Mimar Kurtul Erkmen: Pandemi sürecinde mezun olan mimarlar ve tasarımcılar kendilerini geliştirmek üzere Aura İstanbul’a gelmeli!

İstanbul Mimarlık ve Şehircilik Araştırmaları Akademisi – Aura İstanbul, kar amacı gütmeyen ve sosyal sorumluluk hedefleriyle hareket eden bir kuruluş olarak mesleki gelişim konusunda mimarlık, iç mimarlık, tasarım ve farklı disiplinlerden genç mezunlara kıymetli fırsatlar sunuyor. Kurucu Üye ve Yönetim Kurulu Başkanı Mimar Kurtul Erkmen ile hem Aura İstanbul’u, hem de 30 yıllık mesleki pratiğini sürdürdüğü KG Mimarlık’ı ve güncel projelerini konuştuk.

Yasemin Şener, Mimar

Bir seneden uzun süredir hayatlarımızı mesafeler ardında yaşamamıza neden olan pandeminin olumsuz etkilediği alanlardan biri de eğitim oldu. Özellikle de mimarlık gibi bir arada olmayı ve usta-çırak ilişkisiyle öğrenmeyi gerektiren bir meslek eğitiminde bu yıl mezun olacak olan genç mimarlar son 3 sömestre boyunca online eğitimle stüdyo ortamından uzak kaldılar ve yüksek işsizlik oranları nedeniyle oldukça karamsar bir şekilde mezun oluyorlar. Böyle bir atmosferde Aura İstanbul gibi mimarlık ortamına nefes aldıran kurumların varlığının çok önemli olduğu tartışma götürmüyor. Aura İstanbul hangi ihtiyaçlarla ve nasıl kuruldu? Hikayesini sizden dinleyebilir miyiz?  

Kurtul Erkmen: Aura’yı 2017 Ocak ayında 7 arkadaş kurduk. Bunların 5’i meslektendir, mimar ya da iç mimar. Öncesinde onlarla mimarlık camiasında, eğitim kurumlarında bir araya geldikçe acaba ne yapabiliriz, mesleki eğitimi nasıl bir adım ileri götürebiliriz diye konuşup tartışıyorduk. Aslında konu Türkiye’deki mimarlık eğitiminin yeterli olup olmamasından öte, mimarlık gibi bir meslekte eğitimin ömür boyu sürmesi gerektiği. Türkiye’deki mimarlık bölümlerinden her sene yaklaşık 7.000 mezun veriliyor. 140’a yakın mimarlık fakültesi var ve mezunların hepsi kendisine hızlıca iş bulamıyor; bir meşgale de bulamıyor. Senelerdir yaptığımız gözlemlerle ciddi sayıdaki bir grubun giderek meslek dışı kalmaya başladığını üzülerek görüyoruz. Bu tabii sadece mesleğe küsmek, küstürülmek mevzusu değil. Bazı arkadaşlarımız önce yüksek lisans yapıyor, ardından üniversitede kalıp araştırma görevlisi oluyorlar ve burada yaptıkları araştırmalarla gerek Türkiye’de, gerek dünyada o anda çağdaş neler olup bitiyor, neler tartışılıyor bizzat içinde yer alıyor ve kendilerini geliştiriyorlar. Bir kısmı da mezun olur olmaz mimarlık bürolarına başlıyor ve mesleğin pratikleri içinde proje üretimi veya şantiyede var olarak eğitim ya da öğrenimlerine devam ediyorlar. Bu döngünün dışında kalanların yapabileceği çok fazla bir şey olmadığını gördüğümüz için harekete geçtik.

2017’deki kuruluşumuzdan bu yana Aura çok hızlı yol aldı. Öncelikle biz kendimizi tanıtmak, ne yaptığımızı anlatmak için çeşitli üniversitelerle görüştük. Hocalarımızla ve onların uygun gördüğü öğrencilerle buluştuk. Bugün gelinen noktada ise Aura başvuru ile öğrenci, daha doğrusu araştırmacı alıyor. Son birkaç dönemdir Türkiye’deki 43 farklı üniversiteden en az 19 farklı ilden başvuru alıyoruz, hatta yurt dışından da başvuru aldık. Buradan da görüyoruz ki Aura artık Türkiye’de gençler arasında bilinen, tanınan, itibar gören bir kurum.

Okuldan yeni mezun olup diplomasını cebine koymuş, belki 1-2 sene önce mezun olup iş bulamamış olanların veya çok daha uzun süre önce mezun olup çalışmaya bir ara vereyim, bir araştırma projesi yürüteyim, kendi istediğim şeyleri yapayım diyenlerin gelebileceği, kendilerinden daha tecrübeli ya da farklı disiplinlerdeki kişilerle karşılıklı görüşme, buluşma imkanı bulabileceği bir ortam sağlamak üzere yola çıktık. Aura’yı bir sosyal sorumluluk projesi ve hiçbir kar amacı gütmeyen bir kurum olarak kurguladık. Dolayısıyla katılımcılardan hiçbir ücret almıyoruz. Sadece sertifika programları değil, yaptığımız etkinliklerin de tamamı ücretsiz.

Aura İstanbul yöntem olarak mimarlığın hem eğitimine hem de pratik hayatın en önemli sahası, kalbi olan stüdyo ortamına da bakış açısı kazandırıyor. Pratik hayatı, akademiyi, tedarikçileri farklı alanlardan profesyonelleri daha proaktif daha esnek katılımcı bir ortamda bir araya getiriyor. Bu çok sesli ortam öğrencilere neler kazandırıyor?

KE: Aura disiplinlerarası bir kurum ve kapısı yalnızca mimarlara açık değil. Mimar, iç mimar ve peyzaj mimarları dışında tarihçi, sosyolog araştırmacımız da oldu. Dolayısıyla beklediğimiz kriterlere uygun nitelikte bir araştırma tabanlı tasarım projesini bizimle çalışabilecek kişileri 3-4 ay boyunca burada ağırlıyoruz. Katılımcılarımızın yaptıkları araştırmalar birçok açıdan onlar için çok besleyici. Özellikle atölye ortamında farklı şehirlerden, üniversitelerden, eğitim altyapılarından gelen insanların bir arada olmalarını çok kıymetli buluyorum. Türkiye’nin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine farklı okulların farklı ekollerinde yetişmiş gençler kendi güçlü taraflarını ortaya koyarken diğerlerinin de güçlü taraflarından bir şeyler öğreniyor. Bu durum farklı disiplinlerdeki insanların bir araya gelmesiyle de çok zenginleşiyor. Mimarlarla iç mimarlar karşılaşıyorlar, birlikte üretiyorlar. Bir sanat tarihçisinin yahut bir peyzaj mimarının içlerinde olduğu grup çalışmaları yapıyorlar. Kendi içlerindeki bu disiplinler arası fikir alışverişleri çok kıymetli. Öte yandan bu eğitimi bir atölye yürütücüsüyle beraber yapıyorlar. Bahar dönemi sertifika programımızda pandemi dönemindeki online eğitimin bir avantajıyla 2 atölye yürütücüsü kadrosunda 4 kişi bulunuyor. İstanbul’dan atölye yürüten Tuna Han Koç ve  Zeynep Altınbaşlı’nın yanı sıra Zuhal Kol ve Carlos Zarco Sanz da Madrid’den katılıyorlar. Atölyedeki arkadaşlarımız internet üzerinden sınırlar ötesinde görüş alışverişi yapabiliyorlar.

Araştırmacılarımızın mutlaka Cumartesi Aurası toplantılarımıza katılmalarını istiyoruz. Kendi dallarında son derece önemli, otorite sayılan isimler de orada oluyor. Yine yurtdışından birçok ismi Cumartesi Aurası etkinliklerimizde ağırladık. Pandemiden önce kalkıp İstanbul’a geliyorlardı, misafir ediyorduk, şimdi de online olarak ağırlıyoruz. İspanya’dan Cristina Gamboa Masdevall, Güney Afrika’dan Lesley Lokko geldi. Dolayısıyla onlarla bu araştırmacıların dokunma mesafesinde bir araya gelmesini, konuşmasını, tartışmasını sağlayabilmiş olduk. O gelenek şu anda da online olarak devam ediyor.

Aura İstanbul yalnız bir eğitim kurumu da değil aynı zamanda seminerler, buluşmalar düzenleyen bir etkinlik merkezi; Aura Forum, Aura Suare, Aura Cumartesi gibi birçok başlık altında yapılan organizasyonlar, yarışmalar var. Bu da mimarlara, tasarımcılara, iç mimarlara, mesleğinin başında olanlara veya daha profesyonellere söz hakkı vermek, daha çok tartışma ortamı yaratmak, mimarlığı daha çok konuşmak adına çok iyi fırsatlar sunuyor. Bu misyonu üstlenmeniz nasıl gelişti, bunun karşılığını nasıl aldınız?

KE: Aslında bu benim de çok önem verdiğim, çok kıymetli bulduğum bir konu. Cumartesi Aurası pandemi öncesinde Aura’da yüz yüze yapılan bir etkinlikti. Son bir senedir dijital ortamda sürdürüyoruz. Başka projeler geliştirdik, yarışmalar yaptık. Aura Forum diye bir projemiz var bu sene, iki haftada bir Cumartesi günleri bir de onu yürütüyoruz. Mimarlar, iç mimarlar, endüstri tasarımcıları, peyzaj mimarları gençler kendilerine ayırdığımız 15 dakika boyunca tasarımlarını anlatıyorlar ve izleyenlerle bir tartışma ortamında paylaşıyorlar. Farklı disiplinlerden gelen 3-4 kişi o oturumda birbirlerinin projelerini de görüp, üzerinde konuşuyorlar. Ayrıca katılımcıların sorularını cevaplayarak hem eğlenceli, hem de mesleki gelişime faydası olan birkaç saat geçiriyorlar.

Pandemi öncesinde Cumartesi Aurası’na gelen 150-200 kişiye varan mütevazı davetlilerimizle konferans bittikten sonra kokteyl adı altında saatlerce süren kimsenin bırakıp gitmediği, herkesin birbiriyle tanıştığı yahut görüş alışverişinde bulunduğu bir ortam sunuyorduk. Genç mimar arkadaşlarımız geldiklerinde bu ortamda hocam dediği veya mesleğin içinde önde gelen kişilerle hiçbir dikey hiyerarşi olmadan buluşup, bir konu üzerine sohbet etmenin, onlarla beraber olmanın motivasyonunu yaşayabiliyorlar. Hocalarımız, duayen mimarlarımız ise tamamen Aura’nın iyi niyetli bir girişim olduğunu bildikleri için oradalar. Tabii bizim de bir ayak izimiz var, yıllardır bu işin içindeyiz; bizim networkümüz de Aura’ya hep destek, tam destek veriyor diyelim; bu konuda çok istifade ediyoruz onlardan.

Pandemiyle birlikte Aura’da neler değişti? Mesafeli süreç yüz yüze azaldı ama bir yandan da uzak mesafeler online erişimlerle kısaldı, erişim arttı aslında. Bu durumun avantajları Aura’ya nasıl yansıdı?

KE: Geçen sene yaptığımız Renkli Diyaloglar Dizisi vardı. On hafta boyunca her Cumartesi günü iki konuk, iki saat boyunca birbirleriyle sohbet etti ve bunu Youtube üzerinden anında ya da sonrasında yayınlama imkanı bulduk. Bu bir dijital olanaktı ve izleyici sayısı 2 milyonu geçti diye biliyorum. Aynı anda izleyen velev ki 5.000 kişi olsun; biz Aura’da kendi mekanımızda 500 kişiyi misafir edemeyiz, böyle bir şey olacağını bilsek başka salonlara gitmek zorundayız. Bir kere mekanın sınırlarında kurtulmuş vaziyettesiniz bu bir avantaj. İkincisi mesafenin kısıtlayıcılığından kurtulmuş vaziyettesiniz. Biraz önce söylediğim gibi bizim son bir sene içinde Finlandiya’dan, Amerika’dan online olarak ağırladığımız konuşmacılarımız oldu. Bunlar avantaj olsa bile ben yine de yüz yüze etkinliklerimizi arıyorum. Yani yurtdışından gelecek olanların biletini alalım, İstanbul’da ağırlayalım, yeter ki gelsinler, İstanbul’u görsünler. Bu ilişkilerle aslında ülkenizi ve kendinizi tanıtıyorsunuz, çağdaş Türk mimarlığı hakkında daha çok fikir sahibi olmalarını sağlıyorsunuz. Bazı yanlış fikirleri kırmanın, yahut daha iyi bir diyalog kurmanın yolu bu, bir arada olmak.

Sizce mimarlık eğitimi uzaktan çevirimiçi olarak sürdürmeye uygun bir eğitim mi? Pandemi süreci Türkiye’deki mimarlık eğitimini hangi yönlerden etkiledi? 

KE: Mimarlık eğitiminin, atölye çalışmasının, herhangi bir karşılıklı konuşmanın, görüşmenin, tartışmanın yüz yüze olmasının başka bir tadı, lezzeti var. O, şu anda kesintiye uğradı ama bunun da geçici olduğunu öngörüyoruz. Ama maalesef şu süreç öğrenciler ve yeni mezunlar açısından şanslı bir dönem değil. Eğitimci olarak bizim açımızdan da öyle. Şu an öğrencilerin en güncel sorunlarından biri staj yapacak yer bulamamaları. İhtiyaçları var, yönetmeliğe göre de zorunluluk. Ben şu an büromdayım, gerekli koşulları yerine getirdim, çalışmaya ofisten devam ediyoruz. Ancak birçok ofisin kapalı olduğunu ve evden çalıştıklarını biliyorum. Online çalışma ortamında nasıl ve ne kadar stajyer alabilecekler? Biz her sene yaz boyunca 10 – 12 tane stajyere yer sağlıyorduk. Şimdi düşünüyorum ofisi kalabalıklaştırmak burada çalışacak arkadaşların maruz kalacağı riski de artırmak anlamına geliyor. Dolayısıyla pandemi nedeniyle bu sene ayda 3 değil, 1 stajyer alabileceğim.

Mimarlık eğitimi nitelik açısından baktığımızda yan yana gelmeyi gerektiren bir eğitim. Eğitimde sadece hoca-öğrenci ilişkisi, usta-çırak ilişkisi yok; öğrenci de öğrenciden öğreniyor, hoca da hocadan öğreniyor. Geçenlerde bir oturumumuza katılan Tansel Korkmaz dedi ki: “Ben öğrencilerime hep söylüyorum, bazen kantinde konuşurken tartışırken benden öğrendiğinizden fazlasını öğrenirsiniz.” Bunda çok ciddi bir gerçeklik payı var. Diyelim ki stüdyoda bir şey anlatıyorum, dinleyenler onu kendilerine göre anlıyorlar. Sonra bir araya gelip oturup konuştuklarında birbirlerinin algısı üzerinden zenginleştiriyorlar bilgilerini ve hatta benim anlattığımdan fazlasına bile ulaşabiliyorlar. Mimarlık eğitimi böyle bir eğitim; sadece konuşma ve yazma imkanlarının arasına sıkışmış bir eğitimden fazlası. Sadece anlatmayı-dinlemeyi değil, görgüyü de konuşmak gerekiyor; mimarlık ve tüm tasarım dalları görgünün çok önemli olduğu bir meslek. Bizim mesleklerimiz sadece akla değil ruha da hitap eden meslekler. Seyahat etmeniz, yapıların içine girmeniz, ruhunu hissetmeniz gerekiyor. Online eğitim her şeyden önce  teknolojik imkanlara bağlı, o bile herkeste aynı olmayabiliyor ve bu eğitimin kalitesini etkiliyor. Maalesef mimarlık öğrencilerinin bu dönemde iyi bir şey deneyimlediklerini söyleyemem. Eğer bu bir süre 1-2 sömestr ile sınırlı kalsaydı derdik ki, hadi bunu da gördünüz iyi oldu. Geçen sene birkaç defa Haziran ayında diploma projelerine girdim davetli jüri üyesi olarak. Proje çalıştıkları yere gidemeden proje yapan bir mimarlık öğrencisi grubu var şu an. Google görüntüleri ve fotoğraflar üzerinden proje tasarlamaya çalışıyorlar. “Yeri ziyaret etmeden projeyi yaparsak nasıl olur?” diye sordular “Kusurlu olur.” diye cevap verdim. Yere gitmelisiniz, hatta o yeri günün farklı saatlerinde görmelisiniz. Farklı saatlerde güneşin etkisi aynı olmaz, rüzgarı farklı olur, yandaki binanın atacağı gölge farklı olur. Bunu sadece fotoğraf üzerinden ya da sadece kamera görüntüleri üzerinden anlayamazsınız, hissedemezsiniz. Bu anlama ve hissetme hali ancak yerinde yapılabilecek bir şey ve bugünkü pandemi ortamında bunu yapabilmek çok zor maalesef. Yani ben bugün öğrenciye proje konusu olarak evinden uzak bir yeri vermeyi iki kere düşünürüm.

Peki bu eksikliklerle mezun olan genç mimar adayları kendilerini nasıl geliştirmeli?

KE: Aura gibi eğitimi destekleyici kurumlara gelecekler. Keşke herkesi alabilsek, ama verimliliği yüksek tutmak için bizim de kapasiteyi sınırlı tutmamız gerekiyor. Son dönemlerde başvuru sayısı 100’leri geçmeye başladı. Biz bir üniversite değiliz, üniversiteler bile senede 50-60 kişi alıyor. Aura’da 20-22 kişi aldık en son sömestrde. İmkanlarımız arttıkça belki sayısal olarak da büyüyebiliriz tabii ama asıl hedefimizi kalite olarak çoğalmak. Diyelim ki sizi eğitebilecek ya da feyz alabileceğiniz insanlar topluluğundan koptunuz, o halde ne yapacaksınız, onlarla yeniden nasıl karşılaşacaksınız? İşte Aura’nın araştırma tabanlı proje programı dışındaki programları da bunun için. Dolayısıyla bir araya gelip farklı kişilerin fikrine başvurma hali için böyle sosyal ortamlar gerekiyor. Bunu tek başına yapmanız güç. Üniversite bu imkanı sağlar, ofisler de sağlıyor iyi kötü. Bu sorunlar bileşik kaplar teorisi gibi. Tıpkı pandeminin küresel bir problem olduğu ve çözümün de küresel olması gerektiği gibi, biz de mimarlar ve tasarımcılar olarak sadece kendi sorunlarımızı çözelim diye düşünemeyiz. Pandemiden sonra bizim gibi kurumlar etkinliklerini artırarak, yaptıkları işleri daha sık yaparak, üretimlerinin kalitesini artırarak mezun arkadaşların eksiklerini kapatabilmesi için onlara fırsatlar sunmaya çalışmalıyız. Düştüğüne inandığım kalitenin çıtasını yükseltmek için ne yapabiliriz deyip gene hep beraber konuşmalıyız.

30 yılı aşkın süredir KG Mimarlık pratiğinizi sürdürüyorsunuz. Mimarlık ve iç mimarlık alanında yoğun ve hızlı proje üreten bir ofissiniz. Bu yoğun tempoyu üniversitelerdeki eğitim çalışmalarınız ve Aura ile birlikte nasıl idare ediyorsunuz?

KE: Benim üniversitede ders veriyor olmam, Aura’nın yönetiminde yer alıyor olmam, mimarlık mesleğinin pratiğini kendi ofisimde yapıyor olmam bir bütün ve birbirini besliyor. Ki bizim ofis, söylediğiniz gibi hem mimarlık hem iç mimarlık projeleri üreten, aynı zamanda şantiyeleri olan, çok farklı dallarda çalışan bir ofis. Tek sorun zaman, çünkü tek kısıtlı olan o. 24 saati 25 saat yapamıyorsunuz. Evet bazen çok sıkışabiliyoruz, çünkü o ara Aura’nın çok yoğun bir dönemi olabiliyor.  Ama Aura’da ben tek başıma değilim, 7 kurucu ortağımız olmasının avantajı var. Sedat gibi bir direktörümüz, Gökçe gibi bir yardımcımız var. Herkes birbirinden bayrak yarışı gibi görev devralıyor, yahut el veriyor. Bunlar ekip çalışmasıyla yapıldığında çok yoğun olduğunuz bir anda hemen yükünüzü bir başkasına devredebiliyorsunuz.

KG Mimarlık’ın geçmişinde çok kalabalık ekipleri, birden fazla ofisi yönetme deneyimi yaşadım. 1999 gibi Romanya’da KGROM‘u kurduk; 2007’de Almata’da KGELMAS’ı kurduk. Aynı anda 3 farklı ülkede şirket yönetme deneyimine sahip olmak zorunda kalıyorsunuz ki; o günün en iyi teknolojik imkanı cep telefonu ve e-maildi. Dolayısıyla bütün bu imkanları, araçları kullanarak uzun yıllar sınır ötesi çalışabildiğimiz için bunun getirdiği deneyim ve pratik refleks şimdi işe yarıyor. Bir taraftan Aura, öte yandan KG Mimarlık, aynı anda üniversite ve özel hayat birlikte yürüyebiliyor. Fakat bu sadece bana mahsus bir şey değil, görüyorum. Pek çok meslektaşımız, en azından bizim nesildekiler böyle yaşıyor. Yani yeni normal bu.

Küresel salgın sonrasında sizce nasıl bir dünya bizi bekliyor ve o yeni dünyada mimarlar ne tür yeni sorumluluklar üstlenecekler?

KE: Bu konuda görüşler çok biliyorsunuz. İkiye ayırabiliriz; bazı görüşler hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yönünde. Yani görüştüğüm bazı mimar arkadaşlarım biz bu online sisteme çok alıştık, pandemi bitse de böyle uzaktan çalışmaya devam ederiz düşüncesindeler. Ben de insanların çok çabuk unuttuğunu, hatta unutma süresinin geçirilen kötü gün süresiyle doğru orantılı olduğunu düşünüyorum. Evet, bir şeyler muhakkak değişir tabii; bu konuda mimarların vereceği tepki ve refleks bilimin ya da tıbbın vereceği reflekse bağlı olarak değişir.

Kentlerde ve kamusal alanlardaki değişikliklerin bir kısmı insanların kendi insiyatifi ile, bir kısmı da yasal düzenlemelerle gerçekleşir mutlaka. Belki kırsal hayata ve daha yoğunluğu düşük yaşama ilgi artarak sürmeye devam edilebilir. Bu sene Bodrum kendi kış nüfusunun belki de 5 kat fazlasıyla geçirdi kış aylarını. Diğer sahil kasabaları da öyle. Demek ki insanlar bu üst üste metropol yaşamından biraz daha düşük yoğunluklu yaşama geçme konusunda insiyatif aldılar, onu tercih ettiler, sebepleri de çok açık. Benim birçok arkadaşım işe her gün gitmek zorunda değilse bu süreci İstanbul dışında bir yerde geçirmeye gayret etti. Gidenlerin bir kısmı çok memnun ve pandemiden sonra da belki geri gelmeyecekler.

Pandemiyle birlikte mekanların tasarımında açık hava ile temasın, nefes alınacak alanların açık, yarı açık ya da yeşile bırakılan alanların önemi daha da anlaşılır oldu. Tabii ki mimarlar her zaman bunun kavgasını veriyordu ama kullanıcıların da artan talebiyle yatırımcı tarafta belki farklı türden bir bilinç oluşur, mimarın eli daha da güçlenir diye düşünüyor musunuz?

KE: Çok haklısınız. Şu anda devam eden, hem mimarisini hem de iç mimarisini tasarladığımız iki tane genel müdürlük yapısı projemiz var. Ben öteden beri her zaman iç mekanlarda açılan pencerelerden yanayım. Mimar arkadaşlar bilir, bu konuda işverenlerden çok mekanikçilere karşı mücadele veririz. Mekanikçiler pencere açtırmak istemezler; çünkü içeride düşündükleri hava dengeleri pencerelerin kapalı olduğu ortama göre hesap edilir. Şimdi tabii ibre bizden yana döndü; çünkü pencerenin açılabilmesi size psikolojik olarak dahi bir temiz hava hissi sağlıyor. Hatta içinde bulunduğumuz koşullarda doğal havalandırma virüsle mücadelede en etkili yöntemlerden biri. Son yıllarda yaptığımız ofis projelerinde bina çok katlı olsa dahi dışarı çıkıp hava alabileceğiniz kat açıklıklarına, balkonlarına yer vermeye gayret ediyorduk. Pandemi sürecinde yaptığımız projelerde de yine bunlara yer verdik. Sizin de dediğiniz gibi işverenleri artık daha kolay ikna edeceğiz.

Halihazırda devam eden güncel projeleriniz hangileri?

KE: Biri uluslararası bir firmanın, diğeri ise yerel bir firmanın Türkiye’deki genel müdürlük yapılarını tasarlıyoruz. Bir tanesinin ruhsatı alınmak üzere, diğeri ise önümüzdeki aylarda ruhsata gidecek. 2021’de başladığımız bu projeler herhalde 2022’de tamamlanacak. Heyecan verici; çünkü -bütün mimarlar aşağı yukarı aynı düşüncededir herhalde- ben hazırladığım projelerin kağıt üstünde kalmasından mutsuzluk duyan biriyim. Kağıt üzerinde harcadığınız mesai çok büyük. Bu bir konsept proje gibi de değil; bütün regülasyonlar yerine geldiği, statik, mekanik, elektrik gruplarla çalıştığınız, birçok konuda işvereni de ikna ettiniz bir proje eğer uygulanmazsa -ki tüm meslektaşlarımın vardır böyle işleri- çok üzücü oluyor.

Devam eden işlerden Mecidiyeköy’de 17-18 kat yüksekliğinde bir iş merkezi projemiz var, ayrıca Trakya’da bir alışveriş merkezinin iç mekan projesiyle de ilgileniyoruz şu anda. Çanakkale’de bir otel projemiz var, mevcut yapı stokunun yeniden değerlendirildiği bir çalışma; ki buna da çok değer veriyorum. Çünkü binaları yıkıp yeniden yapmak çok alışılagelen, bizim de aslında elimiz rahat olsun, özgür olalım diye sevdiğimiz bir durum olsa da, mevcut bir parsele gittiğinizde orada yeterince ekonomik değer ifade edebilecek durumda bir yapı ya da yapılar topluluğu varsa bunun yıkılmadan bazı müdahalelerle yeniden değerlendirilmesini oldukça önemli ve kıymetli buluyorum.

Son olarak Milliyet Mimarlık Eki hakkında neler söylersiniz?

KE: İlk günden beri ilgiyle izliyorum. Biliyorsunuz gazeteler günlük okunup sonra saklanmayan yayınlar. Milliyet Mimarlık Eki’nin ise gazete ekinden farklı olarak kalıcı ve saklanabilecek bir yayın olduğunu düşünüyorum. Bu nitelikle ve kaliteyle gelen bir şey. Nitelikli projelere veya ilginç haberlere yer veren bir yayın yürütüyorsunuz. Özellikle de dijital çağda basılı yayıncılığı sürdürmenin çok  önemli bir çaba olduğunu düşünüyorum. Yayın hayatında başarılar diliyorum ve kalıcı olmanızı umuyorum.