20 Yıl Sonra Ekin’in Evinde: 2002’de Gelecek İçin Tasarlanmış Bir Ev
Prof. Dr. Celal Abdi Güzer
ODTÜ Mimarlık Bölümü
2000’li yılların başında kendimize bir ev tasarlarken, paralel bir süreç olarak, o zaman 5 yaşında olan oğlum Ekin için de bir ev tasarlamış, somut bir tasarım yapmaktan çok gelecekte ev kavramının nasıl dönüşeceği üzerine düşünceler üretmeye, bir tartışma zemini oluşturmaya çalışmıştım. Geleceğe yönelik bu tartışma ve kavramsal tasarım hem “Konut Üzerine De(ne)meler” (1) kitabımın “Gelecek Üzerine: Ekin İçin Bir Ev” bölümünde hem de aynı isimli sergimde yer almıştı (2). Aradan 20 küsur yıl geçti. Ekin büyüdü, mimar oldu. Geçen sene dikkatli okuyuculardan biri yıllar önce, yirmi yıl sonrası, bugünün dünyası ve olası dönüşümler düşünülerek tasarlanmış bu eve yeniden bakma, o günün ortamında bugün için geliştirilmiş tartışma ve öngörüleri yeniden değerlendirme zamanı geldiğini anımsattı. Aslında mimarlığın bir değer olarak öne almaya çalıştığı “zamana direnme” anlayışı, mimarlık nesnesinin inşa edildikten sonra gelecek yıllarda var olacağı düşüncesi, gelecek kavramını tasarımın kaçınılmaz bir zemini haline getiriyor. Bir başka deyişle her tasarım ister istemez gelecekle ilgili bir düşü temsil ediyor. Ama bunun da ötesinde gelecek kavramı mimarlık için çekici ve özgün bir araştırma alanı olarak da var oluyor. Mimar bir yandan geleceği düşünürken, onu yakalamaya çalışırken öte yandan onu değiştirmeye, dönüştürmeye çalışıyor. Bunu yaparken bugünün eleştirisinden yola çıkıyor, bugün var olanı sınırlarını tartışmaya açıyor.
Mimarlık tarihi de gelecek senaryoları etrafında şekillenen, önemli bir bölümü gerçekleşmemiş tasarımlar, araştırmalar, denemeler içeriyor. Doğrudan “fütürist” olarak adlandırılan yaklaşımların yanı sıra kentsel ütopyalar, teknolojileri geliştirmeye ya da gelişmiş teknolojileri mimarlığa taşımaya çalışan denemeler, sosyal dönüşümlere ve ideolojik önceliklere odaklanan arayışlar mimarlık tartışmalarının parçası haline geliyor. 1900’lerin başında daha çok Antonio Sant’Elia’nın tasarımları ile bilinen İtalyan Fütürizmi yeni çağın getirdiği hız ve teknoloji kavramlarını yüceltirken, daha sonraları binaları makine analojisi içinde ele alan Le Corbusier kentsel ölçekte de sosyal ütopyalar geliştiriyordu. İngiltere’de Archigram’ın yürüyen ya da takılıp çıkarılan kentleri yapıyı statik bir varlık olmanın ötesine taşıyor, Japonya’da metabolistler doğanın çoğalma biçimi ile mimarlık arasında bağ kurmaya çalışıyordu. Gerçekleşmemiş çok sayıda araştırma ve tasarımın yanında gerçekleşmiş bazı yapılar da biçimsel dışavurumları, kullandıkları teknoloji ya da önerdikleri yaşama biçimleri ile geleneksel üretim biçimlerinden radikal biçimde farklılaşmaları nedeni ile gelecek kavramı ile ilişkilendirilerek anıldılar. Bunların arasında Frank Gehry ya da Zaha Hadid gibi mimarların biçim denemeleri, altyapı ve taşıyıcı kurgusunu doğrudan dile dönüştüren Piano ve Rogers’ın Pompidou Merkezi ya da teknolojiyi ve gelişmiş malzemeleri uç noktada kullanmaya çalışan Foster’ın Apple Merkezi gibi yapılar sayılabilir. Benzer biçimde geleceğin kaçınılmaz önceliği olan çevre duyarlılığı, iklim krizi ve enerji verimliliği gibi kavramları tasarımın öncelikleri kabul eden yapılar da gelecek kavramı ile temsiliyet ilişkisi kurdular. İnsanların yaşamı biçimini doğrudan etkileyen ve temsil eden konut ya da konut dokuları da geleceğe yönelik sorgulamaların, arayışların merkezinde yer aldı. 1956’da Alison ve Peter Smithson’ın yaklaşık 25 yıl sonrasını düşünerek tasarladıkları ev, büyük ölçüde teknolojinin yaşamı dönüştürme gücünün mekana yansıma sınırlarını araştırıyordu. Geçtiğimiz yıllarda yıkılan ve bir bölümü müzeye taşınan Kisko Kurokawa’nın Nakagin Kapsül Kulesi ya da Moshe Safdie’nin Habitat gibi projeleri konut konusunda geleceğe yönelik araştırmalar olarak kabul edildi.
Mimarlık alanı ile sınırlı kalmaksızın sinema, edebiyat, çizgi roman gibi alanları da kapsayacak biçimde gelecek kavramının popüler kültür ortamındaki temsiliyeti ağırlıklı olarak biçimsel arayışlara ve yoğun teknoloji kullanımına indirgendi. Hareketli ve alışılmadık biçimler, yer çekimine direnen taşıyıcı sitemler, gelecek kavramı ile özdeşleştirildi. Akıllı yapı kavramı da genellikle yüksek yoğunlukta otomasyon sistemlerinin kullanıldığı yapıları tanımlayan bir sıfata dönüştü. Oysa giderek öne çıkan çevre duyarlılığı ve enerji verimliliği kavramları gelecek düşüncesini çok boyutlu bir sürdürülebilirlik kavramı ile ilişkilendirmeyi zorunlu hale getirdi. Bu geniş tabanlı sürdürülebilirlik düşüncesi sadece çevre dostu bir teknolojiyi, temiz enerjiyi, iklim krizine karşı duyarlılığı değil aynı zamanda sosyal ve kültürel duyarlılıkları, üretim ve tüketim alışkanlıklarını ve adaletli bir gelir dağılımını bütüncül bir biçimde ele almayı zorunlu kılıyor.
2002 yılında basılan “Gelecek Üzerine: Ekin İçin Bir Ev” projesi de her şeyden önce geniş anlamlı ve çok boyutlu bir sürdürülebilirlik kavramını öne çıkartmaya, yeni çağın getirdiği öncelik ve dönüşümlere duyarlı olmaya çalışıyordu. Tasarımın çıkış noktasını, bir yandan Ekin’in 5 yaşında yaptığı ev resimlerinde ve lego modellerdeki özgürlük ve şartlanmamış dünya, öte yandan onun gençlik yıllarında yaşayacağı dünyanın öncelik ve değerlerine yönelik sorgulama oluşturuyordu. Ekin’in 20 yıl sonra yaşayacağı ev düşüncesi üç ana eksen, üç temel alanda oluşabilecek dönüşümler üzerinde gelişti. Sosyal ve kültürel yaşam, çevre ve teknoloji. Geleceğin bu üç alanı dönüştürme sınırlarının eve olası yansıma biçimleri araştırılmaya, tartışılmaya çalışıldı. Öncelikle çevre konusunda enerjisini kendi üretebilen, buna yönelik olarak güneş ve rüzgar gibi temiz enerji kaynaklarından yararlanan, suyunu ve atıklarını arıtan, yeniden kullanabilen, malzemesini geri dönüştürebilen bir yapı geliştirilmeye çalışıldı. Benzer biçimde evin kendi tüketimine yetecek bir tarımsal üretim, sera barındırması, bu seranın aynı zamanda enerji üretimi için işlevselleştirilmesi öngörüldü. Evin inşai sistemi ise hafif, modüler elemanların büyüme ve küçülmelere, ekleme ve çıkartmalara olanak sağlayacak biçimde bir araya getirilmesi düşüncesine dayanıyordu. Bu anlamda gelişmiş bir lego oyuncağı kurgusu, sınırlı sayıda elemanın farklı biçimlerde bir araya getirilmesi ile çeşitlenebilen bir altyapı oluşturulmaya çalışıldı. Konutun oturduğu yeri olabildiğince az değiştirmesi ve zedelemesi düşüncesinden hareketle ve farklı topoğrafyalara uyum sağlayabilmesine olanak verecek şekilde yükseltilmiş, amortisörlü bir zemin geliştirildi. Bu aynı zamanda deprem riski taşıyan bölgeler için bir güvenlik önlemi oluşturuyordu. Çatı örtüsü güneş toplayıcılardan oluşuyor, inşai sistem yalıtım ve bitirme malzemelerini içeren bir bileşen olarak ele alınıyor, yapım sistemi ve süreci sadeleştirilmeye çalışılıyordu. Evin atıklarını ayrıştıran bir depolama ünitesi oluşturuldu. Elektrikli taşıtların yaygınlaşması için milat sayılan Tesla’nın henüz üretime başlamadan hemen önce tasarlanan evde araç için şarj olanağı ve bunun güneş enerjisi ile sağlanması öngörüldü. Evin plan ve kesit düzenlemesi ise tek kişinin, ortak yaşamın, çocuklu aile büyüklüklerinin yer alacağı senaryolara göre büyüyüp küçülebilen, zaman içindeki değişikliklere olanak veren esnek bir kurgu içinde ele alınıyor, evde yaşayanlara hem bağımsız hem de beraberce var olabilecekleri alt alanlar sağlanmaya çalışılıyordu. Bu esneklik aynı zamanda konuta yapılacak yatırımın etaplanmasına olanak tanıyordu. O yıllarda uzaktan erişim ve çalışma kavramı henüz yerleşik olmamasına rağmen evin aynı zamanda bir çalışma ve üretim ortamı olarak işlev göreceği varsayıldı. Evi paylaşan kişilerin ayrı ayrı ve beraberce kullanacakları alanlar olmasına, bireysel mahremiyetin korunmasına, farklı aidiyet ilişkileri geliştirilebilmesine özen gösterildi. Aslında ortaya çıkan bir yandan bugünün tipleşmiş konutlarına ve onların getirdiği tek tipleşmiş yaşama biçimlerinin eleştirisine dayanan, öte yandan olası gelişmeleri konut alanına taşımaya çalışan bir tasarım denemesi olarak görülebilir.
Ekin evi senaryosunun öngördüğü 20 yıl sonrası pandemi dönemine denk geldi. Pandemi ve onunla birlikte gelen kısıtlamalar ve yeni yaşama düzeni evle ilgili algımızı ve kullanım alışkanlıklarımızı radikal biçimde sorgulamamızı ve değiştirmemizi getirdi. Kent merkezlerde yoğunlaşan ve yığılan konut dokularının getirdiği olumsuzluklar merkez dışında dış mekanla ve toprakla ilişkili yaşamın sunduğu alternatiflere yeniden çekicilik kazandırdı. Özellikle uzaktan erişim ve çalışmanın yaygınlaşması ev-ofis kavramının yerleşik hale gelmesine olanak tanıdı. Artan ulaşım olanakları, başta bilgi olmak üzere pek çok gereksinime uzaktan erişebiliyor olmak merkezlerdeki yığılmaları bir zorunluluk olmaktan çıkarttı. Ev sadece bir barınma alanı olarak değil, aynı zamanda bir üretim alanı, çok boyutlu bir yaşam çevresi olarak yeniden anlam kazandı. Evin doğa ile bütünleşmesi, küçük tarımsal üretime olanak tanıması uygulanabilir bir düşünceye dönüştü. Artan enerji fiyatları, gelişen teknolojiler temiz ve yenilenebilir enerjinin konut ölçeğinde üretimini yaygınlaştırdı. Benzer biçimde çevre ve iklim duyarlılığı elektrikli araçları, atık yönetimini, geri dönüşümü yaşamımızın parçası haline getirdi. İklim krizi doğaya, zemine müdahale konusunda yeni duyarlılıklar geliştirmemize neden oldu. Yaşanan afetler taşıyıcı sistem tercihlerimiz ve inşaat yapma alışkanlıklarımızı yeni gözden geçirmemizi zorunlu kıldı. Özetle 20 yıl sonra Ekin’in evi için düşünülen pek çok şey yaygınlaşmamış olsa da kısmen gerçekleşmiş, en azından öncelik kazanmış oldu.
Aslında orijinal metinde de vurgulandığı gibi Ekin’in evine yönelik tasarım denemesinde bitmiş bir ürün sunulsa da hedeflenen farklı sonuç ürünlerle bitmeye açık bir yaklaşım çerçevesinin tasarımı idi. Bu çerçeve doğrudan mimar eli ile tasarlanmış ve bitirilmiş bir ürün sunmak yerine insanlara kendi evlerini tasarlayabilecekleri, zaman içinde değiştirebilecekleri araçları vermeyi, bu süreç içinde sorgulayacakları kavramları öne çıkartmaya çalışıyordu. Bu anlayış içinde evin yaşamın ve zamanın öncelikleri içinde değişmeye ve dönüşmeye, ekleme ve çıkartmalara açık, esnek, bizimle yaşayan bir üretim sürecine dönüşmesi, bir barınak olmasının ötesinde bizimle temsiliyet ilişkisi kuran doğrudan bir üretim alanı, yaşamı belirleyen, yönlendiren, ona anlam katan bir ortam olması bekleniyordu. Bu tanım içinde ev alıştığımız kalıpları, bize sunulan tek tip yaşamları kırmak için bir fırsat sunuyor. Bugün üst üste yığılarak birbirine benzer yaşamlar sürdürdüğümüz toplu konut çevrelerinin özellikle getirdiği maliyetler içinde alternatifsiz olmadığını gösteriyor. Şüphesiz konut konusunda bu tür alternatif bir yaklaşımın benimsenmesi ve gerçekleştirilmesi sadece tasarım önceliklerine bağlı değil. Geleneksel konut tipolojileri, üretim alışkanlıkları ve talep öncelikleri planlama süreçlerinden kültürel, sosyal ve ekonomik önceliklere, yasal ve yönetsel düzenlemelerden gelir dağılımı dengesine varan pek çok bileşkenin bir sonucu. Yaşama biçimlerimiz, yaşam önceliklerimiz gibi yaşam çevrelerimiz ve konutlarımız da bu bütüncül yapıyı temsil ediyor. Gelecek düşü kurarken, gelecek için bir tasarım yaparken, konuta yönelik önceliklerimizi değiştirmeye, dönüştürmeye çalışırken bunun itici gücü tek başına tasarım olamıyor. Ama tasarım bir üretim altyapısı olmanın ötesinde güçlü bir düş kurma, etkili bir eleştiri aracı olma özelliği taşıyor.
Orijinal metnin sonunda da vurgulandığı gibi o gün Ekin ve arkadaşları, bugün ise bugünün çocukları yarını kurarken, geleceği, geleceğin evini, kentini, yaşama biçimlerini düşlerken korumaları gereken en önemli özellik çocuk dünyasının şartlanmamış düşünce dünyası, sınır tanımayan hayal gücü.
- Güzer, Celal Abdi, 2002. “Konut Üzerine De(ne)meler”, Mimarlar Derneği 1927, Ankara, s. 119-126
- “Konut Üzerine De(ne)meler” sergisi 2002 yılında Mimarlar Derneği 1927’de, 2003 yılında ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde düzenlendi.