Katılımcı kentsel tasarım yarışmaları, son dönemde mimarlık gündeminde önemli bir yer tutarken birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Özellikle, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin açtığı meydan ve kamusal alan tasarım yarışmaları, konu hakkında farklı görüşlere ve yaklaşımlara sahne oldu. Bu sebeple, 464 Mart sayısının Dosya sayfalarını mimarlar ve akademisyenlerin, kentsel tasarımda katılımcılığın önemi, yöntemleri ve sınırları hakkındaki görüşlerine ayırdık.

Baran Gülsün, Mimar

Günümüzde mimarlık, bir yandan birey olarak öne çıkan marka isimler üzerinden tartışılırken, diğer yandan kolektif yönüyle, katılımcı mimarlık başlığı altında önem kazanıyor. Kentin asıl sahipleri olan halkın, deneyimleyecekleri çevre ile ilgili söz sahibi olduğu farklı üretim modellerinin günden güne geliştiğine ve sayıca arttığına tanık oluyoruz. Son olarak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Taksim Meydanı, Salacak Kıyısı, Bakırköy Cumhuriyet Meydanı ve Kadıköy Meydanı Kentsel Tasarım Yarışmaları ile tartışmalara konu olan, deneysel bir mimari yarışma sürecini deneyimlemiş olduk. Bu sebeple mimarlara ve akademisyenlere “Son dönemde gündemde olan ve halkın katılımcı olarak söz sahibi olduğu yarışmalar hakkında neler düşünüyorsunuz? Bu yarışmaların olumlu bulduğunuz ve geliştirilebileceğini düşündüğünüz yönleri hangileri?”, “Kamu yapıları ve kentsel planlama ile ilgili yarışmaların katılımcı niteliğe sahip olması konusundaki düşünceleriniz neler?” ve “Katılımcı bir mimari yarışma sürecini siz nasıl tanımlarsınız? Sizce kullanıcı katılımının yöntemleri ve sınırları nasıl belirlenmeli?” sorularını yönelttik.

“Yarışma kararları ve süreçleri diğer proje elde etme süreçlerine göre daha geniş bir zaman diliminde ele alınmalı; uluslarası katılımcıların, her ölçekte olmasa da hem görüşlerini hem de projelerini tanıtmalarına fırsat tanınmalıdır.”

Gökhan Avcıoğlu, Mimar
GAD Architecture

Kalabalık nüfuslu, çoklu kullanıma açık şehir yaşamında, halkın ortak kullanımına açık düzenlemelerde oy hakkının olması demokrasilerin artık vazgeçilmemesi gereken unsurlarından biri olmalıdır. Tabii bunun sağlıklı yapılabilmesi için kurumlar ve uzmanlar, işin ehli kişiler tarafından önceden bilgilendirilmek, tartışma ortamları yaratmak oy kullanacakların kararlarını kolaylaştıracaktır. Burada bahsi geçen yarışmalar, çok uzun zamandan beri bunun tersine ve inadına hareket eden kamu kurumları, yerel yönetimler ve bir gecikmişliğe bağlı olarak yukarıda bahsettiğim koşullar gerçekleşmeden yapıldılar. Bu nedenle bu yarışmaları örnek almak, üzerinde konuşmak çok adil değil.

Bu itibarla, yarışma kararları ve süreçleri diğer proje elde etme süreçlerine göre daha geniş bir zaman diliminde ele alınmalı; uluslarası katılımcıların, her ölçekte olmasa da hem görüşlerini hem de projelerini tanıtmalarına fırsat tanınmalıdır.

Bu büyüklükteki projeler için konu bir master plan düzleminde ele alınmalı. Bu yarışmayı kazanan kişi ya da grupça meydana getirilen proje ve diğer unsurlar daha geniş yarışmacılara açılmalı ve buradan elde edilen projelerle çoklu bir projeye geçiş sistemi oluşturulmalıdır. Uluslararası düzlemde tecrübeli grupların ayrı bir kategoride davetli ve bedelli olarak katılmaları özendirilmelidir.

Özetle tecrübeliler, gençler, tüm paydaşlar ve halkın katılımı olabildiğince dünyaya kalıcı bir değer eklemenin ve bir değer yaratmanın örnek bir olay olduğu (event space) bir keyfi ve anlamı bize yaşatmalıdır.

“Kullanıcıların görüş bildirerek sürece katılması elbette süreci zenginleştirecek bir katkıdır. Ancak bu eğilim oluşturma sürecinin sağlıklı bir bilgilendirme altyapısı sağlayıp sağlamadığı, katılımcılar ile doğrudan paydaş olanlar arasında temsiliyet ilişkisi olup olmadığı gibi sorular bir kenara bırakılsa bile en önemli sorun gerçek anlamda ve daha kapsamlı bir katılımcılığının önünün kesilmesi, sürece paydaş ya da uzman olarak doğrudan katkı sağlayacak kişilerin ve daha kapsamlı değerlendirmelerin dışlanmasıdır.”

Celal Abdi Güzer, Prof. Dr.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi

2020 yılında yarışmalarda yaşanan sayısal artış ve özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin açtığı çok sayıda kentsel ölçekli yarışma bir yandan yarışma süreçlerine yönelik tartışmaları, öte yandan bu yarışmalarda yaşama geçirilmeye çalışılan katılımcılık konusunu yeniden gündeme getirdi.

Özellikle kamusal alan düzenlemelerini konu alan projeler sonuçları nedeni ile geniş kullanıcı kesimlerini etkileyen, kentsel gelişimi yönlendirme gücüne sahip süreçlerin parçasıdır. Kamusal aidiyet ilişkileri ve farklı paydaşların varlığı, farklı biçimlerde katkı ve katılım sağlamak, süreci zenginleştirmek ve geri beslemek, böylelikle daha sağlıklı ve kapsayıcı çözümlere ulaşmak için bir zemin oluşturmaktadır. Bu anlamda bir katılımcılık her şeyden önce konuya doğrudan taraf olan, projelerden öncelikli olarak etkilenen kesimleri, konuya yönelik uzmanlık birikimi olan kişi ve kurumları sürece dahil etmeyi hedefler. Benzer biçimde proje alanı ve proje konusunda daha önceden oluşmuş araştırma, birikim, tartışma ve alternatif yaklaşımları değerlendirmeyi içerir.

Şüphesiz bu tür geniş kapsamlı bir katılım anlayışı, çoğu zaman, gündelik siyaset kaygısını öne alan, süreci bir an önce sonuçlandırmaya ve seçim dönemi içinde ürün elde etmeye odaklanan siyasi oluşumların beklentileri ile süreklilik göstermeyebilir. Bu nedenle hızla sonuç almaya odaklanan yönetsel kaygılar ve öncelikler içinde katılımcı yaklaşımlar süreci uzatan, yoğun araştırma gerektiren, çok sayıda paydaşın içerildiği, çatışmalara açık, uzun ve maliyetli bir modele karşılık gelir. Öte yandan katılım kavramı siyaset için önemli, neredeyse vazgeçilmez bir vitrin malzemesidir. Gerçek anlamda bir katılım sürecini göze alamayan kurumlar ise daha indirgemeci modelleri ve kısa yolları işlevselleştirmekte, örneğin anketlerle kullanıcı ya da seçmenlerini sürece dahil etmeye, bir tür tanıtım ortamı yaratmaya çalışmaktadırlar. Burada katılım kavramı çoğu zaman, katılım etkinliği ile, biraz da tesadüfen, yolu kesişen bir kesime sorular sormaya indirgenmekte, birkaç öneri arasından bir tanesine yönelik eğilim oluşturulması amaçlanmaktadır.Kullanıcıların görüş bildirerek sürece katılması elbette süreci zenginleştirecek bir katkıdır. Ancak bu eğilim oluşturma sürecinin sağlıklı bir bilgilendirme altyapısı sağlayıp sağlamadığı, katılımcılar ile doğrudan paydaş olanlar arasında temsiliyet ilişkisi olup olmadığı gibi sorular bir kenara bırakılsa bile en önemli sorun gerçek anlamda ve daha kapsamlı bir katılımcılığının önünün kesilmesi, sürece paydaş ya da uzman olarak doğrudan katkı sağlayacak kişilerin ve daha kapsamlı değerlendirmelerin dışlanmasıdır. Öte yandan bu tür bir katılımcılık modeli bazı küçük ölçekli, sınırlı ve tanımlı bir kullanıcı kesiminin paydaş olduğu projelerde ya da renk, model seçimi gibi konularda genel eğilimi belirlemeye yönelik bir girdi oluşturabilir, toplumsal duyarlılık oluşturmak üzere kullanılabilir. Ama konu tarih, kültür, politika, kentleşme, ekonomi, sosyoloji gibi girdileri de içeren karmaşık bağlamsal yapılar, kentin merkezi alanları olduğunda bu indirgemeci katılım modelleri “mış gibi” yapmanın ötesine geçememekte, özü itibarı ile zaten katılımcı olan yarışma süreçlerini yapay biçimde yönlendirmekte, uzmanlık birikiminin öne aldığı değerleri ve popüler ortamda değer bulamayan bazı duyarlılıkları ve öncelikleri dışlayıcı olabilmektedir.

“Halk, semtsel kararlar verme alışkanlığı deneyimletilerek kentsel kararlar verme sürecine hazırlanabilir.”

Zafer Karoğlu, Mimar
İglo Mimarlık

Mimariyle ilgili görüş sahibi olabilmek için çeşitli alanlara da ilgili olunması gerekir. Sanat, tarih, psikoloji, sosyoloji, felsefe konularıyla ilgili bilgi sahibi olmak da mimarinin kapsamını anlamak ve yorumlayabilmek için gereklidir. Mesleği mimarlık olmayan birinin mimari görüşe sahip olabilmesi, belli bir entelektüel seviye gerektirir.

Mimarlık, elbette temelinde yaşamaya dair ihtiyaçlara cevap arar ve bu yönüyle herkesi ilgilendirir. Yaşamımızın bu denIi içinde, hepimize dokunan yanları olmasına rağmen mimarlık, anlaşılması karmaşık bir süreçtir. İyi ve doğru mimariyi önerebilmek veya analiz edebilmek için de sistematik ve derin bilgilere sahip olmaya ihtiyaç vardır. İyi mimariyi talep edebilmek ve gereklerini yerine getirebilmek için de iyi mimariyi yaşıyor ve tanıyor olmak gereği açıktır.

Söz konusu meydanlar için benim öğrencilik yıllarım da dahil olmak üzere, öncesi ve sonrasında çeşitli yarışmalar düzenlendi. Elde edilen fikirler analiz bile edilmeden, ilgili yönetimlerin kendi doğrularına göre yaptıkları uygulamalar, bugün hala bu alanlar için çözümler aramamıza sebep oldu. Dolayısıyla bu zorlu alanlar, hem toplum hem de mimarlık camiası adına Türkiye mimarlığının bir sınavıdır.

Meydanlar bakıldığında bir boşluktan ibaret gibi görünseler de en güçlü mimari yapılardır. Üstlendikleri fonksiyonların haricinde, şehrin hafızasında ve hemşehrilik duygusunun güçlenmesinde önemli rolleri de vardır. Doğru çözümlenmiş meydanlar mimarlık tarihinin bugünlere ulaşabilmiş en eski yapılarıdır. Tarihe ismini yazdırmak isteyen bir yönetimin yapacağı en akılcı yol şehre doğru bir meydan kazandırmak olacaktır.

Kararların alınmasında halka danışma fikri, böylesi kararı zor projelerde bana doğru gelmiyor. Kemikleşmiş problemlere sahip bu alanların çözüm ve analizinde mimarların bile zorlandığı öneriler karşısında içerik yerine sadece iyi bir sunumdan etkilenecek çoğunluk, doğru bir kararın alınmasını engelleyebilir.

Yarışmalar öncesinde doğru bir ihtiyaç programının oluşturulabilmesi adına halkın görüşününün alınması, sıkıntılarının belirlenmesi, önerdiği çözümlerin dinlenmesi ve yarışma şartnamesine konularak katılımcılardan çözüm beklenmesi halkın katılımının sağlanabilmesi için iyi bir yöntem olabilir.

Uzak/yakın diğer semtlerden gelen kullanıcılar dahil, semt yaşayanları, esnaflar, sivil toplum kuruluşları, yerel otoritelerle yapılacak detaylı anketler sonucu ihtiyaçların belirlenmesi çoğulcu katılımın temin yollarından biridir. Daha küçük ölçekli semt kararlarınin alınmasında halkın oyuna başvurmak, bu alışkanlığın oturtulması ve insana yaşamak istediği hayata müdahele edebilme fırsatı verebilmek için iyi bir başlangıç olabilir kanaatindeyim. Halk, semtsel kararlar verme alışkanlığı deneyimletilerek, kentsel kararlar verme sürecine hazırlanabilir.

“Sadece benim değil, herkesin aklına gelmiş olan kıstas şudur: Halka sorulacak soru ne kadar anlaşılabilir ve cevap verecek uzman olmayan kullanıcılar ne kadar gerçekçi ve etkili bir aktör haline getirebilir?”

Ahmet Turan Köksal, Dr. Mimar
A.Tk79 Tasarım

Nereye Katılacağız?
“Katılımcılık” kavramı her türlü yöne çekilebilecek kadar güncel ve sihirli bir mimarlık kavramı artık. Genellikle bilişime dayalı iş geliştirme örneklerinde kullanılan diğer bir sihirli söz “girişimcilik” gibi…

İkisi de “iyi” bir şey galiba. Sanki Yılmaz Erdoğan’ın çocukken Hakkari’deki arkadaşlarına yaptığı “kola” tarifi gibi. “Siyahtır, köpüğü var ama beyazdır, tatlıdır ama içince yakıyor.”

Kamu yapıları ve kentsel planlama gibi oldukça spesifik ve doğal olarak tek bir doğrunun tek bir iyinin olmadığı konularda “halkın dediği”ni reçetenin içine katabilmek çok zor aslında. Ya da yarışmaya katılıp aylarca çalışan uzman tasarımcılar, onların getirdiği önerileri her konuda tartıp objektif seçim kriterlerinden geçirmiş olan jüri ve jürinin seçtiğini uygulama zorunluluğu doğan, yarışmayı düzenleyen idareye doğruyu seçerken güçlü bir destek sayılabilir mi?

Ayran kaç senedir sevilen bir içecekken, kolanın gizli formülünü önüne gelene tarttırarak bulabilir misiniz?

Bu sadece Türkiye’nin sorunu olamaz. Ancak sorunu çözerken izlenen yollar, “Katılımcıyız işte ne var?” diyerek herkesi rahatlatmaya yarayan bir argüman olmayabilir. Macar malı otobüslerin nasıl boyanacağı veya vapurların pencere boyutlarını sormak kendi meşrebinde “katılımcı” kılabilir bir belediyeyi. Yıl olmuş 2020, oldukça teknik ve karmaşık bir meydan tasarımı yarışmasına verilmiş paftalardaki ağaçların boyanma şekline takılan halk gerçekçi bir çözüm sunabilir mi?

Sadece benim değil, herkesin aklına gelmiş olan kıstas şudur: Halka sorulacak soru ne kadar anlaşılabilir ve cevap verecek uzman olmayan kullanıcılar ne kadar gerçekçi ve etkili bir aktör haline getirebilir?

Halkı sadece renk ve şekil şemail seçebilen bir oy sahibi olarak görmek onu küçümsemek sayılıyorsa, ona anlaşılmaz ve cevaplayamayacağı soruları sormak da yanlış değil midir?

Yüzlerce farklı detay içerdiği halde “uyanıklık” yapıp hepsini tek bir torbaya sokup, sanki tek bir konuda karar veriyormuş gibi referanduma çıkıp işine geldiğini seçtirmekten pek farkı kalmazsa neye yaradı halk katılımcılığı. Temsili demokrasi kalp krizi geçirmiş, yıllardır yerde kıvranıyor zaten.
Belki de verilen onlarca öneri için “doğru” çözüm parçaları vardı. Halka kadar gelen kısımdaki önerilerde bulunmuyor. Jüri tarafından bazı geçerli kıstaslar öne alındığı için altın makasa tabi olduğunu tahmin edebilirsiniz. Bunun için jüriyi de suçlamayazsınız, “Seç dediniz seçtik, buyurun kolokyumda tartışalım bunları” deyip işin içinden çıkabilirler.

Sonra, “katılımcılık” öylesine sihirli bir kelime ki yarışmada jüri olmayan, projesi seçilmeyen yani “pek adamdan sayılmadığını” düşünen, üzülen, küsenin “katılımcı değil” diye diye feryat figan ettiği, idareyi ve hatta jüriyi eleştirirken artık “kabak tadı” verecek kadar kullandığı bir enstrüman.
Bu kadar kıyamet koparanlara -en sonunda- sormak zorunda kalıyoruz, “Katılımcılık nedir ve nasıl yapılır?” diye.
“Ama yöntemler var bu konuda…” gibi kaçamak cevaba iliştirilmiş linke tıklayınca Türkiye’den de söz konusu yarışmalardan da onların kendilerine has dertlerinden de ayrıca dünyanın apayrı bir yerinde apayrı bir kültüre has katılımcılık yöntemlerinin sıralamasıyla karşılaşıyoruz. İyi de idarenin bu linke daha önceden ulaşmamış olma ihtimali var mı? Mimarlar meraklıdır, araştırmacıdır. Ben zamanında gördüğüme göre onlar da görmüşlerdir. “Katılımcılık yok” diye şikayet edenin çözüm diye önerdiğinin kolayca adapte edilemeyeceğini bildiklerine eminim. Kolay iş değil yani.

Nasıl Soracağız?
Tabii ki sosyal medya ile. İnternet yeni yeni yaygınlaşırken (1998 sanırım) Time dergisi karizmatik kişilikler testi yapmış ve ülkece Mustafa Kemal Atatürk’ün, Madonna’yı geçmesine çaba sarf etmiştik. İşte öyle başlamıştır online anket meselesi, hala da bu şekilde yapmak mümkün.
Yalnız, Taksim Meydanı Yarışması’nda sona kalan ekiplerden biri agresif sayılacak bir sosyal medya kampanyası düzenleyerek zaten sallantıdaki katılımcılık sürecini bana göre “sulandırdı”. Hakkı var mıdır, etik midir o başka bir tartışma konusudur ama seçimi yapanların bunu yasaklamadığı ortada. İşe yaradı mı bilmem. Madem agresif sosyal medya kampanyası yapıyorsun, olumlu mu olumsuz mu olduğunu kendin tart demekten başka bir yorumum olamaz.

Nasıl Katılımcı Olunacağını Katılımla Çözmek
Kolay iş değil. Öncelikle sorunu;
• Uygulanabilecek kadar stabil bir çözümle harmanlarken ayrıca yüzlerce teknik kuralla zorlaştırmadan sormak lazım. Artık mümkün mü orasını bilemem.
• Çözümün siyasi tarafını çok çok iyi ayıklamak ama bir yandan da uygulama sırasında çıkartılacak siyasi zorlamalardan da en az derece zarar görmek gerekir.
• Çözüme ulaşmak için verilecek kararlardaki olumlu ve olumsuz sonuçları tartmak ve yapılacak fedakarlıkları iyi tespit edip bir nevi ortak bir karar için halka önceden tebliğ edildiğini kabul etmeliyiz.
• Karpuz gibi ikiye yarılmış her konuda birbiriyle düşman halkı oluşturan tüm kesimleri kapsayıcı bir nötr düşünme ve seçme biçimi aşılamak da şart.
• Çözüme ulaşıldığında, yarışmayı kazanamayan, çözümde adı geçemeyen ve bunun için katılımcı olunmadığını düşünen süperegosu iflas etmiş tasarımcıların asit gibi etkisine de dayanıklılık da önemli.

İşte bunun gibi zor kıstasları yerine getireceksiniz ama bitmeyecek. Sonra;
• Sorunu olabildiğince kolay anlaşılan ve çözüme dayalı hap gibi sorulara ayırıp,
• Bir sorunun cevabının diğer sorunun yaratıcısı olacağını da gösterip,
• Kara kuru bir anket gibi milleti sıkmayıp, her türlü görsel ve animasyon içeren bir anlaşma dilini yaratıp,
• Sorunun çözümünü bu kadar basitleştirmişken, önerileri böylesine kolay ve etkili halde sunabilmişken, öneri sahiplerinin “Benim fikrimi öyle değil böyle sunmadınız o yüzden halkı yönlendirdiniz.” eleştirilerini de göğüsleyip,
• Çıkan sonuçları iyice analiz edip, objektif kıstaslara göre ayırıp,

Nihai çözüme ulaşacaksınız. Vallahi bunu yapabiliyorsanız, çözüme zaten yaklaşacak kadar bilgili ve donanımlı sayılırsınız.

Otobüsün rengi, vapurun penceresi gibi “dostlar katılımda görsün” gösterileri ne kadar anlamsızsa, jürinin dahi çözümlerken gidip geldiği zorluktaki paftaları halka “kolaysa sen de seçmiş ol bakalım” diye sıralamak da doğru değil gibi.

Bana fikrini yaz dediler de çözüm bul demediler. O yüzden burada kesiyorum. Zaten Barış Manço’nun bir şarkısında(*) dediği gibi böyle bir sorunun çözümüne dergi sayfası mı dayanır?

(*) Barış Manço’nun gerçeküstü sözleri olduğu kadar da “gerçekçi” olan “Cacık” isimli şarkısına referans veriyorum. Sanatçı kendisini o denli “hıyar” gibi görüyor ki dünyadaki tüm okyanuslara doğranıp cacık olup da ortaya çıkacak mezeyle gidecek rakının bulunamayacağını beyan etmektedir. Dert büyük, hissettiği hıyarlık da onla yarışacak kadar büyüktür. Dinleyiniz.

“Kentsel tasarım her uzmanlık alanı gibi bilgi ve donanım ister. Dolayısı ile halka neyi beğendiğini sormak yerine neye gereksindiğini bulup sunmak gerekir. Başka mesleklere bakalım. Kaçı çözüm önerirken halka soruyor?”

Prof. Dr. Suha Özkan Hon. F AIA

Sondan başlayalım. Geçen yüzyılın ikinci yarısı üçüncü dünya yüzde yüz katılımcı mimariyi keşfetti. Güney Amerika’da favella, Hint alt kıtasında Basti, Endonezya’da kampung, Kuzey Afrika’da bidonville, Yunanistan’da prospibika, bizde gecekondu denen kentleşmede kendi kaderini kendinin belirlediği bir yapı üretimi olarak kentlerimizin %60+ yapı stokunu oluşturdu. Zamanla kentlerin ekonomi politiği değişti. Sonunda yüzde sıfır katılımcı yapı üretimi, gecekondu gibi geçici olarak yaygın olan yapılaşma yerine, özellikle kamusal araziler üzerinde Toki konutları kentlerimizi kabus gibi kapladı. Ne kimlik kaldı ne de mutluluk. Katılımın ve katılamamanın iki türünü yaşadık.

Şimdi “Halka soralım” oyunu başladı. Yarışma jürisinin bilmediğini halk ne bilsin? Bilgilendirme kartpostal gibi vaziyet planları ile yapılan sormaca. Olacak şey değil. Her şeyin halka sorulduğu ortamda 27 sene yaşadım ve orada çalıştım. Bir konu halka sorulmadan önce projenin maliyeti, çevresel sorunları, toplumsa yararı vb. konularında halk bilgilendirilir ve sadece “evet” ya da “hayır” istenir. Örneğin “Kanal İstanbul: Olsun mu? Olmasın mı?”, insanlar karar verebilir. Çünkü bunca yıldır hem bilimsel, hem politik hemde duygusal olarak tartışılagelen bir konu. Bilgilenme var tercih kolay oluşur. Ya da “Üçüncü Havaalanı Silivri’de mi, Karadeniz’de mi olsun? Atatürk Havalimanı kalsın mı?”. Çünkü önemli olan halkın vergilerini o biçimde harcamak ya da harcamamaktır.

Beğeni temelli niteliksel değerlendirmeyı halk nasıl yapabilir? Yarışma açılmış, en yetkin isimler konuyu tartışmışlar. Sonra “Halka soralım”… Bana belki 20 kişi geldi: “Başkanı seviyor, katılmak istiyoruz. Ama bir şey anlamıyoruz. Ne yapalım?”. Hepsi yüksek öğrenimli, İstanbul’u seven olgun kişiler ve sorumluluk duygusu ile dertleniyorlar. Kısacası ağaçların yoğunluğu tercihlerini belirliyor, yeşil kolay. Kısacası İstanbul bir meydan mı edinecek? Yoksa en değerli alanda bir koruluk mu? Sonunda yapay ve duygusal değerlendirmeler olmakta.

Kentsel ortamda yenilik ve iyilik kullanıcıyı iyi bilen uzmanlar ve yöneticilerden gelir. Bunun en iyi örneği 20. yüzyıl sonuna görüş sahibi politikacı olarak damga vuran François Mitterand. Picasso Müzesi, Ulusal Kütüphane, Defence Meydanı gibi projeleri şahsen seçerek çağdaş mimarlığa saygınlık kazandırdı ve en sonunda sürekli danıştığı kişisel dostu I. M. Pei’ye Louvre Piramidi’ni ısmarlayan, Paris’in çehresini değiştiren cumhurbaşkanı da o oldu. Katılım yok. Piramit’i eleştirenlere de içten yanıtları veren sorumluluk sahibi bir demokrat olan kendisi. Sonunda karara katılamayan ve “Bize sormadılar.” diye serzenenler, şimdi en mutlu olanlar. Çünkü “sürü yönlenmesinin” vizyonu olamaz.

Sonuç olarak kentsel ortamda yer alacak her proje öncelikle doğrudan etkilenecek kişi ve kuruluşlarla paylaşılmalı. Proje seçimi değil, seçilmiş projenin eleştirilip olgunlaştırılması önemlidir.

Kentsel tasarım her uzmanlık alanı gibi bilgi ve donanım ister. Dolayısı ile halka neyi beğendiğini sormak yerine neye gereksindiğini bulup sunmak gerekir. Başka mesleklere bakalım. Kaçı çözüm önerirken halka soruyor?

“Her yaştan ve esas kullanıcı olan kentlinin yarışmalara katılımının, hem kentsel hafızanın devamlılığı ve yaşatılabilmesi, hem de günümüz yaşam dinamiklerine ve isteklerine cevap verilebilmesi açısından, mimarın hayal dünyasına ve problem çözme sürecine destek olacağını düşünmekteyim. “

Ali Osman Öztürk, Y. Mimar
A Tasarım Mimarlık

Büyük kentsel planlama ve kamu yapıları yarışmalarında kullanacakları ve deneyimleyecekleri mekanlar ile ilgili, öncesinde taleplerini ve önerilerini söyleyebilme hakkının, sonrasında ise kullanacakları mekanları oy sistemiyle seçme kararında kentliye söz verilmesinin, doğru ve demokratik bir süreç olduğunu kanaatindeyim.

Her yaştan ve esas kullanıcı olan kentlinin yarışmalara katılımının, hem kentsel hafızanın devamlılığı ve yaşatılabilmesi, hem de günümüz yaşam dinamiklerine ve isteklerine cevap verilebilmesi açısından, mimarın hayal dünyasına ve problem çözme sürecine destek olacağını düşünmekteyim.
Fakat bu oylama sürecine katılım sağlayan kentlinin, yüzde yüz karar veren ve tek başına seçen olması yerine, karar verme aşamasında en az mimarlar ve kent yöneticileri kadar söz sahibi olabilmesi gerekmektedir. En az mimarlar ve kent yöneticileri kadar söz sahibi olabilmek ise kentlinin bu sistemi benimseyerek daha fazla müdahil olma ve oylamaya daha fazla katılım sağlamasına bağlı olacaktır. Ayrıca zaman içerisinde alınan negatif ve pozitif sonuçlar ise bu durumun kaderini belirleyecektir.

“Taksim, Salacak, Bakırköy ve Kadıköy yarışmalarında halk oyuna başvurulması önemli bir adım oldu. Kentin, mimarlığın, tasarımın anlamlı bir biçimde günlük hayatın içine girmesi ve kentlilerin bu konulardaki tartışmaların içine çekilmesini çok önemli bir farkındalık yaratma çabası olarak görüyorum.”

Nevzat Sayın, Mimar
NSMH

İBB tarafından açılan kentsel ölçekteki yarışmalarla kentin önemli noktaları yeniden ele alınıyor. Kent bağlamındaki konuların ölçeğine bakılmaksızın yarışmayla yapılmaya çalışılması çok önemli ve çok doğru bir karar ve eylem. Bu projelerin ne kadar bütünlüklü bir yaklaşımla ele alındığını bilmiyoruz çünkü bu konuda bir açıklama yok. Ya da var ama ben bilmiyorum. Kuşkusuz bütün bu projelerin birbirine nasıl eklemleneceğini, bu eklemlenme sırasında mevcut kentsel mekan ve meselelerle nasıl ilişki kuracaklarını bilmek isterdim ama böyle alışkanlıkların ve iş yapma biçimlerinin gelişkin olmadığı bir coğrafyada bu kadarını istemek gerçekçi olmasa gerek. Belki gerek de yok. Yarışmaya açılan mekanlar kentsel akapunktur noktaları gibi düşünülebilir. O noktaya yapılan bir müdahale başka noktaları da iyileştirebilir.

Taksim, Salacak, Bakırköy ve Kadıköy yarışmalarında halk oyuna başvurulması önemli bir adım oldu. Kentin, mimarlığın, tasarımın anlamlı bir biçimde günlük hayatın içine girmesi ve kentlilerin bu konulardaki tartışmaların içine çekilmesini çok önemli bir farkındalık yaratma çabası olarak görüyorum. Benim yaşadığım Kuzguncuk’taki yazışma gruplarında bu konular başat konular oldu. Oylama süresince ve hemen herkes oyunu kullandı. Oy kullanmadan önce hangisinin daha doğru bir çözüm olduğunu anlamaya çalıştılar ama anlayamadılar… Bana sordular. Ben de karşılaştırmalı kısa açıklamalarla kendi tercihimi nasıl yaptığımı yazarak açıkladım ve daha sonra bir arkadaşımın uyarısıyla bu açıklamalarımı Instagram hesabımdan da yayınladım. Bu ayrıntılarla kendi üzerimden söylemeye çalıştığım şey, insanların kendi hayatlarına dair konularda alınacak kararlara katılmalarını nasıl önemsedikleri ve bunu savsaklamadıklarını görmemdir. Kentin nüfusuyla oy kullananların oranına bakıldığında ilgi ve etki tartışılabilir olsa da yapılmaya çalışılan doğru ve anlamlıydı. Gerekliydi ama yeterli değildi.

Eğer bu katılım çabası sürecekse ve gerçekten verimli sonuçlar almak isteniyorsa şimdiye kadar yapılan çalışmaların deneyimlerini de kullanarak yöntem konusunda daha etkin bir şeyler yapabilmek için şu soruların cevabını bulmakta yarar var: Konuya bağlı olarak ilgili tarafların ilk aşamadan itibaren, sorunu tanımlamak üzere eksiksiz olarak masaya davet edilmesi nasıl sağlanır? Şartname nasıl yazılmalıdır ki sürecin ve dolayısıyla sonucun etkin iyiliğini belirleyebilsin? Oy kullanacakların mimari bir projeyi anlaması nasıl sağlanır? Doğrudan mı yoksa temsilciler aracılığıyla mı katılım sağlanmalı? Kentlilerin, sadece sonuca değil de sürece de katılmalarını sağlamakta yarar olabilir mi? Bir fayda görüldüğünde özellikle büyük ölçekli projelerde kolektif bir mimarlık denenebilir mi?

Bu ve benzeri sorularla daha etkin bir katılımın önünü açmak, kentlilik bilinci için de yarışmacılar için de sonuç için de çok önemli katkılar sağlayabilir.

“İdeal durumda sorunların belirlenmesi, tartışılmasından, programın oluşturulmasına, sonuçların değerlendirilmesine kentlinin/halkın/kullanıcının süreçte yer alması gerçekten ortamın bir parçası olduğunu hissetmesine, aidiyet geliştirilmesine sonucu sahiplenmesine ve takibine katkı sağlayacaktır”

Dürrin Süer, Dr. Mimar
MartıD Mimarlık

Türkiye’de pek çok kamusal müdahale, kamu yapıları, kentsel alanların tasarlanma ve proje elde etme süreçleri, yönetici gücün siyasi, ideolojik yapısını yansıtan kararlar, beğeni ve bilgi düzeyiyle yön buluyor. Ayrıca deneyimliyor ve biliyoruz ki pek çok proje gerçek gereksinimlere karşılık veren, sorunlara çözüm getiren sonuçlar olmaktan çok verilmiş seçim vaatlerini yerine getirme telaşıyla palyatif çözümler olarak ele alınıyor. Kurumsal yapının oluşmadığı yönetimlerde başlanan, sonuçlanamayan ya da sonuçlanan bu çabalar sürekli, kalıcı ve nitelikli olma özelliklerini taşıyamıyor. Kamu projelerinin yarışma yoluyla gerçekleşmesinin çok düşük bir oranda olduğu aşikar. Proje elde etme yöntemleri arasında görece en pahalı ve en uzun süre alanı olarak* görülmesi nedeniyle kurumların çok da tercih etmediği bir yöntem olarak duruyor yarışmalar.

Mimarlık ortamı kamu yapıları ve kentsel alanların tasarımında nitelikli sonuçlar elde edilmesi için yarışmaları çözüm yolu olarak öngörmekte. Yarışmaları kamu kaynaklarının kullanılmasında demokratik, şeffaf, çoğulcu, müzakereci, katılımcı süreçler olarak kabullenme birlikte, bu mecranın belirleyici kaynağı olarak MO Yarışmalar Yönetmeliği “katılımcılık” koşulunu mesleki uzmanlıkla sınırlı tutmakta. Bu süreçte sorunun tespit ve tarifi işveren yani yarışmaya açan kurum tarafından belirlenirken, tüm süreci yöneten ve kararlarıyla sonuçlandıran jüri olmakta. Bu süreçte kullanıcı/halk yer almamakta. Kurumların yönetim anlayışlarına bağlı olarak, ender/tekil örneklerde rastlanıldığı üzere, süreçte sivil toplum örgütleriyle yapılan çalıştaylarla belirlenen eğilimler, kullanıcı anketleriyle saptanan talepler şartnamelere yansıtılmakta. İdeal durumda sorunların belirlenmesi, tartışılmasından, programın oluşturulmasına, sonuçların değerlendirilmesine kentlinin/halkın/kullanıcının süreçte yer alması gerçekten ortamın bir parçası olduğunu hissetmesine, aidiyet geliştirilmesine sonucu sahiplenmesine ve takibine katkı sağlayacaktır görüşündeyim. Ancak bunu sağlamak eğitim, bilgi, zaman ve para gerektiren bir süreç. Ayrıca toplumda bir katılım kültürünün olması ve bunun yanında katılımcılarda katılma isteğini oluşturacak koşulların yaratılması önem taşımakta.

Bununla birlikte, son on yıl bireysel mücadeleler ve sivil oluşumların gayretiyle yarışmaların ivmesinin yükseldiği bir dönem olarak görülebilir. Bu bağlamda geçtiğimiz yıl açılan kentsel tasarım yarışmalarında kullanıcının/halkın katılımını sağlamak amacıyla sürece halk oylaması dahil edilerek jürinin değerlendirdiği belli sayıda proje halkın değerlendirmesine sunuldu. Uygulanan yöntemin katılımcılık olarak sorunlar barındırdığı yönündeki eleştirilere kısmen katılmakla birlikte var olan koşullar ortamında bu aşamanın sürece dahil edilmesini çok değerli bir çaba olarak görüyorum.
(*) H.Ayataç,S.Ketboğa; “Alternatif Bir Üretim Biçimi Olarak Kentsel Tasarım Proje Yarışma Süreçlerinin Değerlendirilmesi”,Yarışmalar ve Mimarlık Sempozyumu Bildirgesi, 2016