Çamlıca Camisi Üzerine
Prof. Dr. Enis Kortan
“Bülent Özer’in değerli anısına”
1539 yılında Osmanlı’nın baş mimarlığına getirilen Sinan elli yaşındadır. Mimar Hayrettin’in Ayasofya’dan hareketle Osmanlı Klasik Mimarisi’nin başlangıç işaretini veren Beyazıt Camisi (1501-5), Yavuz Sultan Selim Camisi (1522), Eski Fatih Camisi (1462-70), İstanbul’da Sinan’ın önünde durmaktadır.
Fakat onu derinlemesine etkileyen ve yaşamı boyunca vazgeçemediği iki adet Bizans eseri vardır ki bunlar; Ayasofya bazilika-kilise camisi (532-37) ile SS. Sergius ve Bacchous kilise camisidir (527-36) (Fetih sonrasında söz konusu kilisenin girişindeki narteksi önüne bir son cemaat portikosu eklenmiş ve bir de minare dikilerek Küçük Ayasofya Camisi haline getirilmiştir).
Sinan’ın “çıraklık eserim” dediği ilk önemli yapısı olan Şehzade Camisi (1543-48), Ayasofya’nın strüktürel sistemini daha dengeli ve rasyonel çözmek yolunda bir tasarımdır. Ayasofya’nın örtü sistemi, merkezi ana kubbe ile onu destekleyen aynı doğrultudaki (güney-doğu-kuzey-batı) iki yarım kubbeden oluşur. Bu şekilde, mimarları yeni, özgün bir tasarımla eşsiz bir iç mekân yaratmışlar ve öteki dik eksenden de iç mekâna gün ışığı sağlamışlardır.
Fakat bu tasarımın, gerek merkezi kubbenin yanal itki kuvvetlerinin, gerekse depremin yatay etkilerine karşı yetersiz kaldığını ilk önemli depremde gördüler. Ana kubbe çöktü, sonradan yenisi yapıldı. Sinan bunların bilincinde olarak merkezi kubbeyi dört yandan destekleyen şekilde dört yarım kubbe koyarak strüktürel açıdan doğru olanı yaptı. Fakat bu sistemin yapılabilmesi için namazgâh sahınının içine dört adet “filpaye” denilen çok kalın ve hantal kolonların yapılması gerekmişti. Strüktürel olarak doğru çözüm ama kolonların iç mekânı bölmesi, yer işgal etmesi, sahının bütünlüğü bozması, ışık, ses ve görüntüyü olumsuz etkilemesi gibi sakıncaları Sinan’ı rahatsız etmiş olacak ki bu şemayı bir daha kullanmadı.
Sinan’ın “kalfalık eserim” dediği ise birkaç yıl sonra gerçekleştirdiği Süleymaniye Camisi’dir (1550-56). Sinan bu kez Ayasofya’nın temel değerleri ve kalitelerini kabul ederek strüktürel problemleri de kontrfor kule ve elemanlarını tümel yapıya entegre parçalar olarak çözümlemiştir. Böylece Ayasofya ile üstadça hesaplaşması sonrasında Sinan, mimarlıkta “plüralizm” ustası olduğunu gösteren çeşitli ve farklı araştırmalara girişecek, fakat Ayasofya şemasına olan tutkusu hep devam edecek ve yaşlılık çağındaki son eserlerinden olan Kılıç Ali Paşa Camisi’nde (1580) olduğu gibi onun daha küçük ölçekteki rafine bir örneğini tekrar yapacaktı.
Sinan, Kara Ahmet Paşa Camisi’nde (1554-55) ana kubbeyi altı adet kolon/ayak üstüne oturtur ve bu altıgen çözüm denemelerini Molla Çelebi (1561), Sokullu (1570-71) gibi camilerde sürdürür. Bu eserlerinde engelsiz, iç mekân bütünlüğü ve birliğini elde etmeyi amaçlar. Rüstem Paşa Camisi’nde (1561) de, Küçükayasofya Kilise-Camisi (527-36) örneğindeki gibi, ilk kez ana kubbeyi sekiz kolon/ayak üzerine oturtur.
İşte, altı yıl sonra Edirne, Selimiye’de yapacağı “ustalık eserim” olarak adlandırdığı şaheserinin öncü denemesini başarıyla tamamlamıştır. Söz konusu eser hakkında Ord. Prof. Dr. Hans Koepf’ün birkaç cümlesini almak istiyorum:
“Barok karakterlerle bozulmuş olan San Pietro Kilisesi’nden üstün tuttuğum Edirne’deki Selimiye’yi dünya mimarisinin doruk nokta yapıtı olarak sınıflandırmak isterim. Kontrforlarının oluşturduğu konstrüktif iskeletin genel etkiyi yüceltici anlamda bütüne katılması hayranlık uyandırmaya layık bir davranıştır… Selimiye Camisi’nin, kubbe mimarisi bakımından mutlak surette doruk noktası oluşturduğu ifade edilebilir. Bu tarihten sonra yeni bir mimari fikrin geliştirilmediği söylenebilir. Nitekim arkadan gelenler yalnızca birer varyant ya da çeşitleme olmaktan öteye gidemeyeceklerdir” (YAPI Dergisi, No. 58, Aralık 1984 – 6, sayfa: 20-21).
Sinan’ın 1988’de ölümüyle “Klasik Osmanlı Mimarlığı” dönemi de kapanmış oluyor. Buraya kadar Sinan dönemini kısa ve öz olarak anlatmaya çalıştım; şimdi de Çamlıca Camisi ile ilgili bölüme geçmek istiyorum.
Öncelikle bu yapının örnek alındığı Sultanahmet Camisi’ne (1609-17) ve mimarına bakalım. Osmanlı mimarbaşlarından dördüncüsü olan Mehmet Ağa tarafından sekiz yılda yapılan bu eser, Sinan’ın Şehzade Camisi’nin (1544) bir varyantıdır (Taklit ya da kopyası da deniliyor). Şehzade’de söz konusu olan sakıncalar burada fazlasıyla vardır. Örneğin iç mekânda yer alan dört adet filpayeler azmanlaşarak çapı beş metre olan silindirik masif kulelere dönüşmüş! Halk, yapıyı mimari kaliteleri açısından değil, fakat içindeki süslemelerinden dolayı beğenmiş ve “Mavi Cami” adını vermişti.
21. yy’da yapılacak olan “geleneksel” bir cami için Sinan’ın “ustalık eserleri” gözler önündeyken neden “çıraklık eserinin” taklidinin de taklidi olan bir cami yapılsın?
Burada, Sinan geleneğinde tasarlamış olduğum çağdaş ve modern bir cami projesini sunuyorum; büyük ustanın Selimiye Camisi bana esin kaynağı olmuştur.
Bu çalışma yalnızca akademik anlamda bir deneme ve aydınlatma amaçlıdır.
21. Yy’da Mimar Sinan Geleneğinde Bir Cami Tasarımı
Mimar Sinan geleneğinde çağdaş ve modern bir cami aşağıdaki temel niteliksel ölçütleri yansıtmalı:
1. Kubbe mimarisi,
2. Alçakgönüllü ve abartılı biçim ve süslemelerden arınmış sade-yalın ifade,
3. Çağdaş-modern teknoloji, malzeme ve yapım sistemleri.
Mimar Sinan, mümkün mertebe büyük, ferah, aydınlık ve içinde kolon olmayan alan-mekân yaratmaya çalışmış ve “Ustalık Eserim” dediği Selimiye Camisi’nde (1569-1575) tek kubbe yaparak bunu başarmıştır. Kubbe çapı 31,30 metre, Namazgâhı da yaklaşık olarak 700 kişiliktir.
Önerimde, aynı ilkelerden yola çıkarak, çağdaş strüktür, teknoloji ve malzemeyle çapı 70 metre olan tek bir “Metal Mekânsal Strüktür” ile (Metal Spatial Structures) kubbe tasarlanmıştır. Namazgâh yaklaşık olarak 3000 kişilik olup, yüksekliği tepe noktasında 20 metredir.
Plan, Selimiye’deki gibi düzgün sekizgendir ve yapının birincil strüktür sistemi sekiz kolon üzerine oturur. Namazgâh ek olarak ikincil kolon ve kirişlerle taşınacaktır.
Alttaki iki kat öteki işlevlere, bodrumlar da tesisat, servis ve garajlara verilmiştir. İnşaat sistemi sade, yalın ve ekonomik olup yüksek mukavemetli çelikten yapılacaktır.
Cami, tasarımın geometrisinden kaynaklanan 8 minarelidir; özellikle geceleri ışıl ışıl yanan şerefeleriyle parlayan 8 noktada oluşan bir daire, çevreden ve uçaklardan çok güzel görünecektir. Kubbenin en yüksek noktası yerden 22 metre yükseklikte olup cami yaklaşık 7 katlı bir bina yüksekliği kadardır. Çamlıca’da doğal ortamla çok güzel uyum sağlayacak, Selimiye’de olduğu gibi kubbeyi çevreleyen minareleriyle birlikte bir “ŞEHİR TAÇ”ı oluşturacaktır.