ve doğal bir etki elde etmeyi amaçlamışlar. Dış cephede, ahşabın narin damarlarının duvarlara doğal bir doku kazandırdığı ve çevredeki subtropikal yağmur ormanlarıyla uyumlu çam ağacı kalıplarıyla yerinde dökme beton kullanılmış.

Sulak alan çevresine zarar vermekten kaçınmak için mimarlar, mevcut 560 ağacın haritasını çıkardıktan sonra binanın konumunu dikkatlice belirlemiş, binanın ayak izini küçültmüş ve her katın hacmini döndürmüş. Bu yaklaşım, kuş gözlemciliği için en uygun manzarayı sağlarken yerli ağaçların kesilmesi ihtiyacını en aza indirmiş. Ak balıkçılları korumak için mimarlar projede cam kullanımını sınırlandırmaya çalışmışlar. Yoğun ağaçlarla çevrili birinci kata sadece ölçülü yatay cam pencereler eklenirken üst katlarda kilit noktalarda seçici izleme pencereleri yer alıyor. Bu tasarım, çevredeki sulak alan manzarasının aşırı işgalini önlüyor. Binanın çatısı, ekolojik özelliğiyle binanın yukarıdan görsel varlığını en aza indiren lotus göleti ile kaplı.

Sonbaharda ziyaretçiler, Shunde silüetine doğru bakan akbalıkçılları gözlemlemek için binaya çıkıyor. Manzara yağmur ormanlarını, Balıkçıl Adası’nı, sulak alanları, kum setlerini ve şehir manzaralarını kapsıyor, yakından uzağa doğru geçiş yaparak psikolojik alanı kademeli olarak uzaklara yansıtıyor. Binanın arazisi tropik bir yağmur ormanının içinde gizlenmiş olsa da, kompakt arazinin “kendi kendine dayattığı” kısıtlamalar, mimarın “yükseklik” ve “mesafe” üzerine daha derin düşündüğünü ortaya koyuyor. “Yükseklik”, akbalıkçılları gözlemlemek için katmanlı yükselişin mekansal anlatısı aracılığıyla somutlaşan bir arayışı temsil ediyor.

Mesafe, kısıtlı vizör ziyaretçilerin dikkatini kasıtlı olarak uzak mesafeye yönlendirdiğinden, başka bir yaşam biçimi için özen ve düşünme hissi uyandırarak yaşamın ortaya çıkışını sembolize ediyor.